Sosyalist İşçi 220 (11 Haziran 2004)
Sayfa
6: Dünya
Siyonizm nedir?
1880-1890'larda ortaya çıkan Siyonizm, Yahudilerin Ortadoğu'nun
Filistin'li Arapların elinde olan bölümü üzerinde hak sahibi
olduklarını iddia eden görüşün adıdır.
Özellikle Rusya ve Doğu Avrupa'da maruz kaldıkları kötü davranışların sonucunda
Fransa, İngiltere ve Almanya'ya göç eden Yahudiler 19. yy'da emperyalistler arası
savaştan kaynaklanan yeni bir ırkçı dalga ile karşı karşıya kaldılar. Bu durum
Yahudiler içinde, anti-semitizmin (Yahudi düşmanlığı) kaçınılmaz olduğu, bu nedenle
Yahudilerin Avrupa'dan çekilerek "kendi" topraklarını bulması gerektiği görüşünün
yaygınlaşmasına neden oldu..
Bu görüşün babası olan Herlz, Yahudi devletinin kurulması ile Avrupa emperyalizminin
bağlantısını kuran ilk kişiydi. Filistin'de bir Yahudi devletinin olmasının İngilizlerin
işine geleceğini düşünüyordu, çünkü Filistin İngiliz sömürgelerine giden yolun
üzerindeydi.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra İngiltere Filistin'in kontrolünü ele geçirdi.
İlginçtir ki, Filistin'de İngiliz İmparatorluğu'nun himayesinde bir Filistin
devletinin İngiliz hükümetinin çıkarlarına uygun olduğunu söyleyen Balfour Deklerasyonu'nun
yazarı Dışişleri Bakanı Lord Balfour aynı zamanda İngiltere'ye Yahudi göçünü
sınırlayan 1905 yasasını çıkaran kişiydi. Irkçılık ve Siyonizm her zaman beraber
hareket etti, çünkü Siyonistler ancak Avrupa'daki Yahudi düşmanlığı büyüdüğü
ölçüde Yahudilerin Filistin'e göçünü hızlandırabileceklerini ve orada tutunabileceklerini
biliyorlardı.
1939'da Filistin'deki Yahudi sayısı 443 bine ulaştı, fakat 1 milyon Filistinlinin
karşısında bu hala bir Yahudi devleti kurmak için yeterli değildi.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman faşizminin Yahudilere uyguladığı eşi benzeri
görülmemiş soykırımı fırsat bilen Siyonistler bir yandan Alman Nazileri ile işbirliği
yaparken bir yandan Nazilerin eline düşen Yahudileri kurtarmak için hiçbir şey
yapmadılar. Dünya Siyonist Örgütü 1933 yılında Hitler'e karşı mücadele etmeyi
öneren bir önergeyi reddetti.
Fakat savaş sonrasında dahi Yahudilerin çoğu Filistin'e gitmek istemediler.
İkinci Dünya savaşının ardından sahip olduğu petrol kaynaklarından dolayı bölge
emperyalist güçler için daha önemli hale geldi. Bu dönemde İngiltere gerilerken,
Amerika büyük güç olarak öne çıktı.
İsrail devletinin kuruluşu
ABD'nin kontrolündeki Birleşmiş Milletler 1946'da Filistin'in %55'ini nüfusun
sadece %30'unu oluşturan Yahudilere verdi.
İsrail'in ilk cumhurbaşkanı Ben Gurion 14 Mayıs 1948'de İsrail Devleti'nin kuruluşunu
ilan etti. Tam on bir dakika sonra ABD yeni İsrail devletini tanıdığını açıkladı.
Araplar ile Yahudiler arasındaki çatışmalar ise 1947-48'de başladı. İsrail'in
bağımsızlığından kısa bir süre önce silahlı siyonist örgütler 10 Nisan 1948'de
Deir Yasin'e ardından da Hayfa liman kentine saldırdılar. Amaçları panik yaratıp
Arap halkının kaçmasını sağlamaktı. Toplam 1 milyon 300 bin Araptan bir milyonu
İsrail'in işgal etmediği Batı yakasına ve Gazze'ye, bir kısmı ise Ürdün, Suriye,
Lübnan ve Mısır'a kaçtı. Dünyada ortaya çıkan tepkiler üzerine İsrail 1949'da
ateşkesi kabul etti.
1940'ların sonunda ve 1950'lerde Mısır, Suriye ve Irak gibi Arap ülkelerinde
iktidarı Arap milliyetçileri ele geçirdiler. Bu durum emperyalistlerin telaşa
kapılmalarına ve bölgede kendilerine sağlam bir müttefik aramalarına yol açtı.
İsrail her zaman emperyalizmle ilişkilerini sıcak tutma taraftarı olduğu için
bu fırsatı kaçırmadı.
İsrail 1967'de Altı Gün Savaşı denen savaşta komşu Arap ülkelerini bir kez daha
yendi. Bu savaşta Doğu Kudüs'ü, Gazze Şeridi'ni ve Batı Yakası'nı ve Suriye'ye
ait olan Golan tepelerini işgal etti. Bugün "işgal altındaki bölge" olarak bilinen
topraklar 1967 savaşında İsrail'in ele geçirdiği topraklardır. Buralardan daha
önce işgal edilen bölgelere gitmek için saatler süren kontrollerden geçmek gerekiyordu.
Dolayısıyla 1967 sonrasında işgal edilen yerlerde yaşayan Araplar sürekli bir
işsizlik ve yoksullukla karşı karşıya kaldılar.
Batı Yakası ve Gazze'nin en verimli topraklarına Siyonistler yerleşmeye başladılar.
Doğu Kudüs bütünüyle İsrail'in eline geçti ve Kudüs İsrail'in başkenti oldu.
1973'de Lübnan'ın petrol fiyatlarını artırmasıyla Amerika'nın bölgedeki petrolü
kontrol edebilmek için bir müttefike duyduğu ihtiyaç daha da arttı. 6 Ekim 1973'de
Mısır ordusu Süveyş kanalı üzerinden İsrail'e saldırdı. Ve İsrail bu savaşı ancak
Amerika'nın yardımıyla kazanabildi. Bu savaşla İsrail ABD ile olan ilişkilerini
iyice pekiştirmiş oldu.
1983'de ise İsrail Lübnan'a girdi, Beyrut'a kadar ilerledi fakat yoğun bir direnişle
karşılaştığı için şehre giremedi. Sonunda Filistin önderliği İsrail ile anlaştı
Filistin Kurtuluş Örgütü'nün silahlı güçlerinin bir kısmı gemi ile Tunus'a giderken
bir kısmı da Kuzey Lübnan'a gitti.
Filistin Kurtuluş Örgütü Hareketi
Arap devletleri 1964'de bir araya gelerek Filistin Kurtuluş Örgütü'nü kurdular.
Amaçları giderek radikalleşen ve tüm Arap halklarını radikalleştiren Filistinlileri
kontrol etmekti. Fakat bu hareket kısa zaman içinde kontrol edilebilir bir örgüt
olmaktan çıktı. Filistin örgütlerinin en büyüğü olan El Fetih (başında Arafat
vardı) 1 Ocak 1965'de İsrail sınırları içindeki ilk askeri eylemini gerçekleştirdi
ve zamanla Filistin Kurtuluş Örgütü'nün en temel örgütü haline geldi.
Filistin Kurtuluş Hareketi "Filistinli diye bir şey yoktur, hiçbir zaman olmamıştır" yönündeki
siyonist iddiayı yerle bir etti.
1968 Mart'ında 200 Filistin'li fedainin ağır silahlara ve tanklara sahip İsrail
birliklerini püskürtmesi FKÖ'nün Arap dünyasında çok güçlenmesine neden oldu.
Ürdün Kralı Hüseyin 1968 Eylül (Kara Eylül) ayında napalm bombası kullanarak
3000 Filistinliyi katletti.
"Kara Eylül" sonucunda FKÖ ve özellikle El Fetih önderliği daha da sağcılaştı
ve Arap rejimleri ile sıkı ilişkiler kurulması gerektiğine karar verdi.
Kara Eylül katliamına kadar Filistin hareketini temel amaçları İsrail devletini
tanımamak ve bütün Filistin'i demokratik ve laik bir ülke olarak birleştirmekti.
Fakat 1973 sonrasında FKÖ içinde bir mini devlete razı olma fikri gelişmeye başladı.
Bu fikir aslında İsrail devletini tanımaya, laik-demokratik cumhuriyet fikrini
terk etmeye ve 3 milyona yakın mülteciyi unutmaya dayanmaktaydı.
İntifada
İntifada'nın başlamasını sağlayan olay 8 Aralık 1987'de İsrail'deki işlerinden
dönen Arap işçilerin bir İsrail tankının bir arabanın içindeki dört Filistinliyi
ezerek öldürmesine tanık olmaları oldu. Ardı ardına yapılan gösterilere her seferinde
İsrail polisi saldırdı. Ve böylece Filistin halkının devasa İsrail tanklarına
taşlarla direnişi, yani İntifada başlamış oldu.
FKÖ'nün 1982'de Beyrut'tan sökülüp atılmasıyla bu sorunu çözdüğünü zanneden Siyonizm
İntifada karşısında büyük bir şaşkınlık yaşadı.
İntifada'yı hazırlayan koşullar
İşgal boyunca siyonistler Batı Yakası ve Gazze'ye yerleşim alanları kurmuşlardı.
Su bütünüyle İsrail'in kontrolündeydi ve Arap yerleşim yerleri bir damla su bulamazken
bütün su kaynakları İsrail yerleşim bölgelerine akıtılmaktaydı. İşgal altındaki
bölgelerden çalışmak için İsrail'e gidenlerin gece orada kalması yasaktı, dolayısıyla
işe gidenler sabah ve akşam kontrol noktalarından geçmek zorundaydılar. İsrail'e
geçemeyen Filistinliler ise çok düşük ücretler karşılığında çalışmak zorundaydılar.
1982-87 arasında gösterilerin sayısı yılda 3700'e ulaştı. İsrail polisi her gösteriye
acımasızca saldırdı. İntifada'da tanka karşı taşın yanı sıra başka mücadele yöntemleri
de kullanıldı. İsrail'de çalışanlar grevler yaptılar. İsrailli işverenler çalıştıracak
insan bulamadılar. İsrail ürünleri işgal altındaki yerlerde boykot edildi. Bir
yıl içinde 450 Filistinli İsrail tarafından öldürüldü, 30 bin Filistinli tutuklandı.
İntifada'nın başlamasından bir yıl sonra 11 Kasım 1988'de Cezayir'de toplanan
Filistin Ulusal Konseyi, başkenti Doğu Kudüs olan ve Batı yakası ve Gazze'yi
kapsayan bir mini devletin kuruluşunu ilan etti. Bunun üzerine Amerika Arafat'tan
İsrail devletini tanımasını ve terörizme açıkça karşı çıkmasını istedi. Birleşmiş
Milletler toplantısına gelen Arafat İsrail'i tanıdığını ve terörizmin bütün biçimlerine
karşı olduğunu ilan etti.
Oslo Süreci
Birinci İntifada'nın sonucunda 1993'de İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasında
gizli bir şekilde başlayan görüşmeler Oslo Sürecini yarattı. Oslo'da Filistin
Özerk yönetimi kabul ediliyor, bu devletin başına Arafat geçiyor ve toprakların
%22'si Filistin'e veriliyordu. Fakat bütün yerleşim merkezlerinin kontrolü İsrail'in
elinde kalıyordu. Filistinlilerin serbest dolaşım hakkı yoktu. Aslında bu devlet
coğrafi bir bütünlüğü olmayan birçok köy ve kasabadan oluşuyordu. Bu bölgelerin
arasında İsrail yerleşim bölgeleri ve İsrail'in kontrolünde olan yerler vardı.
Bu şekilde Filistin bağımsız bir ekonomisinin olması imkansızdı. Oslo barış sürecinin
ardından İsrail'in Batı Yakası ve Gazze'de kurduğu yeni yerleşim yerlerinin ve
askeri üslerinin sayısı arttı. Ayrıca Doğu Kudüs tartışılmaz bir biçimde İsraillilere
ait. Kısacası Oslo Barış sürecinin ardından bölgenin siyonistleştirilmesi hızlanarak
devam etti ve üstelik bu Filistinlilerin onayıyla yapıldı.
Ayrıca Filistin Otoritesi'nin çıkardığı en ufak bir karar bile İsrail'in onayını
almak zorundaydı.
Amerikalıların ve İsrail'in Oslo'dan beklentisi Filistin halkının yılarak önlerine
verilen küçük bir lokmaya razı olacakları ve anlaşmayı Arafat'ın imzalamış olmasının
dünyaya iki halkın nihayet anlaştığı izlenimini verecek olmasıydı.
Gelecek sayı: Irak'ta işgale son, Filistin'e özgürlük
Arife Köse