Sosyalist İşçi 221 (8 Temmuz 2004)
Sayfa
11:
SAVAŞ ve BARIŞ
Şimdi Zana ve arkadaşları somut barışçı
taleplerle mücadeleye devam ediyorlar.
Yanlarında olacak mıyız?..
Leyla Zana ve diğer Kürt milletvekillerinin serbest bırakılması ve TRT'de "kırmançi" ve "zazaca" yayınların
başlaması üzerine her kesimde bir tartışma başladı. Önce gerçekten büyük bir
iyimserlik sardı her yerde. Gerçekten de milletvekillerinin serbest bırakılması
ile bazı Kürtlerin de ifade ettiği gibi, eksik, kısıtlı komik de olsa devlet
televizyonunda Kürtçe yayın yapılması büyük gelişmelerdi Türkiye için.
"Huzur ve barış ortamı"
Zaten Öcalan'ın yakalanıp hapse atılmasının ardından Kürt hareketinin barış sürecini
başlatması Kürtler için biraz rahatlama sağladı. Yıllarca yaşamlarını silahların,
çatışmaların, işkencelerin arasında sürdürmeye çalışan, köyleri ve evleri yakılıp
başka kentlerdeki sefil ve paramparça yaşamlara sürüklenen, Doğunun kent merkezlerinde
yürürken her an enselerinde bir kurşun veya satırla yaşamlarının son bulması
kaygısını taşıyan… insanlar için son yıllar çok huzurlu geçti.
Gerçekten önceki yıllara göre "huzur ve barış ortamı" içindeydik. Bu "huzur ve
barış ortamı"nın Kürtler açısından ne anlama geldiği bir yana Batı'da ve Türk
solunda da önemliydi bu ortam. Bizler burada bir çok sıkıntıdan kurtulduk. Her
asker cenazesinde sokakları dolduran faşist güruhların yarattığı ağır şovenist
havadan, her tarafta kan ve şiddetin her şeyi belirlediği politik bir ortamdan,
Devletin Kürtlere saldırırken daha da baskıcı ve sert hale gelen ağır anti demokratik
uygulamalarından da bir nebze kurtulduk. Daha ötesi; tercihlere zorlanmaktan,
taraf olmaktan, en uzağımızın bile politik icaplar nedeniyle de olsa yakınlık
kurmak zorunda olduğu Kürtler'e karşı duyduğumuz eziklikten de kurtulduk.
Ne yaptık o yıllarda?
Peki Türk solu olarak ne yaptık biz o yıllarda? Yakıp yıkmalar köyleri de aşıp
kentleri sardığında, tank mermileriyle kentler bombalanıp "PKK yaptı" denildiğinde;
Batıdaki öğrenci, sendikacı Kürtler gözaltına alınıp işkence gördüğünde, kaçırılıp
öldürüldüğünde; DEP'li Vedat Aydın Diyarbakır'da öldürüldüğünde; Bir grup Kürt
milletvekili arkalarında yüzlerce polis, asker ve özel tim eşliğinde Batman sokaklarında
dolaşırken onlardan biri olan Mehmet Sincar sokak ortasında vurularak öldürüldüğünde;
DEP binaları, Gündem gazetesi bombalandığında… ne yaptık biz?
İşte o yıllarda "biz" Türk solcularından bazıları, taraflar arasındaki durum
o kadar açıkken, Kürt hareketini, onların politikalarını eleştirip durdu. Zaman
zaman devletin açık anti demokratik ve yasa dışı uygulamalarına karşı çıkıp bu
nedenle bedel ödeyenler de oldu ama genel eğilim Kürtlere akıl vermekti.
Öcalan yakalandığında da aynı şey oldu. Türk solunun bir bölümü tamamıyla sessiz
kaldı. Sözde "radikal" solcuların tamamına yakını Öcalan'a "İmralı bülbülü" diyenlerde
uç noktasına varan bir saldırıya giriştiler. Onlara göre de Öcalan "direnmeliydi",
silahlı savaşa devam etmeliydi. Kürtler yine yaranamamıştı biz Türk solcularına.
Harekete ne önerilirse önerilsin, bugün de aynı tutum devam ediyor: Uzak durma,
sorunu çözmek için çaba göstermeye yanaşmama ve akıl verme. Hatta daha ileri
gidip ağabeylik yapma..
Bugün dünden
farklı değil
Evet, çok şey değişti. Savaş yıllarının bedelini 10 yıl hapisle ödeyen Leyla
Zana şimdi "gerekirse barışın bedelini ödeyeceğiz" diyor. Bugün barış için mücadelenin
savaştan daha zor olduğunu söylüyor. Hareket içinde Zana ve arkadaşlarıyla birlikte
farklı sesler de çıkıyor. Zaten Kongra Gel de artık ateşkesin bittiğini ilan
etti. Şimdi hareket savaş ve barış arasında çok gergin bir çizgide ilerleyecek.
Peki Türk solu ne yapacak bugün? Dün olduğu gibi bugün de Kürtler bizi zor durumda
bırakıyor diye onlara hesap mı soracak? Yoksa kalıcı bir barış için mücadele
mi edecek?
Geçmiş zaman hayali belki ama şunu herkes bir düşünse: Türk solu 15-20 yıl önce
Kürt sorununun çözümü için mücadele edebilmiş olsaydı.. Kürt Milletvekilleri,
aydınlar, politikacılar öldürülürken, hapse atılırken onlara destek verebilseydi..
Köylerin boşaltılmasını engelleyebilseydi.. Hiç değilse 28 Şubat dümenine takılıp
mücadeleye ara vereceğine Susurluk'un hesabını sonuna kadar görüp kirli savaş
yıllarının tüm muhasebesini ortaya dökerek sorumlulardan hesap sorabilseydi..
Evet bunlar olabilseydi bu noktada olur muyduk?
Barışı kazanmak için
Türk solu Kürt hareketinin "eski" şiddet politikasına dönmesini eleştirmeden
önce kendisi "yeni bir şeyler" söylese çözüm yolları daha çok açılacak. Bugün
şiddeti önlemenin yolu Kürtler açısından eşit ve adil bir barış sağlanmasıdır.
Bu barışı sağlamak için hep "aman ha dikkat edin", "aman bunu yapın, şunu yapmayın" ağabeyliklerine
soyunmak yerine somut talepleri sahiplenmektir.
Kürtlerin talepleri şiddet kullanıp kullanmamak tartışmaları etrafında değildir.
Çok somut akla yakın talepleri vardır. Kürtlerin hapisliği Leyla Zana ve arkadaşlarının
Abdullah Gül'ün ifadesiyle "aklanmadan ve yeniden yargılanmak üzere" serbest
bırakılmasıyla bitmez. Kürtlere politika yapma talebi ile ikide bir kapatılan
partilerin baskı altındaki faaliyetlerini çok aşar. Kürt dili üzerindeki baskı
ve yasaklar TRT yayınlarıyla bitmez. O güzel afiş sloganında söylendiği gibi, "Kürt
halkı bir dershaneye sığmaz"..
Şimdi Zana ve arkadaşları somut barışçı taleplerle mücadeleye devam edecekler.
Yanlarında olacak mıyız?..
Emre Akyol