Ordular, polis, devlet bürokrasisi gibi pek çok aygıtı bir işçi ayaklanması karşısında işçi sınıfını ezmek üzere seferber olur. Bunun anlamı burjuva devletinin, çeşitli mücadelelerle daha demokratik kılınamayacak olması değildir. İşçi sınıfı pek çok kez daha fazla demokrasi için mücadele etmiş ve haklar elde etmiştir. Ancak burjuva devlet aygıtı ve nihai olarak onun bir uzantısı olan burjuva demokrasisi de gerçek bir demokrasiyle yani sömürünün ortadan kalktığı bir düzenle çelişmek zorundadır. Daha fazla demokrasi talebi, burjuva devlet aygıtıyla çelişmektedir.

 

Can Irmak Özinanır
Demokrasi kadar sündürülmüş bir kavram bulmak gerçekten zordur. Burjuva partilerinin neredeyse hepsi kendilerine demokrat der. Faşist partiler bile demokrasi sözcüğünün arkasına sığınır. Liberal demokratlar, muhafazakar demokratlar, demokratik solcular, sosyalist demokratlar gibi pek çok kavram ortalıkta dolanır. Bugüne kadar ki en ağır baskı rejimlerinden birini oluşturan stalinizm bile demokrasi lafını ağzından düşürmemiştir.

Peki, demokrasi gerçekten nedir? Demokrasi ve sosyalizm birbirine yabancı kavramlar mıdır? Sosyalistler burjuva demokrasisine nasıl bakarlar? Demokratik olmayan bir sosyalizm olabilir mi? Bu soruların cevabını aramak için sosyalizmin tarihine bakmak yeterli olacaktır. Günümüzde kendisine marksist diyen bazı insanlar, sosyalizmle demokrasinin birbirinden farklı şeyler olduğunu söylüyor, demokrasiyi savunmayı küçümsenecek bir şey olarak görüyorlar. Aynı argümanlar marksizme saldıran burjuva teorisyenlerinin de kullandığı argümanlar olarak karşımıza çıkıyor. Marksizmi, demokrasiye, insanların kendi kendini yönetmesine karşı bir şeymiş gibi anlatıyorlar.

Sosyalizm ile demokrasi birbirlerine kopmaz bağlarla bağlıdır. Uluslararası Sosyalist Akım'ın kurucusu Tony Cliff'in söylediği gibi demokrasi sosyalizmin kalbidir. Karl Marks'tan bu yana pek çok devrimci demokrasiyi sosyalizmin kalbine yerleştirmiştir.

Karl Marks ve aşağıdan sosyalizm
Karl Marks, demokrasi algısı ile çağının diğer sosyalistlerinden keskin biçimde ayrılır. Marks'tan önceki sosyalistler, işçi sınıfının kendi eyleminin kendisini kurtarmaya yetmeyeceğini düşünen elitistlerdi; kendi eylemlerini işçi sınıfının yerine ikame ediyor, işçi sınıfı adına toplumu yönetmek istiyorlardı. İlk olarak Marks, işçi sınıfının kurtuluşunun kendi eylemiyle olacağını söylemiş; bir işçi demokrasisini hayata geçirmenin tek yolunun işçilerin yönetime doğrudan katılımı olduğunu savunmuştu.

Marks, politik hayatına ilk olarak Almanya'daki Genç Hegelciler'in arasında başladı. Genç Hegelciler ile baskıcı Prusya Devleti arasında ciddi çelişkiler bulunuyordu. Genç Hegelciler, Fransız Devrimi'nden derin şekilde etkilenmişlerdi. Almanya'da da bir cumhuriyet kurulmasını ve genel oy hakkının geçerli olmasını istiyorlardı. Prusya ise üniversitelerden Hegelciliğin etkilerinin silinmesi için ciddi bir uğraş içindeydi. 1842 yılında Sol Hegelci gazete Rheinische Zeitung'da yazmaya başlayan Marks, kısa sürede gazetenin editörü olmuştu ve Prusya devletine karşı demokrasiyi savunan radikal bir çizgi izliyordu. Bu yıllarda Marks, Hegel'den etkilenerek devleti sınıflar üstü bir aygıt olarak gören ve toplumdaki çelişkileri uzlaştırmasını uman radikal bir liberal demokrattı.

1848 devrimleri
İlerleyen yıllarda Marks'ın çizgisinde değişimler yaşanmaya başladı. Devletin sınıflar üstü olduğu fikrine saldırmaya başlayan Marks, giderek Genç Hegelciler'den uzaklaşmaya başlamıştı.

1844 yılında Silezyalı dokuma işçilerinin ayaklanması ise Marks'ın gözünde işçi sınıfını pasif bir olgu olmaktan çıkardı. Ayaklanmayı heyecanla karşılayan Marks için artık işçi sınıfı aktif bir özne olmuştu.

İşçi sınıfının devrimci rolünü anlayan Marks, kapitalist toplumun temel dinamiklerini incelemeye başladı. Marks, burjuva demokratlarını kıyasıya eleştiriyor. Ekonomi ile politikayı birbirinden ayrı konumlandıran fikirlere sert bir şekilde saldırıyordu.

Marks'ın bu dönüşümü -kimileri tarafından iddia edildiği gibi- Marks'ı demokrasi fikrinden uzaklaştırmadı. Tersine Marks için artık demokrasiyi gerçekleştirmenin tek yolu bir işçi devrimiyle özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıydı. Bu fikir işçi sınıfının kapitalizm içinde özgürlüklerin genişlemesi için verdiği mücadeleyi dışlamıyordu. Marks, genel oy hakkı gibi pek çok demokratik hakkın burjuvazi tarafından bahşedilmedi-ğinin, bizzat işçi sınıfının mücadelesi tarafından kazanıldığının farkındaydı.

Marks'ın demokrasiye karşı bir figür gibi gösterilmesinde Marks'ın işçi sınıfı iktidarını anlatmak için kullandığı proletarya diktatörlüğü kavramına sıkça referans verilir.

Yukarıdan aşağı bir devrimle bir grup komünistin toplumun geri kalanı adına toplumu yönetmesini savunan Blanqui tarafından bulunan terim başta gerçekten de korkutucu görünmektedir. Ancak Marks terimi bütünüyle farklı bir şekilde, kendi aşağıdan sosyalizm anlayışına uygun bir hâlde kullanmıştır.

Kapitalist devlet
Marks'a göre burjuva demokrasisi en genel hâliyle ele alındığında bir burjuva diktatörlüğüdür. Marks'a göre devlet bir sınıfın başka sınıfları boyunduruğu altında tutmak için örgütlediği bir baskı mekanizmasıdır.

Burjuva devlet aygıtı da bir bütün olarak burjuvazinin çıkarlarını savunmak üzere yapılandırılmıştır.

Ordular, polis, devlet bürokrasisi gibi pek çok aygıtı bir işçi ayaklanması karşısında işçi sınıfını ezmek üzere seferber olur. Bunun anlamı burjuva devletinin, çeşitli mücadelelerle daha demokratik kılınamayacak olması değildir. İşçi sınıfı pek çok kez daha fazla demokrasi için mücadele etmiş ve haklar elde etmiştir. Ancak burjuva devlet aygıtı ve nihai olarak onun bir uzantısı olan burjuva demokrasisi de gerçek bir demokrasiyle yani sömürünün ortadan kalktığı bir düzenle çelişmek zorundadır. Daha fazla demokrasi talebi, burjuva devlet aygıtıyla çelişmektedir.

İşçi sınıfının kurtuluşu da ancak kendisini egemen sınıf olarak örgütlemesiyle yani bütünüyle yeni temellerde yükselen bir devlet kurması ile mümkündür.

Devleti bir baskı aygıtı olarak gören Marks açısından bu devlet işçi sınıfının düşmanlarına karşı bir baskı aracı olacaktır ancak tek bir farkla, tarihte ilk defa işçi sınıfı iktidarıyla devlet azınlığın çoğunluk üzerindeki bir baskı aygıtı olmaktan çıkacak ve çoğunluğun ellerine geçecektir.

Proletaryanın iktidarı sınıfsız bir toplumun ilk adımı olduğu için zaman içinde devlet sönümlenecektir yani proletarya diktatörlüğü ortadan kalkacaktır. Yani Marks açısından işçi devleti sadece geçici bir uğraktır.

Paris Komünü
1871'de Paris'te işçilerin şehri ele geçirmesi Marks ve Engels'in proletarya diktatörlüğünün alabileceği biçimi net bir şekilde görebilmesini sağladı. Proletarya iktidarının yani "proletarya diktatörlüğü"nün siyasal biçimi, Komün'den yola çıkılarak şöyle anlatılıyordu:

"Komünün ilk kararnamesi sürekli ordunun kaldırılması, ve silahlanmış halk ile değiştirilmesi oldu.

Komün, kentin çeşitli ilçelerinden genel oy hakkı ile seçilmiş belediye meclisi üyelerinden kurulmuştu. Bu üyeler sorumlu ve her an görevden geri alınabilir idiler. Komün üyelerinin çoğu doğal olarak işçilerden ya da işçi sınıfının ünlü temsilcilerinden oluşuyordu. Komün, parlamenter bir örgenlik değil, ama aynı zamanda hem yürütmeci hem de yasamacı, hareketli bir gövde olacaktı. Merkezi hükümetin aleti olmaya devam edecek yerde, polis siyasal özniteliklerinden hemen yoksunlaştırıldı ve Komünün sorumlu ve her an görevden geri alınabilir bir aleti durumuna dönüştürüldü. Yönetimin tüm öbür dallarındaki görevliler (memurlar) için de aynı şey oldu. Komün üyelerinden aşama sırasının en alt düzeyine değin, kamu görevi işçi ücretleri karşılığı görülecekti.

Yüksek devlet görevlilerinin kullanma hakları ve temsil ödenekleri, bu yüksek görevlilerin kendileri ile birlikte ortadan kalktılar. Kamu hizmetleri, merkezi hükümet tarafından korunan kimselerin özel mülkiyeti olmaktan çıktı. Sadece belediye yönetimi değil, ama o güne değin devlet tarafından yürütülmüş bulunan tüm girişkenlik, Komünün ellerine verildi."

Sadece bu satırlarda bile açıkça görülebileceği gibi, Marks ve Engels'in proletarya diktatörlüğü adını verdikleri yönetim, 4 yılda bir oy vermek için sandığa gittiğimiz burjuva demokrasisinden çok daha üst bir demokratik biçimdi.

Proletarya diktatörlüğü geniş kitleler için demokrasi anlamına geliyordu. Marks, gerçek bir işçi demokrasisinin peşindeydi.

 

Lenin ve işçi demokrasisi