Sosyalist İşçi 217 (22 Nisan 2004)

 

Sayfa 8:

Hareketin birliği için…

Anti kapitalist hareket, yüzlerce tartışmayı da sürdürerek, Seattle'dan beri küresel politik gündemi belirliyor. Hareket, savaş karşıtı bir içerik kazandıktan sonra, hem milyonlarca insanı eylemlere çekti hem de kapitalizmle savaşlar arasındaki bağlantının görülmesini sağlayarak çok sayıda aktivistin anti emperyalizm odağında birleşmesini sağladı.
Hareket içerisinde giderek daha çok tanınan, daha çok güven duyulan devrimci sosyalistlerin işi ise ilk günkü kadar zor. Hareketin ilk günlerinde şu vurgunun altını çok sık çizmek zorundaydık: Anti-kapitalist hareket ile devrimci solun bir araya gelerek kaynaşması, yaşanması kaçınılmaz olan bir şey değil. Bunun gerçekleşebilmesi için, devrimcilerin kendilerini dönüştürmeleri gerekiyor. Bunlar, sağcı fikirlerin hegemonya kurmuş oldukları, dolayısıyla düşman bir atmosfer içinde Marksist fikirleri ve örgütü yaşatma kaygısının ister istemez belirleyici olduğu 1980'ler boyunca ve 1990'ların ilk yarısında edindikleri alışkanlıklardan kurtulmak zorunda kalacaklardır. Bugün, artık yeni çalışma yöntemlerine gereksinim var.
Devrimci sosyalistler başlangıçta el yordamıyla, hareket içinde deneyim kazandıkça da daha bilinçli ve örgütlü adımlarla yeni çalışma yöntemleriyle anti kapitalist hareket içinde yer aldı. Küresel hareketin savaş karşıtı bir harekete dönüşmesinde ve bu hareketin politik odağının keskinleşmesi ve kapsadığı kitlelerin milyonlara ulaşmasında devrimci sosyalistlerin katkısı azımsanmamalı.
Dünya Sosyal Forumu ve Avrupa Sosyal Forumu süreçlerinde küresel eylem takvimlerinin belirlenmesinde, hareketin politik odağının ne olacağı tartışmalarında milyonların hislerini ifade eden doğru politik sloganların öne çıkartılmasında devrimci partiler çok önemli roller oynadı.
Ama bu durum, bir tartışmanın gerilemesine değil, daha da öne çıkmasına neden oldu: Devrimci partiye gerek var mı? 15 Şubat 2003'te milyonlarca insan Irak'ta savaşa karşı dünyanın tüm meydanlarını doldurduğunda, ironi her zamanki gibi mücadele alanında yerini aldı ve devrimci bir partiye neden gerek olsun ki sorusu en beklenmedik yerde ortaya çıktı: "Neden bir partiye gerek olsun ki?", "Zaten hep birlikte değil miyiz?".
Bu sorunun, birisi doğal ve haklı, diğeri ise sekter ve zorlama olan iki kaynağı var.
Anti kapitalist hareket, G. Monbiot'nun da söylediği gibi, 'çok bileşenli.... karmaşık.... çelişkili' bir niteliğe sahip. Çok çeşitli ideolojik kaynaklardan yararlanıyor, içinde çok farklı gurupları barındırıyor ve son derece heterojen aktivistlerin eylemlerinden doğuyor. Üstelik, "Anti kapitalist bilinç, geleneksel solun 1980'lerdeki yenilgiler nedeniyle ve Sovyet Bloku'nun çökmesinin yarattığı kafa karışıklığı yüzünden zayıflamış olduğu bir ideolojik iklimde ortaya çıktı."
Sosyalizmi stalinizmle, devrimci partiyi Doğu Bloku'ndaki devlet erkanıyla özdeşleştiren bakış açısı, hareketin sosyalist sola güvensizliğinin temel nedeni. Bir diğer neden de kuşkusuz, solun çok çeşitli kesimlerinin, bu güvensizliği besleyen yaklaşımdan bir türlü vaz geçememesi. Hareketin inşasından önce örgtünün inşlasına öncelik veren ve harekete sadece örgütsel çıkarlarını gerçekleştirmek için katılanlar, yüzlerine hangi maskeyi taksalar da anti kapitalist aktivistler aptal olmadığı için samimiyetsizlik hemen açığa çıkıyor ve politik güvensizlik hakim ilişki haline geliyor.
Bu güvensizliği kırmak, hareketin aktivistlerinin değil, devrimci sosyalistlerin işi. Bu işin başarılmasının hamasi nutuklar atmaktan geçtiğini ve sadece devrimci teorinin köşe taşlarının anlatılmasına bağlı olduğunu düşünmek ise en büyük yanılgı. Hareket içinde neden devrimci bir partiye ihtiyaç duyulduğunu anlatabilmenin en iyi yolu, devrimci partinin hareketin "birlik içinde çeşitliliğini" kıskanç bir biçimde koruduğunu, devrimci sosyalistlerin hareketin genel çıkarlarını koruyan kampanyaların en samimi inşacıları olduğunu gösterebilmektir.
İspanya'da bombalı saldırılar sonucu ölen 200 kişinin anmasına 11 milyon kişi katıldı. Bu hareketin muazzam başarısı. Ama bu eylemlerde terörün sorumlusunun ABD'nin politikaları olduğunu anlatan sloganları öne çıkartan devrimci örgütlerin rolü de çok önemli. Aznar'ın devrilmesinde, terör karşıtı gösterilerin Bush ve Irak işgaline karşı gösterilere dönüşmesinin çok önemli bir payı var. 15 Şubat'ta milyonların savaşa karşı küresel-birleşik eylemde buluşmasında, bu eylemin gündeme alınması için canla başla mücadele eden devrimci partilerin vaz geçilmez bir rolü var.
Devrimci partilerin hareket içinde yer almasına ve parti örgütlerinin modası geçmiş ve hareketin önündeki kalıntı engeller olduğuna dair zorlama fikir ise, şaka gibi gelecek ama, parti olduklarının farkında olmayan partilerden üremektedir. Bu parti olmayan partiler, yeni kuşağın güvensizliğini beslemekte ve tahrik etmekte. Üstelik, yine "farkında olmadan" bir çok partiden çok daha "kazık ve sarsılmaz" siyasi programları ve fikirleri vardır. Sendikalarla bu işin olmayacağı, otonomlar halinde örgütlenmenin zorunluluk olduğu, gençliğin çok özel bir sınıfsal özne olduğu, lokal okul sorunlarının en önemli siyasal problem olduğu, tüm merkezi örgütlerin bürokratik-katı hiyerarşiden muzdarip oldukları, en doğru eylem biçiminin medyatik doğrudan eylemler olduğu, her eylemde polisle çatışmanın kural olduğu ya da her hangi bir çatışmaya bulaşmanın tümüyle yanlış olduğu, zaten kapitalizmin çok değişmiş olduğu, "öteki"ni görmezden gelen eski moda Marksistlerin devrini doldurmuş olduğu, işçici saplantının köhnemiş bir fikir olduğu gibi net görüşler adı konmamış siyasal programlardır.
Bu programa sahip olanlar, işte tam da burada, merkezi örgütlenmenin gereksiz olduğunu savunurken tam bir merkezi örgütlenmeyle harekete müdahale etmeye çalışırlar. "Öğrenci muhalafetleri", "Gençlik cepheleri", "Özgürlük platformları" ve "İnisiyatifler" hangi sıfatı alırlarsa alsınlar, üzeri bir miktar kazındığında, altından çok eski, çok yaşlı bir siyasi gelenek çıkar. Bu geleneğin, hareketin merkezi bir siyasi odakta birleşmesi, hareketin çeşitliliğinin korunması ve devamlılığının sağlanması gibi hareketin inşasının can alıcı sorunlarıyla ilgisi yoktur.
Hareketin birliğinin korunması gerekiyor. Hareketin çeşitliliğinin korunması gerekiyor. Hareketin gelişerek güçlenmesi gerekiyor. Hareketin aktivistlerinden Walden Bello, 24 Nisan 2002'de Floransa'da gerçekleşen Birinci Avrupa Sosyal Formu'nda "Floransa'da çok büyük bir zafer kazandık. Tüm dünyaya hareketimizin gerçek yüzünü gösterdik. Demokratiğiz, farklıyız ve barışçılız. Gelecek bizimdir" diyordu. Çok haklıydı. Hala çok haklı.
İngiltere'den savaş karşıtı aktivist Chris Nineham'ın görüşleri de aynı ölçüde haklı: "Hareketlerle partiler arasında bir fark var. ASF'de tartışılan tüm konular birbirleriyle ilişkili. Bir dizi birbirinden ayrı kampanya yapmıyoruz, bütün bir sisteme karşıyız. Siyasi partiler bunda merkezi bir rol oynayabilir, ama oy almak için radikal söylemi kullanan ve sonra da gücü elinde tutanlarla barışık olanlar değil. Ben, sistemin bütünüyle uğraşmak için mücadeleleri birleştirmeye çalışan devrimci partiler görmek istiyorum".


Şenol KARAKAŞ