Şenol KARAKAŞ
Yıldıray Oğur, Taraf'ta 20 Kasım'da yayınlanan yazısına, "Adil olmak zor zanaat" başlığını atmış. Bir yazarın kendisini tarif etmek için bulabileceği en kaliteli başlıklardan birisi. Gerçekten de adil olmak zor zanaat! Politik hijyen tutkusu değil zor olan, "amasız" cümleler kurmak da değil, demokrat görünüp şoven olmak da, devletle örgütü eşitlemek de, zor olan, gerçekten de adil olmak. Adalet sadece mülkün değil, her Türk'ün de siyasi saçmalığının temelidir.

Yıldıray, PKK saldırıları sonucunda ölen insanların yalnızlığını ya da yaralananların ya da bombalı saldırıdan sağ çıkan ama yakınlarını arkadaşlarını kaybedenlerin durumunu, mizahi değil ama son derece kaba bir kara mizah duygusuyla aktarıyor. Hem PKK ile hem de bu eylemlerden dolayı PKK'yi kınamayan ve bu yüzden de lanetlenmesi gereken yazarlarla, siyasi gruplarla dalga geçiyor.

Ne kadar dalga geçtiğinin de farkında olduğu için, ölçüyü kaçırdığını bile bile, "ölçüyü kaçırdım, ama bu da size az bile aslında!" demeye getiriyor. Sonra, sonrası vahim işte. Nabi Yağcı'yı, Yıldırım Türker'i,  Roni Margulies'i, şiddeti kutsallaştırmakla, PKK'nin kullandığı bombaların içinde boncuk aramakla suçlamakla kalmıyor, yöntem olarak televizyon tarihinin gördüğü en şoven, en savaş yanlısı Ertürk Yöndem'le adını andığı yazarları aynı kefeye koyuyor.

Nabi Yağcı ve Ertük Yöndem benzermiş, öyle mi? Roni Margulies'le RTÜK Yöndem benzermiş, Yıldıray'a Oğur'a göre. Bu benzerlikten sonra, yazının sonunda, biraz ağır yazdığını söylüyor. Kendi cümleleri kendisine çok ağır gelmiş belli ki, ama saçmalığı ağrılıkla eş tutmak için, bir gazetecinin kendi kelimelerine biçtiği anlama bu kadar da güvenmek zorunda değiliz.

Ortada, Taraf gazetesinin darbelere karşı oynadığı rolü iflas ettiren, Ergenekon'un foyasını açığa çıkartırken sergilediği cesareti mumla aratan bir korkaklık var. Taraf'ın önemini önemsizleştiren, sinik bir eğilimle, kendini kaybederek, yaşamını "Kardeşlik-Adalet-Barış" mücadelesine adamış insanları, bir çırpıda, bir cümlede, bir köşe yazısında harcadığını sanıyor.

Bunun bir önemi yok! Ertuğrul Özkök misali ezber bozmayı, ortalamadan farklı düşünüyormuş gibi yapıp, o konudaki en sağ fikirleri bir gazetede hâkim hale getirmeyi alışkanlık haline getirmek, her şeyden öte, Kürt sorununda barışçıl bir çözümün gelişmesine hiçbir katkıda bulunmuyor. Ertürk Yöndem devletin adamıydı, Yıldıray Oğur'un eleştirmeye çalıştığı yazarlar, devletten hesap sorulmasını istiyor. Yöndem'le bu yazarları benzetmek için Kürt sorunu söz konusu olduğunda, bir şeyden tarifsiz bir şekilde nefret etmek gerekir. Peki, Yıldıray gibilerin nefret ettiği şey ne? Bu yazarların adil olma yeteneğini kaybetmelerinden mi nefret ediyor? Değil. Yıldıray Oğur PKK'den nefret ediyor. O kadar nefret ediyor ki, şiddete karşı çıktığını, barışı savunduğunu düşünürken, şiddetin ve savaşçı politikaların derinleşmesine hizmet eden yazılar yazıyor.

Şiddete karşı şiddeti eleştirmekte özgürsünüz. Şiddete karşı şiddeti eleştirdiğinizde, şiddetin sona ermesi için zerre kadar katkı yapmış olmazsınız. Temiz kaldığınızı sanabilirsiniz. Ama savaşan taraflardan birisini neredeyse nefret ederek mütemadiyen eleştirmek, tüm kötülüklerin kaynağı olarak görmek, böyle anlatmak, şiddetin sona ermesi için şiddetin kaynağından durdurulması gerektiğini yazanlarla dalga geçmek, yani örgütlenmiş bir şiddet aygıtı olarak devleti, onun hükümetini durdurmaya çalışmadıkça, ne temiz kalırsınız ne de şiddetin sona ermesine yardımcı olursunuz.

Çelişkili olan, ölümler üzerinden tartışma yapılmasına karşıymış gibi görünenlerin, her defasında kopan bacaklar ve yitirilen canlar, çocukların ölümü gibi zaten hepimizin bildiği acı gerçekleri, biraz da dalga konusu yaparak tartışmanın göbeğine yerleştirmeleri. Dışarıdan bakan, Yıldıray Oğur ölümlerden şiddetle acı çekerken, kafa bulduğunu sandığı yazarların kan ve şiddet meraklısı olduğunu düşünecek. Tersine, Yıldıray Oğur gibi yazanlar, ezenle ezilen arasında tarafsız kalınacağını sananlar, ortada bir savaş varken, savaşın nedenleri belliyken, savaşın faturasını sadece bir tarafın benimsenmesi mümkün olmayan yöntemlerini eleştirerek onun üzerine yıkmaya ve ölümleri dile getirip temiz kalmaya çalıştıkça, ölü sayma yarışmasına zorluyor şiddetin kaynağını eleştirenleri.

Kürt sorununu PKK yaratmadı. Her gece rüyasını gördüğünüz "PKK'ye lanet" yürüyüşü yapılsa da Kürt sorunu çözülmeyecek. PKK tüm üyeleri öldürülerek imha edilse de Kürt sorunu çözülmeyecek. Üstelik şiddete karşı şiddet de bitmeyecek.

Kürt sorunu zira Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürtlerin ulusal haklarını tanımaması, inkârı ve Kürtlerin tanınma çabalarının her seferinde şiddetle bastırılmasından ibarettir. Bu satırlar yazılırken, 48 avukat KCK'den gözaltına alındı.

Bazı yazarlar, adil olma ahkâmı keseceklerine, satırlarına sinen tutuklama izlerine dikkatli baksalar, ne iyi olur!