Sosyalist İşçi 219 (26 Mayıs 2004)

 

Sayfa 6: Dünya

Savaşlar ihaleye çıktı

"Bu bizim kültürümüze yönelik bir saldırı, bir aşağılama biçimi. Biz ailemizin yanında bile soyunamayız; böyle öğrendik, böyle alıştık. Soyulmamızın, dövülmemizin, üst üste yığılmamızın bizim için ne anlama geldiğini biliyorlardı."
El Cezire televizyonuna çıkarılan ve Amerikan işkencelerinden geçen iki eski tutuklunun sözleri bunlar. Irak'taki hapishanelerde işkence gören, insanlık onuru çiğnenen yüzlerce insandan ikisinin. Irak'taki işgal askerleri, karşılarındaki direniş büyüdükçe insanlıklarından çıkıyor, savaş esiri muamelesi göstermeleri gereken insanlara, üstelik dünyanın gözüne soka soka, akla zarar işkence yöntemleri uyguluyorlar.
Bu işkencelerin amacı direnişçilerin sığınaklarını, kullandıkları silahların yerlerini, liderlerinin saklandığı yerleri, vb. öğrenmek de değil üstelik. Düpedüz insanları aşağılamak, insanlıklarından çıkarmak, bir "hiç" gibi hissettirmek.
Arap dünyasının sosyo-kültürel dokusu iyi incelenmiş, en fazla zararın nereden, hangi değerlere saldırılarak verilebileceği inceden inceye hesaplanmış. İslam coğrafyasında çıplaklık, hele hele de cinsellik, öyle uluorta, kafasına çuval geçirilerek, herkesin gözü önünde yaşanan bir şey hiç olmadı. İşkenceciler kültürel yapıdaki en hassas noktaya 'çalışıyor'.
Bu yaşananları Amerikan generalleri, Savunma Bakanı Rumsfeld, Başkan Bush ve tarihsel bir ihanete imza atan Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani dışında onaylayan yok yeryüzünde. Ama herşeye rağmen evdeki hesap çarşıya uymuyor; işkence fotoğrafları direnişi körüklüyor. Savaşın mağdur tarafı da yakaladığı Amerikan askerlerinin cesetlerini parçalayıp köprülere asıyor, TV'de canlı yayında bir Amerikalı işadamının kafasını palayla bedeninden ayırıyor. Elbette bunlar da onaylanacak yöntemler değil, bunlar da insanlık dışı. Ama uygulayanlar, Irak halkının aşağılanan, ayaklar altına alınan onurunun intikamını böyle aldıklarını düşünüyor olmalı.
Savaş da özelleştirildi
İşin bu kısmından daha önemli bir şey var aslında. Bu yöntemleri uygulayanların büyük bir kısmı, işgal için Amerikan ordusuna katılan (bunlara rezervist deniyor) sivil görevliler. Bunların bir kısmı da daha önce Amerikan hapishanelerinde görev yapan gardiyanlar. Irak'ta şu anda sayıları giderek artan paralı askerler ve özel güvenlik şirketleri var. Yani özel şirketler artık yalnızca savaşın yarattığı yıkımdan değil, savaşın bizatihi kendisinden de para kazanıyorlar. Paralı asker sağlamak, Bush yönetimi tarafından, artık bir sektör haline getirildi. Bush bu sektörde ilk denemesini Afganistan'da yapmıştı. Şu anda ise ciddi bir pazar oluşmuş durumda. Irak'ın doğal kaynaklarına el konulmasıyla elde edilen gelir paralı askerlere de aktarılarak, bu sektörün çarkı döndürülüyor.
Satılık savaş
Emekli askerlerden oluşan güvenlik şirketi sahipleri elemanlarına ayda 10 bin dolar (15 milyar TL) ödüyor. Tehlikeli bölgelerde bu rakam daha da artıyor. Ebu Garib'deki işkencelerin arkasında da, daha önce Guatemala, Şili, Bolivya gibi ülkelerde görev yapmış, iki CIA taşeronu şirket var: CACI International ve Titan Corporation. Felluce'de direnişçilerin cesetlerini parçaladığı dört kişi de bu şirketlerin elemanı. Bunlar para için adam öldürmeye, kaçırmaya, tecavüz etmeye, işkence yapmaya ve karşılığında büyük kazançlar elde etmeye gelmiş özel teşebbüsün elemanları. Hatta Irak'ın bazı bölgelerinde ABD askerlerinin güvenliğini bile bunlar sağlıyor. CNN ve BBC muhabirleri yanlarında bunlar olmadan gezemiyor.
20 bin paralı asker
Şu an Irak'ta 15 tane özel güvenlik şirketi 20 bin kişilik bir orduyla görev yapıyor. Bağdat Havaalanı'nı Custer Battles adlı bir firma koruyor. Erniys adında bir başkası (Güney Afrika-İngiliz ortaklığı) petrol alanları ve boru hatlarını korumakla görevli (Bu şirket Güney Afrika'da ırkçı Apartheid rejimi sırasında da siyahlara karşı kullanıldı). İngiliz Global Risk Strategies işgal yönetimini koruyor. Mühendisler Becthel ve KBR tarafından korunuyor. DynCorp ise yeni Irak polisini eğitiyor.
Bu şirketlerin bu yıl için toplam anlaşmaları 100 milyon dolar. İngiliz güvenliik şirketlerinin cirosu bu savaşla birlikte 320 milyon dolardan 1.8 milyar dolara yükselmiş. İngilizlerin özel SAS komandoları her yıl yetiştirdikleri elemanları bu şirketlere kaptırıyor. Direnişçilerin çok güçlü olduğu bölgelerde bu paralı askerlerin günlüğü 1.000 dolar!
İşgalin karmaşası içinde bunların sivil mi asker mi olduğu, hangi kurallara tabi oldukları, yargılanıp yargılanamayacakları sorulmuyor bile. Bu şirket elemanları hiçbir kuruma hesap vermek zorunda değil.
Kısacası ABD ve İngiliz emperyalizmi savaşı da özelleştirdi. Savaşlardan artık yalnızca silah ve petrol şirketleri değil, ihaleyle savaş satın alan şirketler de kazanıyor. Bu şirketlerin varlığı savaşların varlığına bağlı. İşgal edilecek ülke, işkence yapılıp öldürülecek halk kalmadığında bunların yaşama şansı da kalmayacak. Sermayenin değirmenleri dünyanın dört bir yanındaki yoksul halkların kanlarıyla dönüyor. Kapitalizm bütün iğrençliğiyle sürüyor.



Kerry Bush’dan daha mı iyi?

Amerika’nın iki partili sisteminin “ilerici” partisi Demokratlar’ın başkanlık adayı John Kerry.
Kerry savaş konusunda rakibi Bush kadar şahin politikalara sahip. Onun eleştirisi sadece Bush ve yönetiminin gerek savaş sırasındaki, gerekse de işgal dönemindeki çeşitli eksiklikleri ve hataları üzerine. Yani, ben olsam bus avaşı daha iyi yürütürdüm, Irak’ı sömürgeleştirmeyi, işgali daha iyi başarırdım diyor. Kerry Irak’ın Amerikan emperyalizmi için çok önemli olduğunu biliyor ve bu nedenle de ne Irak’a savaşa karşı ne de bugün sürmekte olan işgale.
Kerry Irak’a daha çok asker göndereceğini söylüyor. Yani savaşı yaymaktan yana.
Demokrat bu tür politikalarla uzun bir süredir Cumhuriyetçilerden oy kazanmaya çalışıyor. Demokratların stratejisine göre sendikalı işçiler, solcular, siyahlar ve diğer azınlıklar nasıl olsa çantada keklik. Sorun Cumhuriyetçilerin yalpalayan oylarını kazanmak. Bu nedenle de Cumhuriyetçilerin gerici politikalarına yakın ve hatta daha sağda politikalar savunulabilir. Nası olsa işçiler, siyahlar vs’nin oyu garanti!
Şimdi Amerika’da savaşa karşı çıkan, 11 Eylül sonrası medeni hakları savunan aktivistler arasında yoğun bir tartışma var. Sırf Bush’u devirmek için Kerry’e oy vermek gerekir mi, gerekmez mi?
Z-Net’ten Michael Albert Kerry’e oy verilmesini savunuyor. “Sonuçları seyrettiğinizi düşünün. Bush’un kazanması halinde kalbinizin ve ruhunuzun tepkisini düşünün. Aynı manzaradan dolayı milyarlarca insanın bu sıkıntıdan dolayı pasifizme düceğini düşünün. Bush ve çetesinin bu zaferin ardından istedikleri herşeyi yapabileceklerini ilan edeceklerini düşünün.”
“Bush’un gitmesini istiyoruz. Seçimlerden sonra Bush’un yerine hangi yönmetim olursa olsun onu istiyoruz.”
Bush’un devrilmesine bu denli önem verenler iki soruya cevap vermek zorunda. “Daha az kötü” olan bir Kerry yönetiminin politikaları “daha fazla kötü” olan Bush yönetiminden daha mı iyi olacak.? İkinci olarak ise acaba Demokrat Kerry’nin zaferi solun kendisine güvenini daha mı arttıracak?
Birinci sorunun cevabı açık. Kerry’nin kampanyası bugüne kadar ki propagandasında Bush’dan farkları olmadığını yeterince net bir biçimde anlattı. Ve zaten Cumhuriyeçileri yönetimine alacağını açıklarken bir farkı olmadığını da vurgulamaya çalışıyor.
1993’de Clinton Beyaz Saraya sayısız reform programı vaadi ile geldi. Bunların hemen hiçbiri gerçekleşmedi. Demokratlar tarafından garanti oylar olarak görülen kadınların, sendikalı işçilerin, siyahların, eşcinsellerin temsilcileri ise sürekli Clinton yönetimine biraz daha zaman tanımak gerektiğini vurguladılar.
Clinton ise kendisine tanınan zamanı iyi kullandı ve reformlar yapmak yerine sermayenin işine gelen adımları her alanda daha da hızlandırdı. İşçiler, emekçi kadınlar, eşcinseller ve siyahlar için Clinton yönetimi kendisinden önceki baba Bush ve Reagen döneminden daha olumlu değildi.
İkinci soruya gelince, Bush yenilgisi solun kendisine güvenini arttırmayacaktır. Ya da sorunu tersinden koyarsak, Bush’un zaferi solun kendisine güvenini sarsmayacaktır.
Clinton yönetiminin son yılları yükselen anti-kapitalist hareketi gördü. Bu hareket yönetimde Demokratlar olduğu için değil, tam tersine Demokratlara rağmen, Demokratlara karşı başladı.
Bugün sokaktaki aktivist için önemli olan bir Demokrat zaferi değil. Mart ayındaki kadın yürüyüşü türünden adımlar çok ama çok daha önemli. Bir milyon kadının seferber olması ve kürtaj hakkı için b u seferberliğin devam etmesi, bu hareketin diğer hareketlerle koordinasyonu bugün çok daha önemli.
Eşcinsel hareketi, siyah hareketi, işçi hakları için mücadele eden sendikalar, kadın hareketi, bunların yığınsal örgütlenmeleri, Irak’ta işgale karşı çıkan savaş karşıtı hareketle birleşmeleri solun kendisine güvenini çok daha fazla arttıracak olan gelişmelerdir.
Bu nedenle Amerikan solu için bugün asıl görev Kerry’nin kazanması için çalışmak değil, sokaktaki yığüın hareketlerinin örgütlenmesine katkıda bulunmaktır.
Son olarak, eğer gelecek Ocak ayında Bush gene Beyaz Saray’a dönecekolursa bu sadece sadece Kerry’nin uzlaşıcı yanlış politikalarının sonucudur. Bush’un başarısı değil.

Sinan Irmak