Sosyalist İşçi 217 (22 Nisan 2004)
Sayfa
9:
Yaşayan, tartışan bir hareket
Antikapitalist hareket hakkında, özellikle Türkiye solunda, ama elbet
sadece burada değil, bir dizi eleştiri var. Aslında 'eleştiri' denebilir
mi, emin değilim. Hareketin niteliğini bilmemekten, anlayamamaktan kaynaklanan
'şaşkınlıklar' demek daha doğru belki.
Antikapitalist hareket, en geniş anlamıyla, 1980'lerin başından beri egemen
sınıfların tüm dünyada dayattıkları neoliberal siyasetlere karşı, bu siyasetlerin
yoksulluk, işsizlik, fakir ülkelerin borçları, çevrenin imhası, savaş gibi
her tür olumsuz etkisine karşı, bu siyasetleri dayatmak üzere yaratılmış Dünya
Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, IMF gibi kurumlara karşı, ve bu siyasetler sayesinde
kârlarına kâr katarak dev boyutlara ulaşan çokuluslu şirketlere karşı küresel
bir başkaldırı. Yirmi yıl boyunca, yaklaşık 1980-2000 arası, egemen sınıfların
küresel saldırısı karşısında şaşkınlığa uğrayan, dağılan, büyük yenilgiler
yaşayan, yer yer elbet savunma mücadeleleri veren ama sonuçta direnemeyen dünya
emekçileri, 1990'ların sonlarında nihayet toparlanmaya başladılar, daha yaygın
ve daha kapsamlı bir direniş göstermeye, başkaldırmaya başladılar. Güçler dengesi
değişmeye başladı, egemen sınıflar her istediklerini istedikleri gibi yapamaz
olmaya başladılar. Denge henüz bizden yana değil belki, ama 20 yıl boyunca
olduğu gibi tümüyle onlardan yana da değil artık.
Dahası, bu yeni direniş ve başkaldırı dalgasını oluşturan kitleler yeni bir
nesil. Yeni nesil olmalarının önemi şu: Bu işçiler, köylüler, öğrenciler, gençler,
etnik azınlıklar, çevreciler, 1980'lerin, 1990'ların yenilgilerini, kayıplarını,
moral bozukluklarını yaşamamış bir kuşak. Dolayısıyla, bir önceki neslin karamsarlığından,
yenilgi korkusundan özgür bir kuşak. Her şeyi on defa tartmak, temkinli olmak, "aman
yine yenilmeyelim" diye düşünmek ihtiyacı duymayan bir kuşak. Bu nedenle, daha
atak, daha radikal, daha canlı bir kuşak. Hedeflerini hızla seçen, hızla harekete
geçen bir kuşak.
Ve sermayenin son 20 yıllık hızlı küreselleşme sürecinin yarattığı bir kuşak
olduğu için, küresel düşünen, küresel hareket eden, 'doğal' olarak tüm içgüdüleriyle
enternasyonalist bir kuşak. Amerikan üniversitelerindeki gençler Hindistan
varoşlarında günde 1 dolara çalışan kadın işçileri sorun ediyor, Koreli genç
sendikacılar Irak'a saldırılmaması için gösteri yapıyor. Ve DTÖ, G8 veya NATO
zirve toplantıları basılacağı zaman, Amerikalılar, Koreliler ve Hintliler gösteriyi
birlikte örgütlüyor, sloganlarını birlikte saptıyor, gidip Cenova, Prag veya
Barselona'da spor salonlarında yerlerde uyuyup sokaklara birlikte çıkıyorlar.
Solun eleştirilerine gelirsek, hareketin niteliği, şu veya bu özelliği bir
yana, bu hareketin önemini kavramayan, boyutları ve radikalizmi karşısında
heyecan duymayan solcuların solculuğundan kuşku duymak gerekir. Bu hareketin
sınıf mücadelesinin tarihinde yeni bir döneme işaret ettiğini, bir yenilgi
döneminin sonunu müjdelediğini, güç dengelerini değiştirmeye başladığını fark
edemeyen solcuların gerçek dünyayla ne ölçüde ilişkili olduğunu sorgulamak
gerekir.
Bu hareket, yarın yenilse de, öbür gün sağa kayıp küçük reform mücadelerinde
eriyip gitse de, daha şimdiden dünyayı değiştirmiş bulunuyor. Kendi mücadelesinin
dar sınırları içinde boğulmayıp biraz kafasını kaldıran, dünyanın geri kalanına
bakan her işçi, her ulusal azınlık, her çevreci bugün düne kıyasla daha moralli,
daha mücadeleci, sosyalist fikirlere daha açık.
Bunları görmemenin, kavrayamamanın tek bir siyasi nedeni olabilir: dünyayı
sadece bir avuç devrimcinin değiştireceğine inanıyor olmak ve bu bir avuç devrimcinin
bu işi dünyadaki koşullardan ve kitlelerden bağımsız olarak yapacağına inanmak.
Böyle düşünenler, her koşulda, kitlelerden ayrı ve uzak, kendi işini yapar,
kendi küçük sekt örgütünün çıkarlarını kollar. Sosyalizmi kendi yaptığı iş
olarak tanımlar, başkalarıyla ilgilenmez. Hareketler gelir gider, sekt kalır.
Kalır ama, ne kendine bir yararı vardır, ne başkasına.
Sosyalizmi bir örgütün değil, işçi sınıfının kendi eylemi olarak anlayanlar
ve dünyayı bir sektin değil büyük kitlelerin değiştireceğine inananlar ise,
kendi örgütlerine ancak işçi sınıfıyla ve büyük kitlelerle ilişkisi içinde
anlam verir.
Antikapitalist hareket, devrimci sosyalist bir hareket değil elbet. İçinde
reformistler, sosyal demokratlar, anarşistler ve daha bin bir türlü siyaset
de var. Milyonlarca işçinin oy verdiği sosyal demokrat partileri yok sayan,
bu partilerin tabanıyla nasıl çalışmak, bu tabanı nasıl kazanmak gerektiği
üzerine kafa yormayan keskin solcular elbette bu hareketi de yok sayıyor. Önemli
olan kitlelerin hareketi değil çünkü, kendi keskinlikleri.
Oysa, antikapitalist hareket devrimciler için yepyeni alanlar yaratıyor, milyonları
direnişe, muhalefete, eyleme çekiyor. Ve her eylem, bu kitleleri yeni sorular
sormaya, yeni tartışmalar yaşamaya zorluyor. Her eylem daha çok kişiyi radikalleştiriyor.
Sosyalistler eylemlere katılan herkesi beğenmeyebilir, eylem önerilerini ve
siyasetlerin pek çoğunu yetersiz veya yanlış bulabilir. Gerçekten de öyle oluyor
zaten. Her eylem, toplantı veya Sosyal Forum'da reform fikirleriyle devrim
fikirleri tokuşuyor. Devrimci fikirlerin her zaman çoğunluk sağlayacağının,
hareketi belirleyeceğinin hiçbir garantisi yok elbet. Ama bu hareket "devrimci
değildir", "beyazdır", "burjuvazinin tuzağıdır" gibi ipe sapa gelmez nedenlerle
sosyalistler hareketin dışında kaldığı taktirde, hem hareketin hem de sosyalistlerin
tarihsel bir fırsatı kaçıracağı kuşkusuzdur.
Bu hareket, tüm kitle hareketleri gibi, yaşayan, tartışan, değişen bir hareket.
Sosyalistlerin işi, bu yaşamın, tartışmanın ve değişimin içinde yer almaktır.
Dışında kalanların işi nedir, onu bilemem.
Roni Margulies
Kısa Haberler
Nazi kampına hayır!
DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, 6 Nisan'da fabrika önünde düzenlenen
basın açıklamasına katıldı ve yaptığı konuşmada, imzalanan protokole
uyulmadığını belirterek, "Burasını Nazi kampına çevirmek isteyenlerle
nasıl mücadele edildiğini göstereceğiz" dedi.
Cerrahpaşa Hastanesi'nde eylem
SES Aksaray Şubesi üyesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi çalışanları servis haklarınıgeri
almak için 8 Nisan'da eylem yaptı. "Servis hakkımız gaspedilemez", sloganını
atan sağlık emekçileri sorun çözülmezse eylemlere devam edeceklerini söylediler.
ICFTU'dan Recep Tayip Erdoğan'a…
Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU), Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'a bir mektup göndererek, Lastik-İş Sendikası'nın lastik işyerleri için
aldığı grev kararının yasaklanmasını protesto etti. ICFTU'nun internet sayfasında
yer alan haberde, mektupta, Bakanlar Kurulu kararının, Türkiye'nin demokratikleşme
sürecine zarar verdiği ifade edildi. Kararın ILO'nun Türkiye'nin de kabul ettiği
87, 98 ve 158 sayılı sözleşmelerine aykırı olduğu dile getirilerek, bir kez
daha gözden geçirilmesi istendi.