Sosyalist İşçi 218 (7 Mayıs 2004)
Sayfa
10:
Brezilya'da Topraksız
Köylü Hareketi: MST
Önsözünü James Petras'ın yazdığı Topraksızlar kitabı, son yıllarda gözlerin
çevrildiği Latin Amerika toplumsal hareketleri içinde oldukça önemli bir
yere sahip olan MST'nin pratiğini anlatıyor. Kitabın ekinde ayrıca bir
de CD var. Yazarın kendi çektiği video CD, MST hareketinin pratiğini ve
aktivistlerinin düşüncelerini ekrana taşıyor.
MST, Brezilya'da büyük toprak sahiplerine karşı toprağı olmayan, tarım işçilerini
örgütlüyor. MST'yi konu edinen Topraksızlar, bu ismin hemen arkasından gelmesi
gereken "işçi" kelimesini unutarak, daha kapaktan önemli bir yanlışlıkla başlıyor.
MST'nin açık ismi Topraksız İşçi Hareketi. Bu ismin ve-rildiği kongrede "işçi" kelimesinin
eklenip, eklenmeyeceği üzerine çok yoğun tartışmalar çıkmış ve bundan sonra
karar verilmişti. Yani bu ismin özel bir anlamı var.
MST ismindeki "işçi" kelimesine rağmen, sendikal hareketin öncülüğüyle kurulan
Brezilya İşçi Partisi'ne (PT) karşı mesafeyi korudu. Bunda büyük ölçüde PT'nin
parlamenter perspektifine duyulan kuşku rol oynadı. PT seçim kazandığı bir
çok eyalette MST'nin beklentisinin çok gerisinde tarım politikaları uyguladı.
Lula iktidarı ele geçirdiğinde, PTile MST arasındaki mesafe de açıldı.
kitapta topraksızlar hareketi bir "Halk projesi" olarak tanıtılıyor ve bunun "başka
bir dünya" kurma projesi olduğu belirtiliyor. Oysa Petras, giriş yazısında
MST'nin "ulusal ve uluslararası pazarı da kapsayan bir biçimde, pazar için
üretmekte" olduğuna değiniyor. Petras daha sonra şunları ekliyor: "MST'nin
nihai hedefi demokrasi, ulusal egemenlik ve eşitliğe dayalı bir sosyalist toplumdur.
Hareket, Marx, Mao, Gramsci, Özgürlük Teolojisi'nin fikirlerinden, ekoloji
ve feminist düşünce akımlarından, (…) ulusalcılık ve enternasyonalizmden etkileniyor".
Marx, Mao, Özgürlük Teolojisi, ulusalcılık… sanki bunlar sosyalizm mücadelesinde
bir araya gelebilir düşüncelermiş gibi! Bir yandan da küresel piyasa ekonomisi
için üretim yaparken "başka bir dünya" kuran bir hareket… Kolayca tahmin edebileceğiniz
gibi söz edilen başkalık, 1989'da Berlin Duvarı'yla birlikte tarihin çöplüğüne
giden bir "sosyalizm"e çok benziyor.
Yazarın ve "Önsöz" yazarı Petras'ın bu başkalık ve sosya-lizme dair öznel ve
bizim katılmadığımız yorumlarını bir yana bırakırsak, MST'nin mücadelelerinin
ve kazanımlarının son derece önemli olduğunu kabul etmek gerekiyor. Ancak bunu
sosyalizmle karıştırmadan.
Kitabın Brezilya'daki tarım işçilerinin yaşamı üzerine oldukça bilgilendirici
olduğunu ekleyelim. MST Latin Amerika'nın en büyük taban hareketlerinden biri
ve DSF’nin Brezilya Örgütlenme Komitesi’nde. MST'nin toprak işgalleri Brezilya
Anayasası’na dayanıyor, yani legal eylemler, ama aynı zamanda büyük toprak
sahiplerine ve onları destekleyen devlet güçlerine karşı da çok önemli bir
direniş biçimi. Tarihte zayıf olanın kararlılığı ve direnciyle kazandığı böylesine
başarı örnekleri çok azdır. Ancak küresel kapitalizm içinde tarım işçilerinin
yaşamlarını bütünüyle değiştirecek bir düzenleme, ancak ulusal düzeyde radikal
bir altüst oluş ve toprakların yeniden adil bir şekilde dağıtımıyla olanaklı
olabilir.
Hakan GÖZİPEK
- Topraksızlar
Metin Yeğin
İletişim Yayınları, 221 Sayfa
MST ve Brezilya gerçeği
l MST 23 eyalette örgütlü ulusal bir hareket. Örgütün verdiği mücadeleler
sonucu 250 binden fazla aile 1.600 kadar yerleşim bölgesinde ekilebilecek
toprağa kavuştu.
l Toprak sahiplerinin yüzde 1'i, ekilebilen toprakların yüzde 50'sine sahip.
l MST, üretim, ticaret ve hizmet alanında 400'den fazla derneğe sahip.
l Tarım ürünleri, süt ürünleri ve et ürünleri alanında 49 kooperatif işletiyor.
l Bu işletmelerde yaklaşık 20 bin kişi çalışıyor.
l MST küçük ve orta boy 96 işletmeye sahip.
l MST adına çalışan 450'den fazla teknisyen ve sosyal yardım uzmanı var.
l MST topluluğunda 1.200'den fazla okulda 150 binden fazla çocuk, 3.800 öğretmen
tarafından eğitiliyor.
l MST'nin kontrol ettiği ve temel olarak yerleşim bölgelerine yayın yapan 30
kadar radyo istasyonu var.
İhale bitti, politika zamanı
2002 Kasım seçimleri ile 2004 Nisan yerel seçimleri arasındaki bir buçuk
yıl, Türkiye solu açısından, bir geleneğin geri dönemeyecek biçimde çekip
gitmesine sahne oldu. Neredeyse 1950 yılından beri (aslında TC'nin kuruluşundan
beri) sol, gündelik politikayı CHP'ye ve onun türevlerine ihale edip, kendisi
daha "ulvi" meselelerle uğraşmayı seçmişti. Sovyet, Çin ya da Küba Devrimi'nin
gelişme aşamalarını gün be gün, hatta saat be saat tartışabilen solcular,
gündelik ülke politikasında alternatifler üretmek yerine, bu tür "önemsiz" konuları
es geçmeyi, bu konuda kemalist/kurucu atanın kollayıcı kimliğinin ardında
kaybolmayı tercih ettiler. Bu tavrın doruk noktası, TBMM'de AP'lilerden
dayak yiyen TİP Milletvekili Çetin Altan'ın CHP'liler tarafından kurtarılması
oldu. CHP o muğlak halkçılığı ve devletçiliğiyle her zaman için, hatta "Ortanın
Solu" tabiri icat edilmeden de önce, bir nevi "solcu" sayılıyor, İttihatçı/Kemalist
gelişim çizgisinin içkin Jakobenizmi, "daha sol" için bir tür güvence addediliyordu.
Bu yüzden sol, her zaman için politika üretmektense genel teorik doğrularını
(ya da yanlışlarını) mümkün olan en keskin söylemle tekrarlamakla yetindi;
politikayı CHP yapardı ne de olsa: CHP Kemalist seçkinlerin varlık zeminini
korumak için bir tür kısmi devletçilik yaptığında sol bunu yetersiz bulsa
da alkışladı; CHP'nin halkçı (aslında popülist) söylemi, "sol"un popülizminde
her zaman bir yankı buldu; CHP milliyetçiliği sol yurtseverlikle her zaman
barışıktı zaten (İsmet Paşa'nın Johnson Mektubu'na cevabını hatırlayalım).
Ne yazık ki (ya da, daha doğrusu, neyse ki), CHP artık o CHP olmaktan tümüyle
çıkma sürecini tamamlamakta. Ne devletçilik kaldı ortada, ne anlamlı görünebilecek
bir popülizm. CHP milliyetçiliği ise, son Kıbrıs referandumlarında görüldüğü
gibi "ezilen ulus milliyetçiliği" kamuflajını tamamen atarak saldırgan, işgalci, "büyük
devletçi" yüzünü iyice ortaya serdi. Böylece (belki Perinçek'in İP'si hariç),
CHP'yi bir nevi büyük ağabey olarak görmenin hiçbir haklı, elle tutulur gerekçesi
kalmadı. Artık CHP'ye biraz olsun sempati ile yaklaşabilmek için, Deniz Baykal'ın
oynadığı iktidarsız muhteris komedyasını sineye çekebilecek, ya da CHP içi "muhalefetin" acıklı
iktidarsızlığına ortak olabilecek bir mideye sahip olmak gerekiyor. CHP'nin
Jakobenizmi zaten hiçbir zaman özgürlükten yana olmamıştı (Fransız Devrimi'nin
üç ilkesi içinde en kolay unutulanı da "Özgürlük"tür zaten). Şimdi ise bu görüntüyü
vermeye bile çalışmıyor artık. O da tıpkı AKP gibi, AB yanlısı, özelleştirmeye
ilke olarak taraftar; ama politik/idari açıdan AKP'ye göre çok daha (derin)
devletçi, militarist ve seçkinci bir tavır gösteriyor. Dolayısıyla sol açısından
CHP politikalarının hiçbir hükmü kalmadı.
Peki ama şimdi ne olacak? Onyıllardır gündelik politika yapmayı CHP'ye ihale
etmiş olan sol, bu boşluğu nasıl dolduracak? Bizim de (Kemalist atadan bağımsız)
bir Kıbrıs politikamız, bir uluslararası politikamız olacak mı? AB konusunda "isterük" ya
da "istemezük" demek dışında bir politik tavır üretmek zorunda mı kalacağız
şimdi? İşçilerin ekonomik/politik varoluşları artık CHP'den sorulamayacağına
göre, bu sorumluluğu nasıl yükleneceğiz? Kadınların ve farklı cinsel eğilimlerin,
Kürtlerin ve etnik azınlıkların, türbanlıların, Müslümanların, dinsel azınlıkların,
ateistlerin haklarını savunmak bize mi kalacak yoksa? Biz tabii ki bunların
hakları olduğunu ve bu hakları sonuna kadar savunacağımızı sık sık ve yüksek
sesle belirtmekten geri kalmamıştık bugüne kadar. Ama şimdi bu konularda günlük
ve acil politikalar üretmek, bu politikaları uygulamaya koyacak alanlar yaratmak,
stratejiler oluşturmak zorundayız. Belki de artık birbirimizle uğraşmaktan
vazgeçmek, "sol" politikayı diğer solcular hayrına sahnelenen bir temsil olarak
görmeyi bırakmak, gerçekten "polis"in, yani toplumun ve giderek dünyanın meseleleriyle
uğraşmaya başlamak zamanı gelmiştir.
Yani ihale dönemi sona erdi; zaman politika yapma zamanıdır.
Bülent Somay
sosyalist işçi ne savunuyor?
Aşağıdan sosyalizm
-Kapitalist toplumda tüm zenginliklerin yaratıcısı işçi sınıfıdır. Yeni
bir toplum, işçi sınıfının üretim araçlarına kolektif olarak el koyup
üretimi ve dağıtımı kontrol etmesiyle mümkündür.
Reform değil, devrim
-İçinde yaşadığımız sistem reformlarla köklü bir şekilde değiştirilemez, düzeltilemez.
-Bu düzenin kurumları işçi sınıfı tarafından ele geçirilip kullanılamaz. Kapitalist
devletin tüm kurumları işçi sınıfına karşı sermaye sahiplerini, egemen sınıfı
korumak için oluşturulmuştur.
-İşçi sınıfına, işçi konseylerinin ve işçi milislerinin üzerinde yükselen tamamen
farklı bir devlet gereklidir.
-Bu sistemi sadece işçi sınıfının yığınsal eylemi devirebilir.
-Sosyalizm için mücadele dünya çapında bir mücadelenin parçasıdır. Sosyalistler
başka ülkelerin işçileri ile daima dayanışma içindedir.
-Sosyalistler kadınların tam bir sosyal, ekonomik ve politik eşitliğini savunur.
-Sosyalistler insanların cinsel tercihlerinden dolayı aşağılanmalarına ve baskı
altına alınmalarına karşı çıkarlar.
Enternasyonalizm
-Sosyalistler, bir ülkenin işçilerinin diğer ülkelerin işçileri ile karşı karşıya
gelmesine neden olan her şeye karşı çıkarlar.
-Sosyalistler ırkçılığa ve emperyalizme karşıdırlar. Bütün halkların kendi
kaderlerini tayin hakkını savunurlar.
-Sosyalistler bütün haklı ulusal kurtuluş hareketlerini desteklerler.
-Rusya deneyi göstermiştir ki, sosyalizm tek bir ülkede izole olarak yaşayamaz.
Rusya, Çin, Doğu Avrupa ve Küba sosyalist değil, devlet kapitalistidir.
-Sosyalistlet bu ülkelerde işçi sınıfının iktidardaki bürokratik egemen sınıfa
karşı mücadelesini destekler.
Devrimci parti
-Sosyalizmin gerçekleşebilmesi için, işçi sınıfının en militan, en mücadeleci
kesimi devrimci sosyalist bir partide örgütlenmelidir. Böylesi bir parti işçi
sınıfının yığınsal örgütleri ve hareketi içindeki çalışma ile inşa edilebilir.
-Sosyalistler pratik içinde diğer işçilere reformizmin işçi sınıfının çıkarlarına
aykırı olduğunu kanıtlamalıdır.
-Bu fikirlere katılan herkesi devrimci bir sosyalist işçi partisinin inşası
çalışmasına omuz vermeye çağırıyoruz.