"DSİP’i geri kalan soldan ayıran asıl fark burada. Bizim için iyi, kötü sosyalizm olamaz. 1989’da Doğu Avrupa’da, 1991’de ise SSCB’de yıkılan rejimlerin sosyalizm ile bir ilişkisi yoktu. Bunlar devlet kapitalisti rejimlerdi."

12 Eylül referandumunda “yetmez ama evet” diyerek sokağa çıkan Devrimci Sosyalist İşçi Partisi neyi savunuyor? Enternasyonalist sosyalistlerin ve anti-kapitalist aktivistlerin örgütünün politikalarını DSİP Genel Başkanı Doğan Tarkan’a sorduk.

DSİP, 12 Eylül’deki halkoylamasında “yetmez ama evet” diyor. Kürt sorununda ise Kürt hareketine koşulsuz destek veriyor. Irkçılığa, milliyetçiliğe, ulusalcılığa karşı ödünsüz bir mücadele sürdürüyor. Darbelere karşı sokağa çıkan tek sol örgüt durumunda. İyi, kötü ayrımı yapmadan bütün darbelere karşı çıkıyor. Bütün bu tutumları ile DSİP solun geri kalanından kalın çizgilerle ayrılıyor. DSİP’in nasıl bir sosyalizm anlayışı var?

Doğan Tarkan: Öncelikle şunu söylemek gerekir ki bütün b u konularda DSİP bir yanda, diğer sol öbür yanda değil. Birçok konuda DSİP ile aynı politik çizgiyi savunan sol örgütlenmeler var. Ancak bütün bu konular bir araya geldiğinde DSİP tek başına kalmakta. Bu sonuç DSİP’in sosyalizm anlayışından ve dolayısıyla sınıflar mücadelesini farklı yorumlamasından kaynaklamıyor.

Bugün Türkiye’de hükümet olan siyasal parti uzun süredir geri kalan solun büyük bir kısmı tarafından aslında şeriatçı olan ve takiye yapan bir parti şeklinde tanımlandı. Böyle olunca AKP’yi aslında şeriatçı bir parti olarak tespit edenler için ne pahasına olursa olsun AKP’yi iktidardan düşürmek en önde gelen görev oldu.

DSİP ise AKP’yi Türk sermaye sınıfının en iyi partisi, yeni liberal politikaların en iyi uygulayıcısı olarak gördü. İktidar partisi olarak AKP hükümetinin devrilmesi elbette DSİP’in de hedefi ancak ne pahasına olursa olsun değil. Örneğin darbe ile AKP’yi devirmek; ulusalcı bir cephe kurarak AKP’yi devirmek DSİP’in hedefleri arasında değil.

Türkiye’de işçi sınıfı ile sermaye sınıfı arasındaki çelişkinin ve mücadelenin yanı sıra bir dizi başka sınıf mücadelesi daha var ve bir de Kürt ulusal sorunu var.

Emekle sermaye arasındaki mücadelenin yanı sıra cumhuriyetin kurulmasından bu yana asker sivil bürokrasinin iktidarına karşı sermayenin bazı kesimlerinin direnci var. İşçi ve emekçi yığınlar bu mücadelede daima asker sivil bürokrasiye karşı tutum almışlardır. Asker sivil bürokrasinin laikçi tutumuna, tepeden inmeci uygulamalarına, darbe ve müdahalelerine karşı tutum almışlardır. Bu tutum alış aslında solun bir kısmının iddia ettiği gibi egemen sınıf içindeki mücadelede yapılan bir tercih değil, tam tersine işçi ve emekçilerin kendileri için yaptıkları bir tercihtir. Solun ulusalcı kanadının bunu anlaması gerekiyor.

Asker sivil bürokrasinin vesayetinin bitmesi işçi ve emekçiler için de daha geniş bir özgürlük ortamı. Sınıf mücadelesinin daha özgürce gelişmesinin olanağı demek. İşte bu nedenle DSİP asker sivil bürokrasinin vesayetine karşı açık ve net bir tutum alıyor ve sadece tutum almıyor sokakta bir araya gelebildiği herkesle birlikte mücadele ediyor.

Ya Kürt sorunu?

Doğan Tarkan: Kürt sorunu da benzer bir biçimde açıklanabilir. Kürtler bu ülkede yaşayan insanların önemli bir kısmını oluşturuyor. Cumhuriyetin kurulmasından bu yana ulusal kimlikleri bastırılıyor. Varlıkları inkar ediliyor. Emek sermaye çelişkisinin yanı sıra Türkiye toplumu bir de ulusal soruna sahip. Ulusal sorun çözülmeden, yani Kürtlerin ulusal kimlikleri Kürtleri tatmin edecek bir biçimde tanınmadan emek sermaye çelişkisinin özgürce gelişmesi sağlanamayacaktır. Kürt işçi ve emekçi yığınları ulusal sorunun çözümüne kadar özgürce sınıf mücadelesini geliştiremeyeceklerdir.

Bu nedenle DSİP, Kürt ulusal hareketine eleştirel ama koşulsuz destek veriyor. Kürt hareketini desteklemek için hiçbir koşulumuz yok. Çünkü asker sivil bürokrasinin egemenliği kırılmadan özgürlüklerin gelişemeyecek olması gibi Kürt sorunu çözülmeden de işçi ve emekçi yığınların sınıf mücadelesinde daima bir engel ortada duracaktır.

Kürt ulusal sorununun çözülmesi Türk işçi ve emekçi yığınları da özgürleştirecektir.  Bu nedenle Türk işçi ve emekçileri için Türk milliyetçiliğine, ulusalcılığa karşı mücadele Kürt halkı için değil, asıl olarak kendisi için verdiği mücadeledir. Milliyetçiliğin, ulusalcılığın yenilmesi Kürt emekçileri olduğu kadar Türk emekçileri de özgürleştirecektir. DSİP bu nedenle milliyetçiliğe, ulusalcılığa ve yurtseverliğe karşı tavizsiz bir mücadele vermekte ve sol içindeki milliyetçi, ulusalcı ve yurtsever akımları solun en önemli düşmanları olarak görmektedir.

Darbelere karşı mücadeleniz?

Doğan Tarkan: DSİP’in darbelere karşı tutumu 28 Şubat darbesine karşı çıkışıyla başlar. Ayrım yapmaksızın bütün askeri darbelere karşıyız. Son iki yıldır darbe karşıtı mücadelemizi sokakta sürdürüyoruz. Darbelere Karşı 70 Milyon Adım Koalisyonu bir dizi çok önemli kitlesel gösteri yaptı. Bu gösterilere farklı siyasal eğilimlerden insanlar katıldı ama bütün gösterilerde DSİP’in öne sürdüğü özgürlükçü söylem hakimdi. Anayasa referandumunda alınan tutumu darbelere karşı mücadeleden ayrı düşünmemek gerekir. 12 Eylül günü oylayacağımız değişiklik paketi sadece 12 Eylül ile değil bütün darbelerle hesaplaşmak için bir kapı aralıyor. Ya bu kapıdan içeri gireceğiz ya da paketi AKP öneriyor, AKP’nin yaptığı, söylediği her şeye karşıyız diyerek kendimizi hançerleyeceğiz, harakiri yapacağız. Bir kısım sol böyle yapıyor ama bu toplumda solda yer alanların büyük çoğunluğu 12 Eylül’e, darbelere karşı ve onlarla hesaplaşmak istiyor. “Yetmez ama evet” kampanyası bu nedenle çok büyük bir ilgi topluyor.

Bir TV programında solun bugünkü durumunun 12 Eylül darbesinden değil, 1989'da Doğu Bloku'ndaki rejimlerin yıkılmasından kaynaklandığını söylediniz. 1989'da yıkılan neydi? Kötü bir sosyalizm olabilir mi?

Doğan Tarkan: DSİP’i geri kalan soldan ayıran asıl fark burada. Bizim için iyi, kötü sosyalizm olamaz. 1989’da Doğu Avrupa’da, 1991’de ise SSCB’de yıkılan rejimlerin sosyalizm ile bir ilişkisi yoktu. Bunlar devlet kapitalisti rejimlerdi.

Doğu Bloku ülkeleri çok zaman işçi eylemleri ile yıkıldı. Bu ülkelerin emekçileri piyasa kapitalizminin devlet kapitalizminden daha iyi olduğunu düşündüler ama yanıldılar. Ancak başka bir seçenekleri yoktu. Doğu Bloğu’nun ve SSCB’nin baskıcı rejimleri tüm sosyalist fikirleri iğdiş ettiği gibi işçi sınıfının her türlü bağımsız örgütlenme talebini de kanlı bir biçimde bastırmıştı. Nitekim Doğu Bloku’nun yıkılışında öncülük eden Polonya işçileri bağımsız bir sendikal örgütlenme kurmayı başardılar ve sonunda bu örgütlenme Polonya’da devlet kapitalizmin sonu oldu.

DSİP için sosyalizmin tek bir tarifi var. Sosyalizm işçi sınıfının kendisini devlet olarak örgütlemesidir. Eğer işçi sınıfı devlet olarak örgütlü değilse, onun yerine birileri devlet olarak örgütlenmişse burada sosyalizmden bahsetmek mümkün değildir.

SSCB’de Stalin ve bürokrasi”tek ülkede sosyalizm mümkündür” teorik tespitini yaptıklarında bu ülkede bir karşı devrim başladı ve devrimi yapan Bolşevik kadrolar imha edildi. Geriye bürokrasinin hakim sınıf olduğu devlet kapitalizmi kaldı.

SSCB ve Doğu Bloku ülkelerini sosyalizm olarak görmek baskıcı, işçilere zulmeden, sınıf farklarının olduğu bir sosyalizmin olabileceğini kabul etmektir ki büyük işçi ve emekçi yığınlar böyle bir sosyalizmin arkasından yürümezler. Nitekim 1989’un ardından bu ülkelerden öylesine bir pislik ortaya çıktı ki bütün dünyada işçi ve emekçi yığınlar kendilerine o güne kadar sosyalizm olarak anlatılan bu ülkelere bakarak sosyalizmden uzaklaşmaya başladılar.

Türkiyeli sosyalistler bugünkü durumlarını 12 Eylül ile açıklamaya çalışıyor. 12 Eylül’ün üzerinden 30 yıl geçti. Onun açtığı tahribatın bugüne kadar kapanması gerekiyordu, ama asıl sorun 12 Eylül baskısı değil, ondan yaklaşık 10 yıl sonra gelen Doğu Avrupa devrimleri karşısında ki suskunluk, durumu açıklayamama durumu solun kaderini belirledi.

Doğu Avrupa’da ki çöküşten sonra günümüzde devim mümkün mü?

Doğan Tarkan: Elbette. Devrim bugün çok güncel. İşçi ve emekçi yığınlar bütün dünyada yeniden örgütleniyor. Bu sefer önlerinde SSCB veya Doğu Avrupa gibi olumsuz örnekler yok. Kapitalizm ise derin, çok derin bir kriz içinde. Kâr hadleri sürekli düşüyor ve kapitalist sınıf buna çare bulamıyor. Kısa süre önce bir toparlanmadan bahsediliyordu ama şimdilerde bütün büyük kapitalist ülkeler çok ciddi kesinti programları hazırlıyor v e uyguluyor. Bu kesintilere karşı işçi sınıfının sessiz kalacağını sanmak büyük bir yanılgı olur. Yunanistan kesinti programlarının ilk uygulanmaya başladığı ülke ve burada direniş başladı. Benzer bir gelişme her yerde yaşanabilir.

Bu kez işçilerin karşısında birleşmiş ve bir programa sahip bir kapitalist sınıf yok, tam tersine kriz karşısında oldukça çaresiz ve ne yapacağını bilmeyen bir sermaye sınıfı var.

Türkiye’de ise asker sivil bürokrasinin vesayet rejimi sallanıyor. Bu, işçi ve emekçilere daha geniş özgürlükleri kazanmak için olanak veriyor. Eğer bu olanak iyi kullanılırsa bu ülkede de işçi mücadelesinin hızla ileriye doğru fırlaması mümkündür.

Neden DSİP’e katılmak gerekiyor?

Doğan Tarkan: DSİP küçük bir parti. Hepsi aynı ölçüde aktif olmayan 1000 üyemiz var. Bu kadar üye ile bu kadarını yapabiliyoruz. Bir yandan darbelere karşı mücadele ediyoruz. Bir yandan Kürt hareketini destekleyen eylemler yapıyoruz. Bir yandan sınırlı işçi mücadelesine koşuyoruz. İklim değişimine karşı yoğun bir kampanya sürdürüyoruz. Her ezilenin yanındayız. Bütün bunları yapmak için mutlaka DSİP’in büyümesi, aşağıdan sosyalizm anlayışının güç kazanması gerekir. Sayısız eylemde, kam- panyada yan yana olduğumuz binlerce yoldaşın DSİP’e katılması gücümüzü defalarca arttıracaktır.

Birlikte darbelere karşı, milliyetçiliğe ve ırkçılığa karşı mücadeleyi daha da yükseltebiliriz. Batı’dan Kürtlere daha güçlü bir destek verebiliriz. İşçilerin mücadelelerinin kazanması için mücadelenin önünübirlikte açabiliriz.

Röportaj: Volkan Akyıldırım