Sosyalist İşçi 219 (26 Mayıs 2004)

 

Sayfa 8: Orta sayfa

AKP'nin YÖK yasasına da yasaya
karşı çıkan YÖK'çülere de hayır!

Serbest piyasa eğitimi geliyor

AKP'nin çıkarttığı YÖK Yasası etrafında esaslı bir fırtına kopartıldı. Genelkurmay, CHP, rektörler, İşçi Partisi, Kemalistler ve hükümet üyeleri karşılıklı salvolarla birbirlerini suçladılar.
"Şeriat düzeni kurma çabaları" suçlamasından, "laikliğe saldırı" iddialarına, orduyu göreve çağıran yaklaşımlardan 19 Mayıs'ı kemalizmin yeniden doğuş günü ilan etmelere kadar komikliğe varan bir dizi tartışma yapıldı.
Bu arada Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Cevat Ayhan, hükümetin YÖK Yasası'ndan geri adım atmaması gerektiğini ifade ederek, "YÖK Yasası'ndan geri adım 28 şubat borazanlarına meydana terk etmek olur" dedi.
Kısa bir süre içinde önderliğini Genelkurmay'ın yaptığı cephenin temel iddiası, AKP'nin YÖK yasası'nın Türkiye'yi "Ilımlı İslami devlete" dönüştürmek için atılmış kocaman bir adımdı.
Bu arada Türkiye'nin bir şehrinde rektörler yürüyüşler düzenlediler. Mustafa kemal heykellerinin önünde "Kemalizm ve aydınlanma ruhu"nu göreve çağıran açıklamalar yaptılar. Cüppeli, Türk bayraklı bu göterilerin katımlının da küçüklüğü, yaşananların, bir bardak suda fırtına kopartmak olduğunu gösterdi.
Fakat bu fırtına kafaların karışmasına neden oldu. Bir dizi açıdan öğrencileri zora sokan YÖK Yasası, yasanın İmam Hatip Liselilere "çektiği kıyak" yüzünden tek bir cümle dahi tartışılmadı. Sanki yasa, İmam Hatip Liselilere sunduğu avantajlarla sınırlı gibi tüm toplum bu sorunu tartışmak zorunda bırakıldı. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal , Yasanın tek amacının "Lisede Arapça öğrenmiş, tefsir, kelam, hadis okumuş, fıkıh okumuş öğrencilerden yüksek yargıçlar, savcılar, öğretmenler, valiler, kaymakamlar çıkaralım" anlayışıdır açıklamasını yapması muhalefetin elinin kolunun ne kadar bağlı olduğunu göstermektedir.
Aslında yeni yasa öğrenciler açısından bir dizi vahim gelişmeye kapı açarken sadece 11 maddenin yeniden düzenlenmesinden ibaret.
Görmezden gelinen bir dizi gerçek var. Yükseköğretimi bitiren her 100 öğrenciden 32'si işsiz kalıyor, iş bulanların 46'sı da mezun olduğu bölümün dışında çalışmak zorunda kalıyor.
AKP'nin YÖK yasasının buna bir çözümü yok.
Tersine, AKP'nin uyarlamaları, ortaöğretime ortalama puan getiriyor ve bu puanı tutturamayanlar liseye dahi devam edemiyor. Puanı tutturanlar arasında ise sınırda olan öğrenciler sınava girmek zorunda.
Onbinlerce öğrenciye çok minik de olsa öğrenim yaşamı boyunca mali katkı anlamına gelen öğrenim kredisi ve harç kredisi AKP'nin düzenlemesiyle tümüyle kaldırılıyor.
Okulların mali yapısı tümüyle özel şirketlere havale ediliyor. Okul döner sermayeleri ortadan kaldırılıyor. Okul vakıfları dağıtılıyor.
AKP, tek kelimeyle, öğretimi serbest piyasanın insafına bırakıyor.
YÖK Yasası'na karşı, sadeve 60 bin İmam Hatip Liselinin ÖSS Sınav katsayısından dolayı elde ettiği avantaj etrafında yaratılan tartışma, AKP'nin gerçekten de öğretimi ticarileştiren yaklaşmına karşı güçlü bir muhalefet yapılmasını engelliyor.
Oysa başka bir üniversite mümkün! YÖK'ün tümüyle dağıtıldığı, öğrencilerin, öğretim görevlilerinin ve okul çalışanlarının kendilerinin öğretimin kaderini belirlediği, ticaret için değil toplumsal yarar için bilimsel eğitim mümkün!
Ne milliyetçi statükocu yaklaşımlar ne de AKP'nin küresel sermayeye kul köle eğitim anlayışı.

Hayali birlik, hayali karşı devrim!
İşçi Partisi'nden YÖK incisi

Doğu Perinçek, partisi ve başyazarı olduğu Aydınlık her konuda olduğu gibi bu konuda da hayali açıklamalar yaparak orduyu ve milleti bütünleştirmeye çalıştı. Tüm statükocu partiler arasında kulvarın en ucunda yer alan ve başı ağrısa orduyu göreve çağıran bu çevre YÖK konusunda yine muhafazakar tutumunu göstredi.
YÖK Yasası'yla 19 Mayıs'ı birbirine bağlama şekli ise enterasandı. Aydınlık gazetesi şöyşe yazıyordu: "19 Mayıs geliyor... Bu yıl 19 Mayıs, gençliğin, üniversitesine rektörleri ve öğretim üyeleriyle birlikte sahip çıkacağı bir gün olacak. Tayyip Erdoğan Hükümeti, imam hatipler için bastırdıkça, üniversiteler de o kadar birleşiyor. Önümüzdeki günler, üniversitelerin, Cumhuriyet kalesi olarak kalabilme mücadelesiyle geçecek".
İşçi Partisi için cumhuriyetin üç adet kalesi var: Ordu, üniversiteler ve İşçi Partisi. Hangi ordu, hangi üniversiteler? Gerçekten de ordu, emekçilere baskı uygulayan cumhuriyetin kalelerinden. Üniversiteler ve YÖK ise tüm demokratik muhalefetin neredeyse 12 Eylül'den beri karşı çıktığı bir yapıya sahip.
Bu çevre, sadece bu türden milliyetçi-muhafazakar muhalefetle özgürlükçü bir muhalefetin önüne taş koymakla kalmıyor, Kıbrıs sorununda olduğu gibi çürük elma koalisyonları kurarak aşırı sağa giderek yaklaşıyor.

Sosyalistler ne diyor?

İşçi sınıfının merkezi rolü

Bütün önceki ezilen sınıflarla karşılaştırıldığında, kapitalizmde işçi-ler büyük bir avantaja sahipler.
Kapitalizm, kendi amaçları için işçileri büyük şehirlerde ve kasabalarda bir araya topluyor. Onları fabrikalarda ve ofislerde bir araya gelmeye zorluyor. Ve işçilere önceki egemen sınıfların ortalama kültür düzeyinin bile çok üzerinde bir eğitim veriyor.
Bunun sonucunda kapitalizm işçileri, sendikalarda, partilerde, kooperatiflerde vs kendini kolayca örgütleyebilen bir güç haline getiriyor. Şimdiye kadar tarihte hiçbir sömürülen sınıf, toplumu ele geçirecek ve yönetecek böylesi bir kapasiteye sahip olmamıştı.
Bu dönüşümün anahtarı, yaşamları, şu anda kapitalizmin gücünü ve zenginliğini ürettikleri gerçeğinin hakimiyeti altında olan insanların ta kendisidir.
Sosyalizm, büyük çoğunluğun, zaten kendilerinin ürettiği zenginliğin kontrolünü ele geçirmeleri demektir. Aktif bir şekilde kendisini örgütleyen, üretim araçlarının kontrolünü kapitalist sınıfın elinden almış, insanların gerçek ihtiyaçlarına dayanarak toplumu yeniden şekillendirmek üzere yola çıkmış bir işçi sınıfını dışarıda bırakan hiçbir "sosyalizm" görüşünün tek bir fasulye tanesi kadar bile değeri yoktur!
Sosyalizme giden yol ve sosyalizmin amacı birbirlerinden ayrılamazlar. Bizler, bir grup akıllı insanın-entellektüeller, parti liderleri, milletvekilleri, gerilla ordusu güçleri vs.- insanlığı kapitalizmden kurtarabileceğini varsayan, sosyalizmin "yukarıdan aşağıya" inşa edilebileceği yönündeki tüm görüşlere tamamen karşıyız.
Sosyalizm, parlamentonun eylemleri yoluyla ya da herhangi bir diktatörlük ya da azınlık hareketi tarafından inşa edilemez.
Bundan dolayı devrimci sosyalistler her zaman hem sosyal demokrat geleneğin hem de stalinizmin eşit oranda karşısında olmuştur. Her ikisi de "yukarıdan sosyalizm" politikasını savunur.
Sosyalizm sadece çalışan milyonlarca sıradan insan-kadın ve erkek, eşcinsel ve heteroseksüel, siyah ve beyaz-kendisini demokratik bir şekilde "aşağıdan" örgütlediğinde ve karar almayı sağlayan bütün güç biçimlerini bizi bugün yöneten azınlığın elinden almak ve kendi kollektif gücünü sosyal yaşamın ve üretim yaşamının her yüzüne kabul ettirmek üzere yola çıktığında mümkün hale gelir.
Sosyalist bir toplumun temel prensibi, bugünkü "parlamenter demokrasi"nin sınırlı prensiplerinin çok daha ötesine geçen, en geniş demokrasiyi oluşturmaktır. Demokrasiyi güvence altına almak ve onu genişletmek için, işçi sınıfı, şu anda kendi hayatlarını şekillendiren meseleler hakkındaki kararlardan dışlanan insan kitlelerinin aktif müdahalesine ihtiyaç duyar.
Kapitalizm, her ikisi de sosyal, ekonomik ve politik yaşam üzerinde demokratik, yaygın bir kontrol kurmanın önünde doğrudan bir engel oluşturan iki unsurun bileşimidir. Bunlardan birincisi sömürü, ikincisi ise rekabettir.
Sömürü-üretim fazlasının çoğunluğun emeğinden azınlık tarafından çıkarılıp alınması- kaçınılmaz olarak hiyerarşiye ve demokrasinin olmayışına dayanır. Kârların küçük bir azınlığa akışını korumak için, özel mülkiyetin ve devlet mülkiyetinin bizim üzerimizdeki toplumsal gücü bütün bir şefler, ustabaşılar, yönetici-ler, polis, gardiyanlar ve en nihayetinde ordu tarafından sağlanır.
Aslında kapitalizm sadece sınıf sömürüsüyle tarif edilemez. Onun bir diğer temel unsuru "piyasa" ve rakip devletler ve şirketler arasındaki rekabetin gerekliliğidir. Aslında, bu rekabet kapitalist sınıfı sürekli olarak sömürü oranını artırmaya ve işçi sınıfı üzerindeki kontrolünü devam ettirmek için her türlü yeni yönteme başvurmaya zorlar.
Aynı zamanda rekabet ve piyasa hiç kimsenin kontrol edemediği ve krizler yoluyla gelişen bir dünya üretir. Bu dünyaya kâr hakimdir ve genel çıkarlar geri plandadır-bunun sonucunda kapitalist sınıfın küresel ısınma gibi evrensel tehditlere verecek etkili bir cevabı olamaz.
Rekabetçi birikim tarafından yönlendirilen kapitalist üretim varolan toplumların yaşam kaynaklarını yok ediyor ve bugün bu sistem gezegen üzerindeki yaşamı çok ciddi bir şekilde tehdit edi-yor. Kaynakların gelişimini ve makul bir kolektif yaşamı engelliyor.
Anarşinin ve kapitalist rekabetin ve sömürünün yıkıcılığının gerçek pratik alternatifi, demokratik ve işbirliğine dayalı planlamanın yaygınlaşması ve gelişmesidir.
Sonuçta, insanlar demokratik bir şeklide kendi ihtiyaçlarının, isteklerinin ve önceliklerinin ne olduklarını kendileri seçmedikleri sürece nasıl karar verebilirler?
Çoğunluk tartışmalara katılamadıkça ve nasıl değişiklikler yapacağına karar veremedikçe, planlar mantıklı bir şekilde nasıl değerlendirilebilir ve değiştirilebilir?
Böyle bir dünya, ancak işçilerin, dünyayı sömürücü yöneticilerinin elinden almak ve onu kendi kollektif güçlerinin kontrol etmek üzere kendilerini örgütlemeleriyle mümkün olur.

Colin Barker

Çeviren: Arife Köse