2011 yılında, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünün gerçekleşebileceğine dair umutların yükseldiği birçok gelişme yaşandı. Ancak bu yıl da Kürtlerin payına düşen tutuklamalar, anadil hakkının gaspı, operasyonlar, baskı ve ölüm oldu.

Yılın son MGK toplantısında yeni açılım paketinin de gündeme alınacağının açıklanmasının ardından, Roboski katliamı gerçekleştirildi. TSK, köylülerin üzerine bomba yağdırdı.

35 köylü devlet tarafından öldürüldü. Medya katliama gözlerini kaparken, bir yandan da Leyla Zana'nın Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hakkı olduğuyla ilgili yaptığı açıklamaya saldırmakla meşguldü.

Özerklik, federalizm veya bağımsızlık; kısaca Kürtlerin bir halk olarak nasıl yönetileceklerine dair kararı verecek özgürlüğe sahip olmak istediklerini açıklayan Zana, referandum çağrısı yapıyordu.

Bu açıklama üzerine yine Kürtlerin barış istemediği, esas niyetlerinin huzur içinde sürüp giden kardeşliği bozmak olduğu, türünden milliyetçi tepkiler geldi.

Planlı bir şekilde köylülere yönelik katliam gerçekleştirenlerin, ambulansların olay yerine ulaşmasını engelleyenlerin, ölenlerin sivil olduğu gerçeğini örtbas etmeye çalışarak "ölen bir gruptan" bahsedenlerin barış ve kardeşlik isteyen taraf olduğuna inanmak güç. Varsayılan "birlik ve beraberliği" bölen, kardeşliği bozan Kürtler değil! Predatörleriyle, heronlarıyla, F-16'larıyla sivilleri katleden devlettir.

Katliamdan bir gün sonra hükümet adına açıklama yapan, Kürt sorununda "dağdakine şahin, vatandaşa güvercinci" AKP sözcüsü Hüseyin Çelik, devletin sivillere yönelik bu katliamını teknik bir aksaklık gibi aktardığı açıklamasında "terör sorunu olmasaydı bu olay yaşanmazdı" dedi. Hüseyin Çelik,  Kürt halkının üzerinde uçan şeyin barış güvercini değil, savaş uçağı olduğunun farkında değil.

Kürt sorununun kaynağını Kürtler olarak gören ve yaşanılan savaşın sorumluluğunu Kürtlerin üzerine atan bildik yaklaşım, devletin onayı ve mühimmatıyla gerçekleşen bir katliamın sorumluluğunu da üzerinden atmaya çalışıyor.

Kürt sorununun çözümünde etkin bir aktör olacağını beyan eden hükümetin bu konuda gelişme kabul edilebilecek tek adımı, katliamın "örtbas edilmeyeceği" açıklamasını yapmış olması.

Demokratik ve barışçıl bir çözüm; devletin, kendi gerçekleştirdiği katliamların sorumlularını açığa çıkaracağını ve gereğini yapacağını söylemesiyle değil, katliamların gerçekleşmemesi, operasyonların durması, binlerce tutsağın serbest bırakılmasıyla mümkün.

Son haftalarda Dersim ve Maraş katliamlarının açıkça tartışıldığı, teşhir edildiği, tanıklıkların paylaşıldığı, hatta devlet adına Dersim için özürlerin dilendiği bir süreç yaşandı.

Göz göre göre yapılan bu katliamın da birkaç on yıl sonra kuru bir özürle gündeme gelmesini beklemeyeceğiz. Bu katliamı planlayanlar, sorumlular, onay verenler derhal istifa etmelidir.