Sosyalist İşçi 218 (7 Mayıs 2004)
Sayfa
9:
NATO zirvesine ve Bush’un Türkiye gezisine
karşı kampanyalar
Düş dünyanın yakasından Bush!
Birleşmiş Milletler’i sürekli küçümseyen Amerika, 11 Eylül saldırılarından
sonra geliştirdiği Ulusal Güvenlik Stratejisi'nde NATO'ya topu topu birkaç
paragraf ayırmıştı. 1999 Balkan Savaşı sırasında ise, NATO ABD için önemli
işlevlere sahip bir örgüttü.
NATO bu savaş sırasında Doğu ve Orta Avrupa ülkelerini de içine alarak genişledi.
Bunun, ABD'ye 3 önemli katkısı oldu: 1. Hem Amerika'nın Soğuk Savaş döneminde
oluşan, 'Batı Avrupa'daki lider güç' konumunu korumasını, hem de bu konumun
Doğu'da da kabul edilmesini sağladı. 2. Amerika'nın önderliğindeki NATO'nun,
Orta Asya'nın kritik bölgelerine ekonomik ve stratejik olarak nüfuz etmesini
yasallaştırdı ve böylece yine Amerika'nın önderliğindeki NATO'nun 'bölge dışı
operasyonlara' girişmesine izin vermiş oldu. 3. Bu, Amerika'nın politikasını
belirleyenlerin kararlaştırmış olduğu, doğrudan Rusya'ya yönelik yeni kuşatma
stratejisi ile eşanlamlıydı.
Bir yıl sonra, ABD açısından ne uluslararası toplum fikrinin, ne de kendi işine
yaramayan küresel askeri ve ekonomik kurumların bir anlamı kaldı. Bush'un Ulusal
Güvenlik Danışmanı Condoleeza Rice şöyle diyordu: "Bizim yönetimimiz kendini
hayali bir uluslararası toplumun çıkarlarına göre değil, kendi ulusal çıkarlarına
göre şekillendiriyor".
Aradan iki yıl bile geçmeden, ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, "İstanbul'da
yapılacak NATO Zirvesinin NATO açısından bir dönüm noktası" olacağını söylüyor.
Rice ve Rumsfeld, rüzgargülü gibi neden dönüyorlar? Bu sorunun yanıtı, Küresel
Barış ve Adalet Koalisyonu'nun İstanbul'da gerçekleşecek NATO zirvesine ve
Bush ve Blair gibi isimlerin bu zirve için Türkiye'ye gelmelerine karşı başlattığı
kampanyanın ayırt edici politik vurgusunu oluşturuyor.
Hegemonya savaşının sözcüsü Bush
Bush'un "Önceden Misilleme" ya da "Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi"nin nedenlerini
ve ABD'nin Irak'ta ne yapmak, ne kadar kalmak ve sonra hangi adımları atmak
istediğini anlamak çok önemli. "Haydut devletler", "Kitle imha silahları", "El
Kaide" , "Halkları kurtarmak", "Demokrasi taşımak" gibi iddiaların, kendilerinin
bile inanmadığı süslü yalanlar olduğu ortada.
11 Eylül'den önce ve sonra geliştirilen fikir ve tutumlar, Afganistan'ın ve
Irak'ın bombalanması ve işgali, Bush ekibinin Amerika'ya karşı bir meydan okuma
tehlikesini engellemek bahanesiyle, Amerika'nın askeri gücünün otoritesini
tüm dünyaya, başta Çin, Almanya, Japonya, Rusya gibi güçlere kabul ettirme
araçlarıdır.
Uluslararası hukuk, Birleşmiş Milletler ya da NATO! Bunlar, ABD'nin kendi çıkarları
için görmezden geleceği, biçimlendireceği araçlar. ABD'nin küresel hegemonya
mücadelesi, egemenlerin her türlü küresel kurumunu yeniden şekillendiriyor.
Bush ve kabinesi, bu küresel hegemonya politikasının uygulayıcıları.
Bush, insanlık düşmanı tüm uygulamaların net bir ifadesi: emperyalist, çocuk
katili, kapitalist, çevre düşmanı, petrol çılgını, idamsever, kadın düşmanı,
ırkçı ve özgürlüklerin düşmanı. Bush, sadece küresel sermayenin askeri kanadının
sözcüsü olarak dünyayı ABD emperyalizmi lehine kanla yeniden şekillendirme
politikalarının simgesi değil, aynı zamanda, tüm dünyada milyonlarca insan
açısından tüm kötülük ve eziyetlerin bir simgesi.
Bush gelme! İs-te-mi-yo-ruz!
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, temel bir politik talep etrafında kuruldu
ve kampanyaları esas olarak bu talebin gerçekleşmesini hedefliyor: "Irak'ta
işgale son!" Tüm kampanyalar, bu temel politik vurgunun güçlenmesi ve ABD'nin
Irak'ta yenilmesi için çok daha geniş kitlelerin harekete geçmesini hedefliyor.
BAK, bu politik odak etrafında üç öncelikli hedefe sahipti: 1. Tüm Türkiye'de
bir kampanya birliği inşa etmek, 2. Küresel anti-kapitalist savaş karşıtı hareketle
ilişkilerin çok daha organik bir hale getirilmesi ve 3. "Örgütsüzleri harekete
geçirmek".
BAK, örgütsüzlüğü yüceltme eleştirisiyle karşılaştı. "Bireylere dayalı bir
kampanya" fikri, eski alışkanlıklara aykırı geldiği için, kolayca eleştirildi.
Oysa, BAK'ın ilk imzacılar metninde de görüleceği gibi, tüm yaşamını eşitlik,
özgürlük ve barış mücadelesine adamış ve hala bir dizi kurumun ve kitle örgütünün
yöneticiliğini yapan sayısız aktivist BAK'ta yer alıyor.
Bu insanların örgütsüzlüğü yücelttiğini iddia etmek mantık dışıdır. Yapılmak
istenen, savaşa öfke duyan, işgal ve ABD hegemonyası için, petrol için yapılan
katliamlara hayır diyen, ama öfkesini örgütleyecek kanalları bulamayan büyük
çoğunlukla birleşmek, onlara enerjilerini örgütleyebilecekleri kanallar açmaktır.
Klasik sol ittifaklar ya da kurumsal ittifaklar bu kanalları açamamaktadır.
BAK ise kurumlarla bireylerin savaş karşıtı bir ağ içinde birliğini sağlamak
için adımlar atıyor.
Bunun için, keskin ideolojik tartışmalara değil, üzerinde hızla anlaşılabilecek
kampanya taleplerine ağırlık veriyor. BAK'ın "Bush gelme.." kampanyası için
çıkarttığı ilk çağrı metninde şunlar söyleniyordu: "Emperyalizmin sözcülerinin
ve katillerin Türkiye'de ve şehrimizde istenmediğini göstermek, yaygın ve birleşik
bir kapmayanın ürünü olabilir ancak. Biz, sadece bir gösteriyle süper bombaların
yarattığı enkazların altında yaşamını yitiren yoksul insanlar adına duyduğumuz
öfkeyi yansıtmak istemiyoruz. Sadece bir protesto gösterisi örgütlemek istemiyoruz.
28-29 Haziran 2004'e kadar, ev kadınlarının, engellilerin, işçilerin, kamu
çalışanlarının, işsizlerin, sivil toplum örgütlerine üye olanların, vakıfların,
derneklerin, çocukların, yaşlıların, annelerin-babaların, sanatçıların, tüm
savaş karşıtı güçlerin, muhtarların, barış severlerin, üniversite öğrencilerinin,
mahalle derneklerinin, sağlıkçıların, öğretim elemanlarının, mimarların, mühendislerin
ve örgütsüz olan ama Bush adını duyduğunda aklına haksızlıklar gelerek öfkelenen
tüm kesimlerin vicdanını harekete geçirecek, öfkelerin birleştirilmesi için
kanallar yaratacak, toplumsal meşruluğunu yaygınlığından sağlayacak uzun soluklu
bir kampanya yapmayı planlıyoruz."
BAK bu adımları atıyor, toplumsal bir hareketi her gün mayalandırıyor. Bayrak
yarışı, keskin sol raconlar, örgütsel ittifakların bitmek bilmez tartışmaları
bizden uzak olsun.
Şenol Karakaş
Kadınlar üzerine küresel gerçekler
Kadınlar dünya işgücü toplamının yüzde 45'ini oluşturmasına rağmen, dünyadaki yoksul nüfusunun yüzde 70'i kadınlardan oluşuyor.
- Kadınlar, ekonomik olarak geri kalmış bir çok ülkede olağanüstü kötü koşullarda çalışmak zorunda kalıyor, haftada 60-90 saat çalışmak zorunda bırakılıyor.
- Kadınlar, tarım dışı sektörlerde, dünya ölçeğinde ortalama erkeklerin elde ettiği ücretin yaklaşık yüzde 75’i oranında kazanıyor.
- Dışsatım İşleme Bölgeleri'nde çalışan toplam 27 milyon işçinin yüzde 90'ını kadınlar oluşturuyor. Bu kadın işçilerin çoğunluğunu ise 16-25 yaş grubu oluşturuyor. Bu bölgelerde çalışma yasaları çoğu kez geçersiz ve işçi hakları askıya alınmış durumda.
- Her kıtada kadınlar erkeklerden daha az kazanıyor. Tarım dışı işlerde kadınlar dünya ölçeğinde erkek işçilerin ücretinin ancak yüzde 75'i kadar kazanıyor.
- Bangladeş'te kadınlar, erkeklerin kazandığının yüzde 42'si, Suriye'de ise yüzde 60'ı ve Şili'de yüzde 61'i kadar ücret alıyor.
- Kadınların yaptığı çoğu işler, örneğin çocuk ve bakıma muhtaç aile fertlerine bakım ve mutfak işleri, ücretsiz. Kadınlar yaptıkları işlerin yüzde 66'sını ücret almadan gerçekleştiriyor.
- Kadınlar ücretli işlerin en dibindekilere mahkum. Japonya'da kadın işçilerin yüzde 37'si düşük ücretli işlerde çalışmak zorunda kalırken, erkek işçilerin sadece yüzde 6'sı bu tür işlerde çalışıyor.
- Kadınlar dünya ölçeğinde yönetim düzeyindeki pozisyonların sadece yüzde 14'üne ve yüksek düzeyde yönetici kadroların ancak yüzde 6'sına sahip.
- Dünya ölçeğinde 1.5 milyardan fazla yoksulun yüzde 70'ini kadınlar oluşturuyor.