Sosyalist İşçi 219 (26 Mayıs 2004)

 

Sayfa 11:

‘Büyük Ortadoğu’ fantezisi

Bizim sağımız da, solumuz da proje meraklısıdır. Bir şeye proje dendi mi muhakkak ciddiye alınmalıdır. ABD'nin 'Büyük Ortadoğu Projesi' de Türkiye'de hayli ses getirdi. Tartışmaları izlediğinizde, sanki üzerinde yıllarca çalışılmış, dört başı mamur bir projesi var sanıyorsunuz ABD'nin. Bu bakış savaş karşıtları arasında da yaygın. Oysa işin sahibi Amerikalılar dahi proje demiyorlar tartışırken. 'Girişim' ya da 'inisiyatif' terimlerini tercih ediyorlar.
Amerika'nın sözü edilen coğrafya üzerindeki niyetleri malumumuz. Nihai hedefleri, Afrika'nın kuzeyinden Asya'nın ortasına dek uzanan ve esas olarak İslam coğrafyası diyebileceğimiz bölgede, sürdürülebilir bir hegemonya kurmak. Küresel hegemonyalarının tesisi için bölgeye hakim olmak istiyorlar. Jeopolitik teorilere göre, bunun için Avrasya'nın enerji kaynaklarının kontrolü şart.
Biz bu nihai hedefi biliyoruz da, ABD, tartıştığı 'Büyük Ortadoğu'nun altını nasıl dolduracağını biliyor gibi görünmüyor pek.
Vietkonglu komünistlerden bekliyorlardı belki ama, Irak'ta hiç de beklemedikleri bir 'savunma'yla karşılaştılar.Tüm Ortadoğu halklarının nefretini kazanmaya namzet 'Kürtler'i saymazsak, kökenleri ve mez-hepleri aşan ve birleştiren bir 'ulusal' direniş karşısında tek kelimeyle şaşkınlar. Bir 'B planları' yok.
'Büyük Ortadoğu' mümkün mü?
İşte tam da bu noktada, 'Büyük Ortadoğu' tartışmasını açtılar. İslam coğrafyasında uygulanmak üzere, sözde fundamentalist İslam'a karşı, 'yeni düzen'. İnsanlık adına demokrasi savaşı! Oysa insanlık vaadedilen demokrasinin fotoğraflarını gördü midesini tutarak. Direniş ve onun tamamen kazanımı olarak görülmesi gereken, işgal güçlerinin kirli çamaşırlarının serilip dökülmesi, ABD'nin niyetlerinin önündeki en büyük engel. Telaşlı açıklamaların aksine, münferit olan fotoğraflar değil, fotoğraflardaki askerlerin temsil ettiği Bush yönetimi!
İkinci olarak ileri sürülebilir ki, sözü edilen 'proje' bir teorik dayanaktan da yoksun. Bu açıdan 'proje' geçmişin 'Yeşil Kuşak' girişimiyle benzerlik taşımıyor. 'Yeşil kuşak' 'merkez'i çevreleyen şeridi kontrol altında tutma ihtiyacının ürünüydü ve ABD dışındaki diğer küresel aktörler nezdinde de bir ikna kabiliyeti mevcuttu. 'BOP' benzeri bir arka plana sahip değil.
ABD dış politikasında 'Büyük Ortadoğu' girişiminin önünü kesen ikiyüzlülükler de var. Bunların başında şüphesiz Filistin meselesi geliyor. İsrail terörünün sona erdirilmesi, Ortadoğu barışının olmazsa olmazlarından işgalin sona ermesi ve Filistin'in özgür bir ülke olarak uluslar topluluğuna katılması gerçekleşmezse, tartışılanların suya yazı yazmaktan başka anlamı olmayacak. ABD İsrail'in Filistinli sivillere karşı giriştiği katliamları dahi kına(ya)mıyor!
Diğer bir engel, Bush yönetiminin, baba Bush'tan yadigar ilişkileri. Özellikle Suudi oligarşisi ve bölgedeki -Saddam Hüseyin de dahil pek çok anti-demokratik yönetimle aralarındaki 'tarihsel' bağlar da, demokrasi götürme/kurma iddiasındaki Bush'u hayli zorlayacak.
Avrupa ile ilişkiler ayrı bir sorun. Avrupa, özellikle batıda Fransa ile doğuda Rusya, Bush'un girişimini pek de öyle suskunlukla karşılayacağa benzemiyorlar. "Made İn USA" nişanı taşıyan ve ABD'nin 'projesi' için önemli bir adım sayılabilecek Annan Planı'nın 'şurasına burasına' da olsa Rusya'nın koyduğu veto, bizce buna işaret olarak okunmalı. Çin'in küresel pozisyonu ayrı bir yazıyı hak ediyor elbette ama, Kıbrıs konusunda olduğu gibi pek çok başka konuda Rusya ile ortaklaştığı da gözardı edilmemeli.
Kaldı ki Avrupa'da ABD'nin 'girişimi' Türkiye'deki kadar ciddiye de alınmıyor. Bizim ciddi televizyonlarımızdakine benzer forumlar filan düzenlenmiyor. Bizdeki hassasiyetin ciddiyeti anlaşılabilir belki bölge ülkesi olmamız itibariyle ama, muradımız 'proje'nin ciddiyetini sorgulayabilmek.
Tartışma ne zaman bitecek?
ABD ılımlı saydığı Arap ülkelerinden dahi mesafeli mesajlar alıyor. Hüsnü Mübarek'in açıklamaları bu yönde yorumlanabilir. Arap egemenleri, "gösterdiğin sopa karşısında uyumlulaşma belki ama, şu demokrasi ısrarınız pek hoş değil" der gibi.
Arap halklarının ABD'ye duyduğu nefret hesaba katıldığında, Bush yönetiminin 'demokrasi zorlaması'nın bumeranga dönüşmesi ihtimali de hayli yüksek. Demokratik bir Ortadoğu ABD'nin kâbusu olabilir, tabii işbirlikçilerinin de.
ABD girişimine Avrupa'yı, Arap devletlerini, bu arada Türkiye'yi de ortak etmek istiyor.Tartışma Haziran’da önce G-8, sonra İstanbul'daki NATO zirvesinde sürecek. Buralardan da 'proje' adına uygulanabilir, somut sonuçlar beklemek sanırız doğru olmayacak. ABD'deki Kasım seçimlerinin tartışma üzerinde asıl belirleyici faktör olacağını düşünmek daha gerçekçi.
Bize düşen dünyanın tüm savaş karşıtlarıyla beraber, Bush yönetimini sallamaya devam etmek. Amerikan halkının onları silkeleyip atmasına yardımcı olmak.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, başka konularda ne düşündüklerine bakmaksızın, dileyen herkese bu imkanı sağlıyor. Onları bekliyoruz, Haziran’a hazırlanıyoruz. Şenliğe katılma zamanı!
Cem Hire


Sosyal forumlar hep tartışacak mı, alternatif için
somut adımlar da atmak gerekmez mi?

Sosyal forum nedir, ne değildir?

2001 yılında Brezilya'nın Porto Alegre kentinde gerçekleşen ilk Dünya Sosyal Forumu (DSF), çokuluslu şirket yöneticilerini ve bürokratları bir araya getiren ve dünyanın geleceği hakkında kararlar alan, Dünya Ekonomik Forumu'na karşı bir 'alternatif' olarak düzenlenmişti. Bu DSF'ye yönelik amaç, DSF'yi düzenleyenlerin mücadele anlayışlarını yansıtıyordu. Özellikle DSF'nin örgütlenmesinde etkin olan Attac ve Brezilya İşçi Partisi (PT) gibi yapılar, dünyanın geleceği üzerine fikirleri ve yeni projeleri tartışan, uluslararası kurumlar ve ulusal devlet yöneticileriyle diyalog kuran bir forum anlayışına sahip.
Attac'ın, Avrupa Parlamentosu'nda temsil edilen tüm partilerden üyelerin yer aldığı, lobi faaliyeti sürdüren grupları var. Brezilya Cumhurbaşkanı seçilen PT Genel Başkanı Lula, III. DSF'de gövde gösterisi yaptıktan hemen sonra, Davos'a, Dünya Ekonomik Forumu'na uçarak, iki forum arasında 'köprü olma'ya çalıştı. Lula'nın harekete sormadan, Davos ile Porto Alegre arasında, yani çokuluslu şirketlerin yöneticileriyle, bunların hakimiyetine karşı direnenler arasında kendisine biçtiği köprü olma misyonu, büyük eleştiri aldı. Bütün bunlar, sosyal forum sürecinde ağırlığa sahip bir kanadın yeni liberal politikalara karşı mücadelesinin sınırlarını gösteriyor.
Ancak bu pratiklere bakarak tüm forum hareketini yargılamak yanlış olur. DSF, 'hareketlerin hareketi' olarak, yani içinde irili ufaklı yüzlerce, binlerce toplumsal hareketi barındıran bir hareket olarak, çok farklı geleneklerin ve mücadele anlayışlarının toplamından oluşuyor. Nitekim geçtiğimiz ocak ayında Mumbai'de gerçekleşen IV. DSF'nin örgütlenmesinde, Hindistan'ın en büyük iki komünist partisi ve sayısız radikal toplumsal hareketin yanı sıra, milyonları Bush'a ve Blair'e karşı seferber eden savaş karşıtı hareketin en önemli örgütleri de yer aldı.
DSF'lerin sadece tartışmaların yapıldığı etkinlikler olarak görülmesi yanlış. Bu yanlış anlayış, DSF'nin yılda bir kez düzenlenen bir etkinlik olarak görülmesinden kaynaklanıyor. Oysa DSF yılda bir kez düzenlenen bir etkinlik değil, politik bir süreç. Bu süreç, her bir toplumsal hareketin DSF olsun, olmasın yeni liberal saldırılara, savaşlara ve her türlü tahakküme karşı yürüttüğü günlük mücadelelerin toplamından oluşuyor. DSF'nin buradaki rolü, bu bir birinden kopuk mücadelelerin deneyimlerini bir araya getirmek, bu mücadeleleri ortak düşmana karşı, ortak bir takvimde birleştirmek. Bütün bunlar kendiliğinden olmuyor. Her bir ulusal coğrafyada sayısız toplumsal hareket, tüm yıl boyunca çeşitli düzeylerde sürdürdüğü seferberliklerini, sosyal forum süreçleriyle ilişkilendiriyor. Bu bir yerel kent sosyal forumu düzeyinden, ulusal sosyal forumlara; buradan bölgesel ve kıtasal olana doğru, aşağıdan yukarıya bir piramit şeklinde yükseliyor. Sonuçta yılda bir kez gözümüze çarpan 'etkinlik', aslında tüm yıl boyunca süren mücadelenin deneyimlerinin buluştuğu bir forum.
DSF süreçlerinde alternatifler doğrultusunda somut adımlar atılıyor ve buna bağlı olarak somut kazanımlar da söz konusu. Bunların başında savaş karşıtı hareketin kazanımları yer alıyor. İnsanlık tarihinin en büyük kalabalıklarını sokağa çıkaran ve bunu küresel düzeyde gerçekleştiren günümüz savaş karşıtı hareketin bir dizi somut kazanımı oldu. Örneğin, 1 Mart 2003'te Ankara'da bir araya gelen savaş karşıtları, tezkereyi durdurarak, ABD'nin Irak'a kuzeyden cephe açmasını ve Türkiye'nin işgale ortak olmasını önledi. İspanya'da savaşa karşı mücadele eden milyonlar, Bush'un yakın müttefiki Aznar'ı seçim sandığına gömerek, bir başka büyük kazanım elde etti. Küresel direniş hareketinin daha bir çok alanda somut kazanımları söz konusu. Bunların başında Dünya Ticaret Örgütü'ne karşı Seattle'da ve Cancun'da elde edilen zaferler, çokuluslu ilaç tekellerinin patent hakları için başlattığı saldırılara karşı Güney Afrika ve Brezilya'da elde edilen başarılar geliyor.
Küresel hareket, kadına karşı uygulanan şiddete, seks ticaretine ve çocuk emeğinin sömürüsüne karşı küresel mücadelesini sürdürüyor. Yoksul ülkelerin borçlarının silinmesi kampanyalarını sürdürürken, cinsel ayrımcılığa ve cinsel yönelimlere karşı uygulanan baskılara karşı çıkmaya devam ediyor. Örgütlü işçi hareketiyle, genç aktivist kuşağın mücadelesi her geçen gün daha çok birlik yönünde ilerliyor. İçme sularının özelleştirilmesinden, sosyal devlet anlayışının terk edilmesine, küresel ısınmadan, genetik olarak oynanmış gıdalara kadar yaşamın her alanında küresel kapitalizme karşı mücadelede milyonlar bir araya geliyor. DSF, tüm bu mücadelelerin aktivistlerini bir araya getiriyor, tartıştırıyor ve ileriye yönelik yeni mücadele perspektiflerinin ve takvimlerinin oluşması için olanaklar yaratıyor.

F. Levent Şensever