Çağla Oflas

Çalışma yaşamında var olan ancak görmezden gelinen mobbing, pek çok işyerinde çalışanların üzerinde kurulan bir baskı aracı. İşyerlerinde pek çok çalışan ya idarecisi ya da işvereni tarafından çeşitli baskı ve kötü davranışlara maruz kalıyor. Ancak mobbing, tüm baskıcı tutumların dışında, çalışanlar üzerinde uzun süreli baskı kurarak stres bozukluğundan, intihara kadar kişinin hayatına mal olacak sonuçlar doğuran bir saldırı biçimi. Bazen hakaretle, aşağılamayla, bazen de normalin üzerinde aşırı iş yükü yükleyerek kendini gösteren bu davranışa maruz kalan çalışan hem psikolojik hem de fizyolojik olarak olumsuz etkileniyor.

Kişiye yönelik yaş, ırk, cinsiyet gibi herhangi bir ayrımcılık olmadan, taciz, rahatsız etme ve kötü davranış yoluyla herhangi bir kişiye yönelik duygusal saldırganlığa “mobbing” ya da popüler adıyla “bezdiri” deniliyor

İşyerinde yıldırma davranışları

İşyerinde yıldırma olgusu çalışanlar üzerinde olumsuz etki bırakmasına rağmen hemen her saldırıyı mobbing olarak değerlendiremiyoruz. Mobbing duygusal bir saldırı. İşyerlerinde bazen bir kişinin, bazen bir grubun, çalışan üzerinde uzun bir süre; aylar veya yıllar boyu, sistematik bir baskı uygulaması mobbing olarak değerlendiriliyor. Mobbing davranışları çok çeşitli olabiliyor. Mobbing üzerine çalışmalarıyla tanınmış İsveçli Profesör Heinz Leymann'a göre "işyerinde yıldırma sürecini kavramsallaştırılmasını sağlamak için bu saldırının mağdur üzerindeki etkilerini beş ayrı kategoride açıklıyor: Kendini göstermeyi ve iletişim oluşumunu etkilemek, sosyal ilişkilere saldırılar, kişisel itibara saldırılar, kişinin yaşam kalitesi ve mesleki durumuna saldırılar ve kişinin sağlığına doğrudan saldırılar."

Örneğin; yaptığınız önerilerin reddedilmesi ya da yapılmamış gibi davranılması, toplantılardan haberdar edilmemeniz, dışlanma, kişinin itibarına yönelik sürekli arkasından konuşulması, hakaret ve alaylara maruz bırakılması, aşırı iş yükü altında bırakılması, sorumluluk ve yetki alanına giren işlerin başkalarına verilmesi, kişinin kılık kıyafetiyle dalga geçilmesi, sürekli izlenmesi, işe gidiş geliş saatlerinin sürekli ve kasıtlı olarak kontrol edilmesi, performansının haksız yere yerilmesi, ya da işten atılmakla tehdit edilmek gibi davranışlar iş yerinde yıldırmaya dönük davranışlar olarak değerlendiriliyor. Kişinin işyerinde bu davranışlardan birine bile sistematik ve sürekli halde maruz kalması ise mobbing anlamına geliyor.

Sermayenin baskı aracı

Mobbinge karşı mücadele, bireysel anlamda olsa bile, giderek artıyor. Sorunun çok yaygın olması çok daha fazla çalışanın da durumundan haberdar olmasına ve mobbinge karşı mücadele etmesine yol açıyor. Hemen her gün günlük gazetelerde mobbingle ilgili bir haber ya da bir makale bulmak mümkün. Diğer yandan mobbingin iş yaşamında artışıyla birlikte artan iş gücü maliyeti nedeniyle sermaye açısından da bir sorun. Ancak rekabet ve kâr oranlarını arttırma kaygısı, sermayeyi mobbinge karşı önlem almasını sağlayacak çeşitli yaptırımlar uygulamaktan alıkoyuyor. Kâr odaklı üretim anlayışına sahip olan kapitalizm, varlığını sürdürebilmek için sürekli birikim ve yatırım yapmak durumunda. Birikim ise işgücü sayesinde gerçekleşiyor. Yani işçiler sermayeyi üretiyorlar. İşverenler sürekli birikim yapabilmek için emek sürecini çeşitli araçlarla baskı altına alıyor. Mobbing de bu baskı uygulamalarının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Şirketler rekabet edebilirliklerini arttırmak için bir yandan ücretleri kısarken diğer taraftan işçilerini daha çok çalıştırıyorlar. Bu nedenle çalışma yaşamımızda idarecilerin baskısını her an üzerimizde hissediyoruz. İş yerine 6 dakika geç kaldığımızda amirimizin yüzümüze o şekilde bakmasını, işler aceleye geldiğinde bedavadan fazla mesaiye kalmamızı istemelerinin ya da çay molasını kısaltmak istemelerinin ardında şirketlerin kâr hırsı yatıyor.

İşyerinde rekabetin kaynağı

Öte yandan kapitalizm, işçiler arasında rekabet yaratarak iş süreçleri üzerinde sürekli kontrol sağlamakta. Çalışanlar arasındaki çeşitli bölünmelere ek olarak; ücret düzeyindeki farklılıklar, prim sistemleri, hiyerarşik ilişki ağları rekabeti körüklemekte ve bu durum örgütsüzlüğün az olduğu işyerlerinde çalışanlar arasındaki çatışmaların artmasına neden olmakta. Örneğin; kamuda yaygın biçimde uygulanan performans sistemi, sağlık çalışanlarını standartların çok üzerinde hasta bakmaya zorlarken, diğer yandan çalışanların birbiriyle yarışmasına yol açarak örgütlenme kapasitesinin gerilemesine yol açmakta.

Bunun dışında işçiler arasındaki cinsiyet, cinsel yönelim, ırk, etnik köken ölçeğindeki bölünmeler de işgücü piyasasında asli yer tutuyor. Tüm bu bölünmüşlükler kapitalistlerin işgücü arzını yönetmek için kullandıkları araçları oluşturuyor. Örneğin “eşit işe eşit ücret” ilkesinde de görüldüğü gibi kadınlarla erkekler arasındaki ücret farklılıkları hâlâ aşılamadı. İşçi sınıfının farklı milletleri arasındaki ücret farkı ve iş bölümündeki hiyerarşik yapılanma da aynı şekilde milliyetçilik temelinde şekillenmekte. Sermaye sınıfı çalışanlar arasında bu tür bölünmeleri gayet iyi kullanıyor ve teşvik ediyor.

İşçiler cinsiyetçiliğe, ırkçılığa, milliyetçiliğe, cinsel yönelimler üzerinde uygulanan baskılara karşı mücadele ettiklerinde hareketi de birleştirme yeteneğini geliştirebiliyorlar. Bu da onları sermaye karşısında avantajlı duruma sokabiliyor. Nitekim 1968 yılında başlayan ve 1970’li yılların sonuna kadar devam eden, sivil haklar mücadelesi, cinsiyet eşitliği mücadelesi işçi hareketinin gelişip güçlenmesinde etkili oldu.

Yeni liberalizm ve mobbing

Ancak 1970’li yılların sonundan itibaren işçi sınıfının, sermayenin neo-liberal saldırıları karşısında, mücadele etme kapasitesinin gerilemesiyle birlikte örgütlülüğünde dünya çapında gerileme yaşandı. İşçi sınıfı içinde örgütsüzlüğün yaygınlaşması mobbing gibi saldırganlıkların da artmasına neden oldu.

Özellikle şirketler 1970’li yılların sonlarından itibaren kârlarının artışında sorun yaşamaya başladılar. Kâr oranlarının artışını sağlamak için yeni liberalizm olarak tanımlanan politikaları uygulamaya başladılar. Yeni liberalizm özellikle iki başlıkta geliştirildi. Bir yandan eğitim, sağlık gibi kamu hizmetleri özelleştirilirken, diğer yandan üretim süreçlerinde köklü yapısal değişimler meydana geldi. Örneğin İngiltere’de 30 yıllık bir süre içinde imâlat sanayinin yarısı kapanırken, Asya gibi ülkelerde imâlat sanayi yokken gelişmeye başladı. Eski sanayi kolları daraldı yeni sanayi kolları ortaya çıktı. Şirketler çalışma yöntemlerini değiştirerek kâr oranlarını yükseltmeye çalıştılar. Sermayenin yeniden yapılanma sürecinde devletin müdahalesi en aza indirildi. Eş zamanlı olarak devletler bütün ülkelerde sömürü oranlarını yükseltmek için bir dizi düzenleme gerçekleştirdi. İşçilerin daha uzun saatler çalışması ve daha az ücret alması için yasalar düzenlendi. Böylelikle işyerlerinde patronların daha kârlı üretim yapmalarına olanak sağlandı. Şirketler için geçerli olan bu temel yaklaşım tüm ülkeler için de geçerli hale geldi. Tüm ülkeler de diğer ülkelere karşı rekabet edebilirliklerini korumak için bu yasaları uyguladılar.

İşverenlerin kâr oranlarını yükseltmeleri ve işgücü maliyetlerini düşürücü önlemler alınması için sendikaların gücünü kıran birçok uygulamalar gerçekleşti. Bir yandan İngiltere’de 1984 yılında gerçekleşen madenci grevi yenilgiye uğratılırken, ABD’de hava kontrolleri grevinde olduğu gibi grev teşvik edilerek grevin yenilgisi sağlandı. Türkiye, Şili gibi pek çok ülkede de darbeler eşliğinde işçi örgütlerinin gücü azaltıldı. Bu durum işyerlerinde baskıların daha da fazla hissedilmesine; örgütlülüğü zayıflayan çalışanların, işverenlerin karşısında savunmasız kalmasına yol açtı.

Yine yeni liberal politikaların bir sonucu olarak esnek üretim ve iş tanımlarında yaşanan belirsizlikler sonucu mobbing uygulamaları da hızla arttı.

Mobbingi birleşerek durdurabiliriz

Sonuç olarak, işçi sınıfının -özellikle beyaz yakalıların- örgütlülüğünün yetersizliği mobbing gibi saldırıların da artmasının temel nedenini oluşturmakta. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de kayıtlı olarak çalışan işçi sayısının %9,21’i örgütlü. Bunlar da kendi aralarında çeşitli konfederasyonlara bölünmüş durumda. Bu durum işçi sınıfını sermaye karşısında savunmasız bırakıyor. Ancak mobbing bütün baskı çeşitlerinden farklı olarak çalışanlar arasındaki güven duygusunu da zedeleyen bir uygulama olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla mobbing çalışanları zehirleyen bir saldırı biçimi. Mobbing gibi kapsamlı bir saldırıyı durdurabilmek için örgütlü mücadele etmek gerekiyor. Bu nedenle mobbinge karşı sessiz kalmamak, bu meseleyi işçi ile işveren arasındaki kişisel bir mesele olmaktan çıkarıp, öncelikle tüm işyerini; buradan da hareketle işçi sınıfının tüm kesimlerini kapsayan bir mücadele biçimine dönüştürerek mobbingi durdurabiliriz. Mobbing uygulamalarının arkasında rekabetçi, çatışmacı kapitalist zihniyet yatmakta. İşçiler birleşik mücadele verdikleri ölçüde, başta mobbing olmak üzere tüm saldırıları geriletebildikleri gibi, örgütlenme yeteneklerini de geliştirebileceklerdir.