Sosyalist İşçi 220 (11 Haziran 2004)
Sayfa
3:
BAŞYAZI
NATO’mu, Bush’mu?
Solun bir kısmı “Gelme Bush” sloganını yetersiz buluyor.
Onlara göre “NATO’ya” ve “hatta emperyalist NATO’ya” karşı çıkmak
gerekir.
Dün “savaşa hayır” sloganını yetersiz bulanlar “emperyalist savaşa hayır” demekteydiler.
Bugün’de “Gelme Bush” sloganını yetersiz bulanlar “NATO’ya hayır” ya da “NATO
dağıtılsın” sloganını da yetersiz bulup “NATO’ya ve emperyalizme karşı” platformlar
kumaktadırlar.
Kısacası, ne kadar ideolojik olarak solda görünülürse o kadar yararlı bulunmakta.
Bu tutum hareketi geliştirmeyi, daha çok sayıda insanı harekete geçirmeyi hedeflememektedir.
Yani gerçek bir mücadeleyi değil, lafazanlığı tercih etmektedir.
Gerçek mücadele kazanmayı hedefler. Günümüzde bu NATO zirvesini engellemek, Bush’un
Türkiye’ye gelmesini durdurmaktır.
10 bin, 20 bin verya 50 bin kişlilik gösteriler bu hedefi gerçekleştiremez. gerekli
olan milyonları seferberliğidir.
Milyolar solun ideolojik sloganlarının ardından harekete geçmez. Onlar somut,
gerçekci talepler etrafında harekete geçerler. Bu nedenle “Gelme Bush” sloganı
dün “savaşa hayır” sloganı gibi toplumda en yaygın kabul gören anti-emperyalist
slogandır.
Öte yandan halkı enayi ve cahil olarak görmemek gerekir. “Savaşa Hayır” ya da
“Gelme Bush” diyenler emperyalizme karşı çıktıklarını bilmektedirler. Emperyalizm
sadece yarım avuç kalmış sekter solcuların bildiği ve kullandığı bir kavram değil.
Öte yandan bugün NATO Amerikan emperyalizminin basit bir aracıdır. Ezilen halkların,
dünya emekçilerinin karşısındaki asıl düşman NATO değil, Amerikan emperyalizmidir.
Baş düşman odur. Onun başı ise bugün Bush’dur. Bu nedenle öncelikle Bush’a karşı
çık
Demokratikleşiliyor mu?
Leyla Zana ve diğer DEP’li milletvekilleri sonunda serbest bırakıldılar.
Ağzını açan herkes bunun demokratikleşme adına bir zafer olduğunu anlatıyor.
Ne güzel, birde TRT’de sabahın köründe Kırmançi yayını yapıldığı gün serbest
bırakılmışlar.
Demokrasi adına daha ne isteyeceğiz. yarım saatlik Kırmançi yayını var ve Leyla
Zana serbest.
Demokrasi geldi çığlıkları koparanlar ne çabuk unuttular. Ne çabuk Zana ve
arkadaşlarının asıl tekme tokat tutuklandıklarını. Ne çabuk unuttlar insanların
Kürtçe konuştukları için ne kadar ağır cezalar aldıklarını. Kürtçe konuşan
insanlara Diyarbakır cezaevinde, bölgede yapılanları.
Ne çabuk unuttular Kürtler insan pisliği yedirildiğini. Ne çabuk unuttular
öldürülen binlerce ve binlerce insanı.
Demokrasi yarım saatlik bir TV programı değil. Demokrasi zaten yeterince hapiste
yatmış, özgürlüğü kısıtlanmış inasanların son anda serbest bırakılması hiç
değil. Hele hele bütün bunlar Avrupa Birliği’ne girme heyecanı ile yapılınca
insanın miğdesi bulanıyor.
Eğer inasna haklarından bahsedilecekse, eğer demokrasiden ama gerçek bir demokratik
adımdan bahsedilecekse önce Kürt kimliği doğru dürüst tanınmalıdır.
Çarşamba günü yapılan yayının adında bile Kürtçe denemiyor, Kırmançi lehçesinde
yayın yapılmış. Pazartesi günü ise Boşnakça yayın yapıldı. Yüzsüzlüğe bakın.
Boşnakça ve Kürtçe eşit! Boşnakça da yayın yapılsın ebette ama Türkiye Mozaği
içinde Kürtlerin yeri biraz daha büyük!
Ama asıl sorun yayının ne kadar yapılması değil. Kürt kimliğinin doğru dürüst
tanınması. geçmişte yapılanların üstlenilmesi.
Bu topraklarda hakim olan devlet
lerin çeşitli halklara yaptıklarının kabul edilmesi, işte ancak böylesi, adımlar
demokrasi doğrultusunda gelişmeler olarak kabul edilebilir.
DEP’li milletvekilerinin serbest bırakılması yetmez, özür dilenmelidir, “size
yıllarca boşuna hapiste tuttuk” diye.
Ama Türkiye’de öyle bir medya var ki, böyle şeyler savunması mümkün değil.
Günün birinde bir CİA raporu bunların yapılması gerektiğini yazarsa o vakit
onlar da savunmaya başlarlar.
Ateş kes
Bilindiği gibi Kongra Gel ateş kesi bitirdiğini ilan etti. Bu konuda yorum
yapanlar da aynı şekilde soruna sadece tek taraflı bakmaktadır.
Bugün Türkiye’nin savaşa değil, barışa ihtiyacı vardır. ne pahasına olursa
olsun barışı savunmak gerekir.
Barış süreci bu ülkede çok büyük zorluklara göğüs gerilerek savunuldu. savaşmak
kadar zordu barışı savunmak.
Şimdi yeniden bu zor görevi üslenmek gerekiyor. Kalıcı bir barış için, ortak
yaşamak için önce herkesin kimliği tanınmalıdır. Bu ilk ve zorunlu adımdır.
Gerisi ondan sonra tartışılabilir. Aksi takdirde baskı ve zorla, sopayla adım
atmak mümkün değil.
Binlerce insan öldü. Binlerce insan hapislere tıkıldı. Milyonlarcası evlerinden
sürüldü. Göçe zorlandı. Ne oldu? Sorun çözüldü mü? Bugün durum herkes için
dünden daha olumludur. O vakit karşılıklı olarak barışı savunmak gerekir. barışı
savunmak ise adım atmaktan geçer. Tek taraflı barış olmaz.
Biz bütün olanaklarımızla barışı savunacağız. Ama eşit ve adil bir barışı.
Dünya silahlanma harcamaları
Son yayınlanan bir rapora göre geçen sene dünya çapındaki toplam
silahlanma harcamaları 2001’e göre yüzde 18 artmış. 2002’ye göre ise yüzde
11 oranında bir artış var.
Tam 956 milyar dolar silahlanmaya gitmiş. Bu sayının 2004’de çok daha arttığı
açık.
2003 yılının silahlanma harcamaları dünya gayrı safi hasılasının yüzde 2.7’sini
oluşturuyor. Yani her 100 liralık üretimin 2.7 si silaha gidiyor.
Sailahlanmanın başını ABD çekiyor. Toplam harcamanın yüzde 47’si ABD tarafından
yapılmış. Onu yüzde 5 ile Japonya izliyor. Arkadan toplam silahlanma harcamasının
her biri yüzde dördünü yapan İngiltere, Fransa ve Çin geliyor. Yani ABD ve
dört rakibi toplam silahlanma harcamalarının yüzde 64’ünü gerçekleştiriyor.
İnsanlığın neden açlık içinde olduğu açık değil mi? Türkiye ise bu sıralamada
ileri bir yerde yer alıyor.