Doğan TARKAN
Birçokları ama en çok da ulusalcı sosyalist parti ve gruplar “artık Türkiye’de darbe olamaz” derken önce Yunanistan’da, ardından da İtalya’da darbe oldu. Hele “ABD’nin izni olmadan darbe olamaz ve artık ABD darbe istemiyor” diyenler iyice yanıldı.

Yunanistan’daki darbe daha açık ve çıplak yaşandı. Başbakan George Papandreou Avrupa Birliği’nin, daha doğrusu Frankfurt Grubu’nun  önerdiği “kurtarma paketini” referanduma sunmak isteyince derhal Almanya’ya çağrıldı ve güzel bir zılgıt yedi.

Papandreou ardından Yunanistan’a döndü ve genel kurmay başkanı ve kuvvet komutanlarını darbe yapacaklar diye tutuklattı ama bu yetmedi. Frankfurt Grubu öyle bir baskı yaptı ki sonunda istifa ederek yerini bir koalisyon hükümeti kurmak üzere Avrupa Merkez Bankası eski ikinci Başkanı Lucas Papademos’a bıraktı.

Şimdi Yunan hükümetinde açık faşistlerin partisi LAOS’tan bakanlar var.

İtalya’da süreç biraz daha üstü kapalı ve hızlı oldu. Kimse Berlusconi’yi azarlamadı ama faiz oranları arttırıldı ve Berlusconi mesajı alarak apar topar istifa etti. Tapındığı ve parçası olduğu serbest pazar kafasını yedi.

Berlusconi’nin yerine eski bir avro-komünist olan cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano hükümeti kurma görevini eski AB yöneticisi Mario Monti’ye verdi. Monti’nin hükümetinde de çeşitli sağ eğilimlerin yanı sıra açık faşistler var.

Hatırlanacağı gibi Türkiye’de de sosyal demokrat Kemal Derviş hükümetin başına getirilmiş ve “istikrar programı” onun direktifleri ile yürütülmüştü. Kimileri koalisyon hükümetinin Derviş zamanında devam ettiğini söyleyerek Türkiye’dce durumun farklı olduğunu anlatmaya çalışsalar da Derviş aslında ülkeyi yöneten gücün başındaydı.

Yunanistan ve İtalya’da darbeleri gerçekleştiren merkeze Frankfurt Grubu deniyor. Frankfurt Grubu Alman Başbakanı Angela Merkel, Fransız Başkanı Nicolas Sarkozy, Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi ve IMF Başkanı Christine Lagarde’dan oluşuyor.

Avrupa’nin Avro bölgesi derin bir kriz yaşıyor. Yunanistan ve İtalya’nın dışında daha birçok Avrupa ülkesi borç krizinin dibine doğru yuvarlanıyor.  Borç batağındaki ülkeler Avro’dan ayrılarak kendi yerel para birimlerine dönerek paralarını devalue edip yani paralarının değerini, yani ihraçlarını ucuzlatabilir ve böylece ekonominin toparlanma şansı yaratabilir.

Avrupa Birliği buna izin vermiyor. Onun yerine borç batağındaki ülkelere “teknokrat hükümetleri” tayin edilerek “istikrar programları” uygulanıyor.

İstikrar programları kesinti demek, işçilerin ve emekçilerin cebinden çalmak demek.İşsizliğin artması demek.

Yunanistan ve İtalya’da kurulan hükümetlerin “teknokrat” hükümetleri olduğu söyleniyor ama bu tam bir saçmalık.

Her iki ülkede de yeni hükümetler sınıf politikaları, egemen sınıf politikaları uygulayacaklar ve emekçilerin ellerindekini budayarak krizi çözmeye çalışacaklar, avro bölgesinin  yaşamasını sağlamaya çalışacaklar ve Fransa ve Almanya’nın üstünlüğünü koruyacaklar.

Aslında “teknokrat” hükümetleri en çıplak bir biçimde toplumun yüzde 99’una karşı yüzde 1’in çıkarları için çalışacak.

Yunanistan ve İtalya’da seçilmişlerin yerine tayin edilmişler geldi. Belki sokaklara tanklar çıkmadı, Türkiye’de darbelerde olduğu gibi serhat türküleri çalınmadı ama darbe oldu!

1929 krizinden sonra Avrupa’da Hitler, Franco güçlendi. Diğer ülkelerde de benzeri akımlar hızla öne çıktılar. Bugün Avrupa’nın her yerinde milliyetçiliğin kabarması geleceğe dönük en önemli tehdit. Ancak Avrupa işçi sınıfının kendilerine dayatılan programları boynunu bükerek kabul edeceğini düşünmemek gerekir. Gericiliğin yükseldiği her dönem, devrimin olasılıklarının da ortaya çıktığı dönemlerdir.