Sosyalist İşçi 219 (26 Mayıs 2004)

 

Sayfa 9: Orta sayfa

Ordu elini siyasetten çek!

Mecliste kabul edilen YÖK Yasa Tasarısı'ndan sonra, beklenen olay gerçekleşti ve Genelkurmay Başkanlığı basın açıklaması yaparak yasayla ilgili görüşlerini açıkladı. Açıklamada şunlar söyleniyor.
- "Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlılığı şüphesiz olan kesim ve kurumların bu değişiklik tasarısını benimsemesinin beklenmemesi'' gerekiyor,
- "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) cumhuriyetin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti nitelikleriyle ilgili düşünceleri ve tavrı dün ne ise bugün de aynıdır ve yarın da aynı olacaktır. Hiç kimsenin TSK'nın bu düşünce ve tavrı üzerinde şüphe ve yanılgı içinde olması düşünülemez''
- "Söz konusu kanunlar; imam hatip liselerini, sadece din hizmetinde görevlendirilecek eleman yetiştiren öğretim kurumları olarak tanımlamaktadır. Olaya bu açıdan bakıldığında, söz konusu değişiklik tasarısının bahse konu bu kanunların lafzına ve ruhuna uygun olduğunu söylemek mümkün değildir."
- "Hatırlanacağı gibi, 2003 Ekim ayı içerisinde, meslek liselerine ilişkin bir kanun tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunulmuş, ancak kamuoyunda oluşan tepkiler üzerine gündemden düşürülmüşken, yaklaşık altı ay sonra, ne değişmiştir ki aynı kapsamda bir kanun tasarısı, birçok kurum ve kesimin karşı çıkmasına rağmen yeniden gündeme getirilmiştir."
İşte Genelkurmay'ın "beklenen" açıklaması bu! Bu açıklamanın bir bölümü ordunun Türkiye'de kendi rolünü de açığa çıkarttığı için bu bölümü de aktarmakta yarar var. Açıklamada şöyle deniliyor: ''Türk Silahlı Kuvvetleri, Avrupa Birliği sürecinde ülkemizin önünü açıcı ve yapıcı katkı sağlamak amacıyla, son anayasa değişiklikleri içerisinde yer alan doğrudan kurumumuzla ilgili konularda dahi karşı görüş belirtmek için haklı gerekçeleri olduğu halde, görüş belirtmekten özenle kaçınmıştır."
İşte sorun tam da burada. Genelkurmay bir atanmışlar topluluğudur. Atanmışların, seçilmişlerin aldığı kararlarda söz söyleme hakkı yoktur. Çalışır çabalarsınız, Onurlu Ordu Mensupları Partisi (OOMP) adıyla bir parti kurar ve siyasete atılırsınız. Bundan böyle siyasi gelişmelerle ilgili açıklamalarda bulunabilirsiniz.
1980 darbesinin mimarı Kenan Evren, darbeyle elde ettiği miting kürsülerinden dini açıklamalar yapıyor ve övünüyordu. 1980 darbesi ve ardından gelen dönem, Süleyman Demirel'in başbakanlık yaptığı 1975-1978 döneminden sonra en çok İmam Hatip Lisesi'nin açıldığı dönem oldu. Demirel döneminde 233 adet lise açılırken, darbe ve ardından gelen Özal döneminde 90'dan fazla İmam Hatip Lisesi açıldı.
Toplumsal muhalefete karşı işine gelen her türden baskıyı (fişleme, darbe, "postmodern darbe" örgütleme, hapse tıkma, işkence, psikolojik harekat gibi) uygulamakta kendisini özgür hisseden ordu mensuplarının, siyasi gelişmelere müdahale etme hakkı yoktur. Demokrasinin alanını daraltan bu adımlara karşı, siyasi açıklamalar yapan her ordu mensu-bunun hakkında soruşturma başlatılmalıdır. Ordu elini siyasetten çekmelidir.


CHP:
Askere değil emekçiye yaslan!


CHP, uzun bir süredir olduğu gibi, YÖK konusunda da muhalefetini statükoyu savunmaya indirgedi. YÖK Yasa Tasarısı Meclis Genel Kurulu'na gelmeden önce CHP Grup Başkanvekili Haluk Koç orduya göz kırpan açıklamalarda bulundu.
Koç, "'Olay genişleyebilir. Sıkıntılı boyutlar çıkabilir. İktidar toplumsal huzura dinamit koymamak için özen göstermeli, dikkat etmelidir'' dedi.
CHP Grup Başkanvekili tüm kemalistler gibi öcü yaratmayı da ihmal etmedi: ''Şöyle bir tuzak var, tüm genel liselerin imam hatip liselerine dönüştürülmesi, eğitimin dinselleştirilmesi tehlikesi var. Yağmurdan kaçarken doluya tutulunmuş olur''.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ise tasarının Meclis’te görüşülmesi sırasında söz aldı ve "tasarının büyük telaşla, çok değişik çevreleri tahrik ederek" geçirilmeye çalışıldığını söyledi. Baykal hocalarla, aydınlarla karşı karşıya karşıya gelen her hükümetin gitmek zorunda olduğunu söyledi.
Baykal her zamanki gibi yanılı-yor. Bir hükümet, büyük emekçi yığınlarıyla karşı karşıya gelmesi ve işçi sınıfının öfkesini çekmesi durumunda gider. Rektörlerin işçi sınıfının parçası olduğu ise çok tartışmalı! Her biri kemalist, statükocu ve milliyetçi yaklaşımla YÖK Yasası’na karşı çıkan rektörlerin gücü, sadece okulda hakları için mücadele eden öğrencilere yetmektedir. Onu da okul önlerinde bekleyen polisleri göreve çağırarak yapabilmekteler.
Rektörler şimdi kimi göreve çağırıyor acaba? Tıpkı Baykal gibi devletin koruyucusu gördükleri orduyu.
Deniz Baykal ve CHP, muhalefet yapmayı orduya yaslanmak ve statükoyu savunma olarak gördükleri sürece sadece AKP'nin elini güçlendirmiş oluyor.


Haberin arkası
Milyonlar evlerine mi dönüyor?

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu'na soldan muhalefet edenlerin öne sürdükleri tartışmalar öyle çarpıcı çelişkiler içeriyor ki, bazen BAK toplantılarında ne diyeceğimi bilemez oluyorum (daha doğrusu, biliyorum, ama zaten kırılgan olan birlik havasını bozmak istemediğim için, söyleyemiyorum).
Çelişkilerin en çarpıcısı şu: Birisi kalkıyor ve savaş karşıtı hareketin geri çekilmiş olduğunu, dünyanın şu veya bu yerindeki bir gösterinin küçük olduğunu, geçen seneki kitleselliğe ulaşılamadığını anlatıyor, bunun moral bozukluğunu, karamsarlığını taşıyor ve toplantıya yansıtıyor. Tartışmanın bir başka noktasında, genellikle aynı kişi, kalkıp "Bush'a karşı yüz binlerce kişiyi sokaklara dökeceğiz de ne olacak, ertesi gün hepsi evlerine dönecek. Londra'da geçen yıl 2 milyon kişi gösteri yaptı da ne oldu?" diyor.
Yani gösteri küçük olursa demoralize olup karamsarlığa kapılmalıyız, yüz binleri bulursa yine demoralize olup karamsarlığa kapılmalıyız!
Bu saçmalık, Türkiye solunun geniş kesimlerinin devrim anlayışından kaynaklanıyor. Devrimi kendilerinin yapacağını, bir avuç bilinçli, keskin, tüm marksist klasikleri ezberlemiş, çelik kadronun yapacağını düşündükleri için, ve bu çelik kadro (yani kendi örgütleri) küçücük olduğu için, her koşulda karamsarlığa kapılıyorlar. Morallerini yükseltebilen tek şey, kendi küçük örgütlerinin bir keskinlik yapması, en büyük pankartı taşıması, en devrimci sloganı bağırması, polisle en sert şekilde çatışması. Bir kampanya toplantısındaki 100 kişi veya bir savaş karşıtı gösterideki 100.000 kişi tümüyle çelik kadrolardan (yani kendi üyelerinden) oluşmadığı için, umurlarında bile değil. Nasılsa bu 100.000 kişi ertesi gün evlerine dönecek!
Devrimi, toplumun değiştirilmesini, kitlelerin kendi eylemiyle değil, bir avuç devrimcinin eylemiyle gerçekleşecek bir şey olarak görünce, 2 milyon kişinin gösteri yapmasının hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur elbet. Geniş kitlelerin harekete geçmesi, radikalleşmesi, politikleşmesi, mevcut toplumu (bütünsel değil, kısmî bir şekilde de olsa) sorgulamaya başlamasının bir önemi yoktur elbet. Bu kitleleri daha da radikalleştirmeye, politikleştirmeye, kısmî muhalefetlerini genelleştirmeye çabalamanın, bu amaçla taktikler, eylem biçimleri geliştirmeye çalışmanın anlamı yoktur elbet.
Bir avuç kişinin yaptığı şeye (bunlar istedikleri kadar devrimci olsunlar) devrim değil, darbe denir. Devrim ise kitlelerle ilgili bir süreç, toplumsal bir süreçtir. Dolayısıyla, toplumu değiştirmek isteyenler, kitlelerin ne düşündüğünü, harekete geçip geçmediğini, nasıl geçirilebileceğini düşünmek zorundadır. İki milyon kişinin sokaklara dökülmesi toplumsal bir hareketliliğe, değişime işaret eder.
İngiltere'de 2 milyon, Türkiye'de 100.000 kişi sokağa çıktığında, bu kitlenin bakkallardan ve işadamlarından oluşması mümkün değildir; ezici çoğunluk işçilerden, emekçilerden ve bunların çocuklarından oluşur. Bunlar ertesi gün evlerine değil, işyerlerine, üniversitelerine ve okullarına dönerler. Ve zaten bütün toplum sokaktaki 100 binleri görmüş, duymuş olduğu için, her işyerinde ve okulda tartışma konusu bu olur. Gösteriye katılıp radikalleşen işçiler ve gençler bu radikalliği işyerlerine ve okullarına taşır. Gösterilerin yarattığı daha radikal, daha politik hava sendika hareketine, tüm muhalif hareketlere ve toplumun bütününe yayılmaya başlar. Sessizlik kırılır, kitlelerin özgüveni yerine gelir, moraller düzelir, direngenlik, mücadelecilik artar.
İngiltere'de 2 milyon kişi yürüdüğünden beri Blair hükümeti belini doğrultamadı. İspanya'da milyonlar defalarca sokaklara çıktıktan sonra Aznar hükümeti düştü. Biz de 27 Haziran'da kitlesel bir gösteri gerçekleştirelim, gelenlerin ertesi gün evlerine dönüp dönmediğini sonra tartışırız.

Roni Margulies