Sosyalist İşçi 220 (11 Haziran 2004)
Sayfa
10:
Popüler bir kampanyayı nasıl inşa edeceğiz?
ABD’nin Irak’a saldırmasından önce dünyanın çeşitli ülkelerinde
başlayan savaş karşıtı hareket bir çok ülkede çok büyük yığınların
sokağa çıkmasına, aktif bir biçimde saavaşa, ABD emperyalizmine
ve daha sonra da işgale karşı çıkmasına yardımcı oldu. İngiltere’de,
İtalya’da, İspanya’da milyonlar seferber olurken, birçok ülkede
de bu denli büyük olmasa da yüzbinlerin katıldığı gösteriler
oldu. 20 Mart 2003’de, ABD ve İngiliz savaş uçakları Irak’ı bombalamaya
başladıkları gün sayısız ülkede grevler, boykotlar yaşandı. Kısacası,
büyük kalabalıklar harekete geçti.
Aradan bir yıldan fazla zaman geçti. Şimdi de birçok ülkede işgale karşı gösteriler
oluyor. Gösterilerin boyutları elbette küçüldü ama gene de küçümsenmemesi gereken
gösteriler yaşanıyor.
Türkiye’de ise savaş karşıtı hareket çok iyi bir başlangıç yaptı. 1 Aralık 2002’de
kurulan çok geniş bir koalisyon savaşa karşı hareketi başlattı. 1 Aralık gösterisi
adeta Türkiye’nin Seattle’ı oldu. 160 örgüt bir araya geldi. Sendikacılarla,
politik İslam, eşcinsellerle, sosyalistler yanyana gösteriye çıktı.
Ne var ki Türkiye’nin statükocu, sekter solu kısa zamanda bu oluşan büyük, çok
renkli ve çok sesli ittifakı kuşa çevirdi. Çalışmalarına Irak’ta Savaşa Hayır
Koordinasyonu olarak devam eden örgütlenme kısa zamanda bir sol platform oldu.
Çeşitli sol örgütler sonraki süreçte hareketi büyütmek, yeni
güçleri harekete kazanmak için çalışmak yerine kendi durumlarını güçlendirmek
için çalışmaya başladılar. Sonuçta 1 Aralık’ta yakalanan olumlu havaya rağmen
Türkiye’deki savaş karşıtı hareket oldukça küçük oldu.
1 Mart günü tezkerenin durdurulmasında ise açık ki 15 Şubat tarihinde dünyanın
binlerce kentinde savaş karşıtlarının milyonlar halinde sokağa çıkmalarının büyük
bir katkısı vardı.
Şimdi yeniden yoğun bir kampanya faaliyeti var. Bir tarafta aylardır savaş-işgal
karşıtı bir hareket inşa eden ve bugünlerde “Gelme Bush” kampanyasını sürdüren
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu var. Diğer tarafta ise çeşitli sol grupların
oluştı,urdukları çeşitli kampanyalar, birlikler, komiteler vs var.
Bir tarafta tüm faaliyetini esas olarak kendi örgütlerini genişletmek üzere kuran
sol, diğer tarafta ise hareketi inşa etmek için çaba sarf eden Küresel BAK.
Bir tarafta, tüm propagandasını sadece emperyalizm kavramına dayandıran, oluşturduğu
platformunbile isminde “emperyalizm” teriminin geçmesi için kıyasıya mücadele
eden bir sol örgütlenme, diğer tarafta ise katılımı arttırmak için çalışan Küresel
BAK.
Bir tarafta, savaşa karşı savaş diyenler, sıkılı yumruklarla beşerli sıralar
halinde askeri nizam içinde yürüyüp askeri bir örgütlenmeye, NATO’ya karşı çıkanlar,
diğer tarafta ise herkesin katılabileceği bir düzen içinde, sırasız, müzikli,
neşeli bir biçimde yürüyen Küresel BAK aktivistleri.
Bir tarafta, dört bir yanda 2030 kişi ile, bazan çok daha küçük sayıda insanla
“eylem” yapan solcular, diğer tarafta büyük kalabalıkları bir araya getirerek
toplantılar düzenleyen, toplantılarda Bush’u ve politikalarını, NATO’yu ve emperyalizmi
teşhir eden Küresel BAK.
Neden arada böyle bir fark var? Çünkü bir tarafta sadece kendi örgütünü inşa
etmeye çalışan solcular var, diğer tarafta ise hareketi inşa etmeye öncelik veren
sosyalistler var.
Sadece kendi örgütlerini inşa etmeyi düşünenler ideolojik saflıklarını korumak
çabası içindeler. Bu nedenle iki lafın birinde “emperyalizm” demekteler. “Savaşa
Hayır”, “Gelme Bush” sloganlarını yetersiz bulmaktalar. “Savaşa Hayır” denirse
herkesin gelebileceğini biliyorlar eğer böyle olursa ideolojik saflıkları bozulacaktır.
Bu nedenle onlar “emperyalist savaşa hayır” demeyi tercih ediyorlar. Hem böylece
kimse anlamasa bile onlar bu arada “bütün savaşlara değil, sadece emperyalist
savaşlara hayır” demiş olacaklar.
Ne var ki “emperyalist savaşa hayır” dedikçe, “Gelme Bush” yerine “emperyalizme
ve NATO’ya hayır“ dedikçe hareket büyümüyor. Toplumun büyük çoğunluğu savaşa
karşı olmasına rağmen, toplumun büyük çoğunluğu Bush’un İstanbul’a gelmesine
ve NATO’nun İstanbul’da toplanmasına karşı olmasına rağmen solcularla birlikte
harekete geçmiyor. Seyirci olarak kenardan seyretmeyi tercih ediyor ve sonuç
olarak ta toplumdaki hakim ideolojiye teslim oluyor.
Hareketi inşa etmek isteyenler bugün henüz büyük bir sıçrama yapabilmiş değiller.
Böylesi bir çalışma yeni başladı. Daha yeni yeni kendi tarzını, kendi söylemini
buluyor. Daha yeni yeni büyük yığınlara bnir başka sol hareketin de mümkün olduğunu
anlatıyor, güven vermeye çalışıyor.
Ama şurası kesin, çok uzak olmayan bir süreç içinde eski, statükocu sol hızla
gerilemeye başlayacaktır. Bu arada yeni bir solun inşası için çok hızlı adımlar
atmak gerekir.
Küresel BAK sosyalist bir kampanya örgütü ya da birliği değildir!
Kadıköy BAK faaliyetleri yoğunlaştıkça, sol partilerden eylem birliği çağrıları
da yoğunlaşmaya başladı. Bu yüzden şunu vurgulamak istiyorum. Bazı yerel
kampanyalarda BAK'ın bazı partilerle ittifak kurduğunu öğreniyoruz. BAK partilerle
ittifak kurmaz, kuramaz.
BAK, tek odaklı, yani savaş karşıtı (yani bugün Irak işgalinin sona ermesi
talebi etrafında) aşağıdan bir eylem ağı kurmayı hedefler. BAK'ın mantığına
sahip çıkan her parti BAK'ı destekler ve güç katabilir ama BAK asla geleneksel
sol örgüt ve parti ittifaklarının parçası olamaz. Bu, çeşitli sol ittifakların
kılıfı haline gelmiş kampanyalarla da birlikte kampanya örgütlenemez anlamına
gelir.
Birlikte yapılabilecek hiçbir şey yok mudur? Kuşkusuz vardır ve BAK bu yönde
sık sık adımlar atmaktadır. Merkezi eylemler birlikte örgütlenebilir. 20 Mart'ta
olduğu ve 27 haziran'da da (umarım) olacağı gibi.
Kurulduğu günlerde en ağır hakaretlerle suçlanan BAK'a bugünlerde yoğunlaşan
birlikte eylem ya da toplantı örgütleme çağrılarını da anlayabimiş değilim.
Geçenlerde karşılaştığım bir arkadaş BAK'a ATTACK çizgisinde, sivil toplumcu
gibi eleştiriler yöneltti. Kuşkusuz NATO Karşıtı Birlik üyesiydi. BAK'ın ne
sağcılığı, liberealliği ne de sivil toplumculuğu kaldı, o kadar benzersiz eleştirilerle
karşılaştık ki...Evrensel gazetesinde EMEĞİN Partisi Genel Başkanı'nın Yeni
Dünya Düzeni yaklaşımını kolaylaştıran bir örgüt olarak suçlamasını da ben
kendi adıma unutmadım. Ya da üniversitelerde BAK aktivisti arkadaşlarımızın "BAK
sadece toplantı yapacakmış, merkezi eylem yapmayacakmış", "BAK Kuzguncuk'ta
oturma eylemi yapacakmış, gücü yeterse Boğaz Köprüsü'ne yürüyecekmiş", "BAK
sadece balon uçuracakmış" gibi duydukça hayretlere düştüğüm "eleştirilere" maruz
kalıyorlar. Sonra da yerellerde kampanyayı birlikte örgütlemek için muazzam
bir basınç uygulanıyor. Bu arkadaşlar balonları kendileri uçuramıyorlar mı
da BAK'ı mutlaka ama mutlaka toplantılarının bir parçası haline getirmek istiyorlar?
BAK sol giçbirliği girişimlerinin, sol ittifak anlayışlarının bir parçası olamaz,
çünkü kuruluş mantığı buna izin vermez.
Doğal olarak bunlar benim BAK'ı anlama biçimim. Kuruluş metninde örgütsüz ama
harekete geçebilecek, savaşa öfkeli ama harekete geçebileceği kanalları bulmakta
zorlananlara bu kanalları açmak için kurulduğu net bir biçimde yazıyor BAK'ın.
İttifakların boğucu tartışmaları değil, sokakta kampanya örgütlemenin, doğrudan
aktivizmin nefes aldıran dinamizmini tercih ettik. Bu konuda atacağımız binlerce
adım var daha ama hangi adımları atmayacağımızı da çoktan öğrendik. Eylem birliği
için her zaman bir araya gelinir ama BAK sürekliliği olan bir kampanya birliğini
adım adım örgütlemeye çalışıyor. Söylemek istediğimi özetlersem, BAK sosyalist
bir kampanya örgütü ya da birliği değildir!!!!
Şenol Karakaş
Sosyalistler ne diyor?
Parlamento çözüm mü?
Neden devrimin gerekliliği konusunda bu kadar ısrarlıyız? Neden yeni bir
toplumun kurulması için yasalara uygun oy verebilecek sosyalist milletvekilleri
seçmiyoruz. Bu şiddetten kurtulmamızı sağlamaz- mıydı?
İşçiler oy kullanma haklarını nasıl kazandı? Büyük gösteriler ve ayaklanmalarla.
Kadınlar oy kullanma hakkını nasıl elde etti? 1900'lerin başında oy hakkı için
mücadele edenler sayesinde. Halkın bugüne kadar sahip olduğu hakların ve demokrasinin
genişlemesi yönünde atılan her küçük adım, büyük kollektif eylemler sayesinde
kazanıldı.
Şiddet sorununa gelince, bu soyut bir şekilde tartışılamaz. Tarih boyunca işçi
hareketlerindeki dikkat çekici nokta, barışçıl olmalarıdır. Kendi gücünü ve
ayrıcalıklarını korumak için sürekli şiddet kullanan egemen sınıf olmuştur.
Ordu ve polis şiddetiyle karşılaştıklarında işçilerin de bazen şiddet kullanmak
zorunda kaldıkları bir gerçek. Fakat, özellikle gerçek bir devrimde tuğla,
kurşun ya da barikattan çok asker ve polise egemen sınıfın saflarını bırakarak
halkın safına geçmeleri gerektiğini anlatan politik tartışma kullanılır.
"Sosyalizmi parlamenter yollarla kurmak" bir dizi büyük zayıflığa sahiptir. Milletvekilleri
seçilir seçilmez kendilerini seçen insanların kontrolünün dışına çıkar. İnsanların
seçtikleri milletvekilini geri çağırma hakkı yoktur. Milletvekilleri, kendilerine
oy verenlerin taleplerine değil, partilerinin şeflerine sadakatle bağlıdırlar.
Örneğin, İngiltere'de oy verenlerin çoğu Irak'a yapılan saldırıya karşıydı, fakat
hükümet buna aldırmadan savaşa girdi.
Parlamento seçimlerinin dört-beş yılda bir yapılıyor olması, aslında toplumsal
ve siyasal mücadelelerin gerçek temposuna uymaz. Bir hükümet çoğunluk tarafından
istenmiyor olmasına rağmen hükümette kalmaya devam edebilir.
Parlamento devleti dahi kontrol etmez. Kıdemli devlet görevlileri, polis ve
ordu güçleri, yargıçlar vb. seçilmez, atanır. Bunlar, kendi anti-demokratik
planlarını gerçekleştirmeye çalışır. Bizim hayatımız için önemli olan kararların
büyük çoğunluğu zaten devletin dışında, kapitalist tekellerin toplantı salonlarında
alınır. Parlamentolar genel yasalarla ilgilenirler, fakat hükümetin gerçek
işi belirli durumlarla baş etmektir: Büyük şirketlerle yapılan anlaşmalar,
silah satışları, hastaneleri ve okulları özelleştirme planları, mültecileri
ülkeden kovma çalışmaları...
Bunlar, insanların hayatında büyük öneme sahip olmalarına rağmen bizim "seçilmiş
temsil edemeyenler"imizin, yani milletvekillerinin çözemeyecekleri konular
olarak kalırlar.
Büyük Alman sosyalisti Rosa Luksemburg'un yüzyıl önce söylediği gibi, sosyalizmin
parlamento yoluyla kurulabileceğini iddia edenler aslında kapitalizmin biraz
düzeltilmiş versiyonunu öneriyorlar.
Peki sosyalizmin parlamento yoluyla kurulabileceğini düşünmüyorsak, parlamentonun
kullanılmasına tamamen karşı mıyız?
Örneğin, Bernadette Devlin Kuzey İrlanda milletvekili seçildiğinde, zamanını
ülkeyi dolaşarak, işçileri muhafazakarlara karşı grev yapmaları için teşvik
ederek geçirdi. Devlin, parlamentodaki konumunu, Kuzey İrlanda Katolikleri’nin
ve Kuzey İrlanda'daki İngiliz yönetimine karşı olanların öfkesini dile getirmek
için kullandı.
Savaş zamanındaki Alman Parlamentosu’nda bir milletvekili olan Alman devrimci
sosyalist Karl Liebknecht, görevinin, parlamentoyu savaşa karşı ajitasyon yapmak
için kullanarak "pencereden konuşmak" olduğunu söylemişti.
Parlamento gübre yığınıdır. Fakat bu yığının üzerinde durursanız sesiniz daha
uzağa ulaşır. Milletvekili seçilmiş bir sosyalist, ajitasyon yapabileceği bir
megafon kazanmış olur. Ama içinde sosyalist bir milletvekili olması parlamentoyu
gübre yığını olmaktan çıkarmaz.
Gerici güçler, bir halk devrimi olasılığının bulunduğu her yerde, "parlamenter
yolu kullanma" talebini ısrarla ileri sürecektir. Bu durumda, halk hareketini
geri çekmek isteyenler parlamentoyu destekleyecektir ve tabanda "parlamentarizm" ve
sosyalizm arasında gerçek bir mücadele yaşanacaktır.
Colin Barker
Çeviren: Arife Köse