Sosyalist İşçi 220 (11 Haziran 2004)

 

Sayfa 11:

Sosyal forum nedir, ne değildir?
Sosyal forumlar amaç mı, araç mı?

Kapitalizmin yapısal sorunlarını aşmasında sermayeden yana bir seçenek olarak görülen yeni liberal küreselleşmenin çözümsüzlüğü ve krizleri her geçen gün giderek daha belirgin oluyor. 1997-98 Asya Krizi'nden bu yana ortaya çıkan sayısız ekonomik kriz, emperyalist ülkelerin hegemonyalarını sürdürmek ve güçlendirmek için giderek daha fazla militarist seçeneklere baş vurmaları, Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ) iki bakanlar toplantısının başarısızlıkla sonuçlanması... ortaya çıkan manzara yeni liberal projenin iflas etmiş yüzü.
Küresel kapitalizmin krizi, başka bir dünya arayışı içinde olan toplumsal hareketleri son derece önemli ve kritik koşullarla karşı karşıya bırakıyor. Tarihsel olarak ekonomik ve siyasi krizler her zaman verili koşulların radikal bir şekilde aşılmasında ve toplumsal direniş hareketlerinin devrimci rolleri üzerinde çok önemli etkilere sahip olmaktadır. Bugün de radikal toplumsal değişimlere gebe kalındığı böyle bir dönemden geçiyoruz. Üstelik de bu durum tarihte hiç bu kadar küresel düzeyde olanaklı olmamıştı.
1990'lı yıllar, uzun süren bir yenilgi dönemi yaşamış olan toplumsal hareketlerin, yeniden tarihin sahnesinde başrole soyundukları bir dönem oldu. 2001 yılının başında Dünya Sosyal Forumu (DSF) sürecinin başlaması ve yine aynı yılın sonunda, küresel savaş karşıtı hareketin ilk örgütlenmelerinin ortaya çıkması, bu yeni döneme bir başka boyut kattı. 11 Eylül'ün arkasından DSF sürecinin önemi bir kez daha görüldü. Şayet 11 Eylül sonrası Bush'un petrol ve hegemonya savaşlarına karşı yeryüzünde kımıldayan her şeyi "terörist" hedef olarak gösterip, saldırmasına karşı DSF gibi küresel direniş odaklarımız olmasıydı, güçlü bir küresel başkaldırının örgütlenmesi son derece zor olacaktı. Nitekim küresel hareketimiz 11 Eylül saldırılarının hemen ertesinde bir süre sendeledi, bocaladı, ancak sonra hızla toparlandı ve özellikle savaş karşıtı bir hareket olarak eskisinden çok daha güçlü bir şekilde gelişti.
Sadece yüz binlerin sosyal forum süreci içinde yer alıyor olması tek başına yeterli değil. 125.000 kişinin katıldığı, 1.000'den fazla etkinliğin gerçekleştiği Mumbai'de düzenlenen IV. DSF elbette harekete büyük yarar sağlamaktadır. Ancak tarihsel bir dönemden geçtiğimizi bir kez daha vurgulayalım. Yeni liberal politikalara karşı mücadele süreci sonunda ya hareketimiz geri çekilecek ve dünyaya hükmedenler hükümdarlıklarını sürdürecek, ki bu seçenek insanlığın barbarlığa sürüklenmesi anlamına da geliyor, ya da bizim hareketimiz kazanacak ve daha iyi bir dünya için olanakların önü açılacak. Bu anlamda, yeni liberalizme ve onun savaşlarına karşı direnişin sembolü olan DSF de bir yol ayrımının arifesinde denilebilir.
Burada iki nokta önemli. Birincisi, DSF süreci içinde söz konusu olan bir araya gelişlerin küresel harekete kazandırdıklarıyla ilgili olanı. İkincisi, küresel sosyal forum süreçlerinin ulusal düzeyde toplumsal hareketlerin mücadelesine kattığıyla ilgili.
Sosyal forum süreçleri içinde ortaklaşılan bir çok küresel mücadele takvimine bakıldığında, sürecin küresel direniş açısından son derece önemli olanaklar yarattığı ortada. Elbette DSF süreci sadece küresel eylemlerin ortaklaştırılmasıyla sınırlı değil. Sosyal forumlar süreci içinde yüzlerce, binlerce tartışma sürüyor, etkinlikler gerçekleşiyor ve buluşmalar düzenleniyor. Tüm bu karşılıklı etkileşim ve sosyalleşme, sosyal forum zemininde politik olanla buluşuyor. Ancak tüm bu toplumsal ve politik zenginliklerin sürece katılmak konusunda yeterli kaynaklara sahip olmayan yerellerdeki toplumsal hareketlere arzu edildiği düzeyde taşındığı ne yazık ki söylenemez.
Bu bağlamda DSF'nin bir amaç değil, bir araç olarak görülmesi son derece önemli. DSF başka bir dünya mücadelesinde toplumsal değişimin öznesi değil; bu özneleri bir araya getirebildiği oranda önem ve anlam kazanacak olan bir araç. Her araç gibi, DSF de ancak doğru kullanıldığı takdirde işlevsel olacak. Örneğin mücadeleye dayanmayan bir DSF'nin "düşünsel bir süper market"e dönüşmesi, giderek aktivizmle olan bağını koparması işten bile değil.
Burada yeni liberal politikalara karşı mücadeleyi "sosyal" ve "politik" olarak suni bir şekilde ayırma eğilimi ciddi bir tehdit olarak karşımızda duruyor. Attac'ın kurucularından Bernard Cassen'in savaş karşıtı hareketi fazla politik ve radikal bularak, "sosyal olan mücadele"yi gölgede bırakma tehlikesine işaret etmesi, bununla yetinmeyip, Attac aktivistlerini radikal hareketlerden uzak durması için uyarması bu eğilimin güçlü bir dışa vurumu. Sosyal olanla politik olan arasındaki bu ayırım suni bir ayırım ve büyük oranda entelektüellerin objektif durumlarıyla ilgili. Oysa sosyal forum aktivistleri, sosyal yaşamlarında karşılarına çıkan sorunlara karşı doğrudan eylemleriyle politik olarak müdahale etmede veya Bush'un savaşlarıyla çokuluslu şirketlerin hakimiyeti arasındaki bağı görme konusunda son derece başarılı bir pratiğe sahip.
Ancak yine de DSF'yi fetişleştiren, onu alternatif bir BM olarak tasavvur eden, büyük kaynaklara ve iyi eğitimli, entelektüel anlamda son derece üretken olmanın koşullarına sahip sivil toplum kuruluşlarının (NGO) süreç üzerinde olası bir egemenlik kurmalarına karşı duyarlı olmak ve bu tehditi ciddiye almak gerekiyor. Buna karşı DSF süreçlerini aşağıdan yukarıya inşa edilen toplumsal kitle örgütlerine açık tutmak ve bu mücadele içindeki hareketlerin sürece entegrasyonunu sağlamak, yeni liberal bir dünyaya karşı direniş mücadelemizde önümüzde duran önemli görevlerden biri.

F. Levent Şensever


Solda 28 Şubatçılık devam ediyor
Geçtiğimiz günlerde Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü'nde Ekonomi Topluluğu'nun düzenlediği bir dizi panel yapıldı.
Bu panellerden birinde konuşmacı olan Abdüllatif Şener öğrencilerin protestosu sayesinde toplantı salonuna giremedi.
Daha sonra Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi'nden bir emekli tümgeneralin Kıbrıs konulu konuşmasını protesto etme kararı alındı. Ancak aynı saatlerde Bilimsel Düşünce Kulübü'nün düzenlediği "Yaradılışçılık" konulu toplantıya İslamcıların da gelmesi, tümgeneralin protestosunun kişi sayısının az olması yüzünden iptal edilmesine neden oldu. İslamcıların toplantıya sadece tartışmak için geldiklerini söylemelerine rağmen, solcular ısrarla onları büyük bir tehdit olarak görüp tümgeneralin protestosu yerine "belki bir şey olur da İslamcıları döveriz" umuduyla "Yaradılışçılık" toplantısına gittiler.
Bilimsel Düşünce Kulübü'ndeki sol görüşlü öğrencilerin niçin böyle bir gündemde, tartışmak için böyle bir konu seçtiklerini bilmiyoruz. Bugün dünyanın gündemini oluşturan en önemli şey Irak'taki işgaldir. Savaş karşıtı hareket içerisinde İslamcılar da vardır. Bu kimsenin görmezden gelemeyeceği, üstünden atlayıp iş yapamayacağı koskoca bir gerçek. Sol ise bunu hala görmeyi beceremiyor. Savaş karşıtı eylemlerde bizimle birlikte yürüyen İslamcıları protesto etmeye gidiyorlar, ama 28 Şubat'ın temsilcisilerini görmezden geliyorlar.

Nevra Dalak