Can Irmak Özinanır
Sınıflı toplumların tarihi boyunca üst sınıflar, alt sınıfları hor görüp; onları kendi başlarına hareket edemeyecek, karar vermekten aciz bir sürü olarak yaftaladılar. Ancak toplumun en alt kesimleri her zaman direnişe geçmiş ve aşağıdan eylemiyle neler yapabileceğini göstermiştir. Farklı biçimler alsalar da tarihin her döneminde aşağıdakiler isyanlar, devrimler gibi direniş biçimleri geliştirmişlerdir. 

Toplumun henüz burjuvazi ve proletarya arasında değil de, soylular ve köleler arasında bölündüğü zamanlarda tarih yazımında bu direnişlerden bahsedilmiyordu çünkü tarih yazıcıları ve toplumsal analiz yapanlar hep toplumun küçük bir azınlığına mensup olan elitler arasından çıkıyordu. Elbette, bu elitlerin tarihi algılayış biçimleri sınıflarının bakış açısının dışına taşamıyordu. Tarih yazan elitler için "aşağıdakilerin" eylemleri doğal afetlere benzerdi. Direnenlerin insan oldukları pek düşünülmezdi. Onlar görevleri elitler için çalışmak olan barbarlardı. Tarihte onlar hep "sürü", "ayaktakımı" gibi sözcüklerle anıldılar.

Burjuvazi ikitidarı ele geçirdikten sonra elitizm farklı biçimlere büründü ancak varlığını korumaya devam etti. İşçilerin her ayaklanması, kapitalistler açısından bir felaket görüntüsü olmayı sürdürdü. Burjuvazi her ülkede kendine özgü bir elitizm anlayışı yarattı. Aşağıdakilerin kültürünün, yaşam tarzının, yaptıkları işlerin, taleplerinin aşağılanmasına dayalı bir kültür üretti. Bunu yapması kaçınılmazdı çünkü sınıflı toplumun özü elitizmdir. Onlara göre geniş kitleler, küçük bir azınlığın daha iyi bir hayat yaşaması için çalışır, gerekirse savaşır ve ölürler.

Sol elitizm
Burjuvazinin ayrılmaz düşüncesi olan elitizm, solun bir kısmını da etkiledi. İşçi hareketi veya sosyalist hareket içinde her dönem, işçi sınıfını sürü olarak gören anlayışlar oldu. Bu elitist anlayışlar kendilerini pek çok farklı biçimde gösterdi. Bir darbe yoluyla iktidarı halk adına ele geçirmeyi savunanlardan, parlamentoda işçilerin çıkarlarını dillendirerek, seçim yoluyla iktidarı ele almayı savunanlara kadar pek çok anlayış vardı. Bunların ortak noktası işçi sınıfının kendi eylemine güvenmiyor olmalarıydı.

Bu düşünceler her ne kadar kendilerini sosyalist olarak ifade etseler de asıl olarak burjuva düşüncesiydiler. Bu noktada hemen bir not düşmek gerekiyor: Elitizmin karşıtı popülizm (halkçılık) gibi gözükse de popülizm de özünde elitist bir düşünce tarzıdır. Tepeden inmeci pek çok burjuva ideolojisinin içinde popülist öğeler görmek mümkündür. Türkiye egemen sınıfının ideolojisini yani kemalizmi düşünecek olursak bunu görmek kolay olur. Kemalizm bir yandan batı burjuvazisinin modernizm ideolojisi temelinde toplumu yukarıdan aşağı şekillendiren askeri-sivil bürokrasinin iktidarını sağlamlaştırırken, toplumu şekillendirmek adına halkçılık söylemini öne çıkarıyordu.

Günümüzde hâlen geçerli olan popülist söylemler bazı durumlarda bu tür burjuva ideolojilerinin solculukla karıştırılmasını da beraberinde getiriyor.

Aslında burjuvazi her dönem toplumun en alt kesimlerine yaslanarak ayakta kalmıştır. Burjuvazinin, aristokrasiye karşı iktidarı ele geçirmesini sağlayan 1789 Fransız Devrimi'nin en kararlı unsurları, devrimin temel sloganı olan "eşitlik, özgürlük, adalet"i sahiplenmek için canlarını ortaya koyan alt sınıflardı. Soyluların ve burjuvaların giydiği pantolonları giymedikleri için isimleri "sans culottes" (baldırıçıplaklar) olarak anılıyordu. Elbette iktidarı ele geçiren burjuvazi için eşitliğin, özgürlüğün, adaletin bir sınırı vardı. Alt sınıfların iktidara ortak olması burjuvazi için kabul edilemez bir durumdu. İktidarı ele geçirmek için baldırıçıplaklara ihtiyaç duyan burjuvazi, ilk ihanetini de onlara karşı gerçekleştirdi. "Halk için, halka rağmen" politikasını benimseyen Jakobenlerin ilk katlettikleri kendi adlarına düşünemeyecek olan baldırıçıplaklardı. Elbette geniş halk kitleleri kenara çekilmedi, burjuvazinin ihanetinin ardından devrimin ideallerini savunmak için ayaklananlar gene ezilenlerdi.

Ezilenlerin direniş geleneğinin Fransız Devrimi'nin ardından vardığı en üst nokta 1871 Paris Komünü oldu. Paris'i ele geçiren işçiler o güne kadar kurulmuş olan en demokratik yönetimi kurdular. İktidar artık sürü olarak görülen kitlelerdeydi. Burjuvazi kitlelerin kendi adlarına kendilerini yönetmelerini hazmedemezdi. Paris Komünü kanla bastırıldı ancak baldırıçıplakların kendilerini yönetebilecekleri geri dönülmez biçimde anlaşılmıştı.

Karl Marx: "İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır" 
Sosyalistler içinde dünyayı ancak kitlelerin kendi eyleminin değiştirebileceğini ilk fark eden Karl Marx oldu. İşçilerin direnişini gören Marx, kendisinden önceki bütün elitist anlayışlarla sert bir biçimde hesaplaştı.

Marx’a göre toplumun dönüşümünü sağlayabilecek tek şey sıradan insanların, işçi sınıfının kendi kaderini ellerine alması olabilirdi.  Marx, bunu işçi sınıfının kendi yaşam koşullarından çıkarıyordu.  Bu, dünyayı değiştirmenin saf kendiliğinden bir eylem olduğu anlamına da gelmiyordu. Marx, egemen sınıfın fikri üretim araçlarını da elinde tuttuğunu ve normal koşullarda egemen fikirlerin, egemen sınıfın fikirleri olduğunu kabul ediyordu. Ancak kapitalizmin yapısı bu fikri egemenliği her daim sürdürmeye uygun değildi. Kitleler basit talepler etrafında harekete geçtikleri anda hareket bir anda devrimci bir nitelik alabiliyor ve sisteme dönük bir tehdide dönüşebiliyordu. Üstelik sıradan insanların eylemi yaratıcı bir eylemdi, çağlar boyunca zihinlerine işlemiş olan egemen fikirleri kırmanın tek yolu, bu fikirlerin bizzat mücadele içinde yanlışlanmasıydı. Marx, bir devrimin sadece sistemi yıkmanın tek yolu olduğu için değil kitlelerin zihnindeki egemen fikirlerin temizlenmesi için de gerekli olduğunu söyler.

Marx, sıradan insanların eylemini formüle etti ve bir eylem kılavuzu bıraktı. Bu kılavuzun elitist anlayışlarla hiçbir ilgisi yoktur. Bu gelenek aşağıdan sosyalizm geleneğidir ve değişmez bir ilkeye dayanır: “İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır.”

Sıradan insanlar iktidarı alabilir ve yönetebilir
Rusya’da yaşanan 1905 ve 1917 devrimleri sıradan insanların iktidarı alabileceğini ve kendi öz iktidar organlarını yaratabileceklerini bir kere daha kanıtladı.  Milyonlarca sıradan insan, basit talepler etrafında bir araya geldiler ve hareket dünyanın ilk işçi iktidarı ile sonuçlandı. İşçiler, sovyet adı verilen konseyler kurdular, kendi temsilcilerini seçtiler ve iktidara doğrudan katıldılar.  Lenin, işçi iktidarının mümkün olmadığın söyleyenlere “Bir aşçıya bile devleti yönetmeyi öğreteceğiz” diye cevap veriyordu.

Sıradan insanların iktidarı alabileceği düşüncesini 1917 devrimini boğan Stalinizm bile başaramadı. Bugün aşağıdan sosyalizm geleneğini savunanlar attıkları her adımda elitizmle hesaplaşıyorlar. Kitleleri sürü olarak gören anlayışlar sosyalist olamaz. Toplumsal devrimleri, elitistlerin beğenmediği geniş kitleler yapar.