Sosyalist İşçi 221 (8 Temmuz 2004)
Sayfa
2: Haberler
Ekonomik büyüme patronlara, yoksulluk işçilere
Ekonomik büyüme değil, sürdürülebilir toplum
AKP hükümeti gerek IMF programının uygulanmasında, gerekse
patronların örgütü TÜSİAD'ın beklentilerini yerine getirmekte,
kendisinden önceki hükümetlerle karşılaştırıldığında, son derece
başarılı. Son verilere göre ekonomik büyüme bu yılın ilk çeyreğinde
yüzde 12.5 olarak gerçekleşti, kapasite kullanımı mayıs ayı itibariyle,
bir önceki yıla göre yüzde 78.7 oranından yüzde 84.3'e yükseldi,
dış ticaret hacmi artıyor ve buna rağmen enflasyon toptan eşyada
yıllık yüzde 9.56 ile son 32 yılın en düşük seviyesinde.
Ancak bunlar meselenin bir cephesi. Madalyonun öteki yüzünde ise ekonomik ve
toplumsal sorunlar yatıyor. DİE'nin verilerine göre yılın ilk dört ayında dış
ticaret açığı yüzde 87.7 artarak, 10.4 milyarı buldu. Ödemeler dengesindeki açık
da ilk dört ayda yüzde 88.2 büyüyerek, 7 milyar dolara ulaştı. Bütün bunlar Türkiye'yi
dış finansmana daha bağımlı hale getiriyor ve dolayısıyla IMF ile köprülerin
atılmasını imkansızlaştırıyor.
Ekonomik büyüme tek başına fazla bir şey ifade etmiyor. Büyümenin nasıl gerçekleştiği,
büyüme sayesinde ortaya çıkan pastadan kimlerin ve nasıl pay aldığı önemli. Küresel
kapitalizmin hakimiyeti altındaki yeni liberal politikalar, genişleme ve rekabeti
adeta fetişleştirerek, ekonomiyi insan çıkarlarından bağımsız bir amaç haline
getiriyor. AKP hükümeti de bu yeni liberal dalganın önünde sürükleniyor ve yoksul
seçmeninin beklentisini değil, çokuluslu şirketlerin çıkarlarını koruyor.
Türkiye, ucuz işgücü ve doğal varlıklarını kullanarak sanayi ve turizmin başını
çektiği, dış ticarete bağımlı bir büyüme modelini benimsemiş durumda. Bu büyümede
dış talep, yani uluslararası piyasalar son derece önemli. Küresel rekabet koşulları
Türkiye ekonomisini doğrudan etkiler hale geldi. Dolayısıyla söz konusu büyüme,
düşük kâr marjları, düşük ücretler, düşük ve kalitesiz kamu hizmetine tekabül
ediyor. Uluslararası piyasalardaki en ufak bir dalgalanma ise ulusal ekonomiyi
doğrudan etkiliyor. Ulusal gelirin büyümesine rağmen, bölüşülen gelirde adaletsizlik
sürüyor, işsizlik oranları yüksek, devletin sosyal harcamalarında ve kamu hizmetlerinde
bir iyileşme yaşanmıyor. Türkiye'nin borç yükü ve dış ekonomik ilişkilerde bağımlılığı
sürüyor.
Peki o zaman sormak gerekiyor, bu büyüme kimin için?
Yüzde 1 servetine servet katıyor
Halk açlığa mahkum
Dünya Bankası'na göre, Türkiye'de 10 milyon 300 bin yoksul bulunurken,
bunların 5.8 milyonu yeşil kartlı, 4.5 milyonu ise hem yoksul hem de sigortasız.
Herhangi bir sigorta güvencesi olmayanların sayısı ise 20.9 milyona ulaşmaktadır.
Yoksulluğun bu derece yaygın olduğu ülkede, küçük bir azınlık servetine servet
katıyor. 2004 yılı başı itibariyle Türkiye'de yaklaşık 78 milyon hesap cüzdanı
olduğu ve bu cüzdan sahiplerinin 151 katrilyon lira ya da 112 milyar dolar mevduatı
olduğu açıklandı.
Ancak bu 78 milyon cüzdandan 429 binine sahip olanlar (yaklaşık yüzde 0.6'sı),
mevduatın yüzde 62'sine sahipler. Hesap sahiplerinin yüzde 2.3'ü ise, toplam
mevduatın yüzde 83'ünün sahip. Yani 112 milyar dolarlık banka mevduatının yaklaşık
93 milyar doları bu yüzde 2.3'lük küçük azınlığa ait.
BDDK verilerine göre, 2003'te 17 milyon kredi işlemi gerçekleşmiş ve 47 milyar
dolar kredi kullanılmış. Kredi işlemlerinin yüzde 0.3'ünü ya da binde 3'ünü gerçekleştirenlerin
kredilerin yüzde 72'sini oluşturan yaklaşık 34 milyar doları kullanmış.
Borsaya gelince durum farklı değil. Takasbank verilerine göre, Borsanın 2003
portföyü 18 milyar dolar ve yatırımcı sayısı 1 milyon dolayında. Ama bunlardan
yüzde 1'lik bir azınlık ya da 10 bin yatırımcı, borsa portföyünün yüzde 77'sine
sahip. Yatırımcıların binde 1'i ise borsa portföyünün yüzde 64'ünü ellerinde
tutuyorlar.
Asgari ücret sefalet ücreti
Çalışan nüfusun büyük bir kısmının mahkum olduğu asgari ücret, sefalet ücreti
olmaya devam ediyor. Yıl sonuna kadar geçerli olacak yeni asgari ücret, komik
derecede düşük olan 15 milyon lira (yanlış değil on beş) zamla, 318 milyon liraya
çıkarıldı.
Öte yandan Türk-İş'in yaptığı araştırmaya göre Haziran 2004 fiyatlarıyla, dört
kişilik bir ailenin yeterli, dengeli ve sağlıklı beslenebilmesi için yapılması
gereken asgari gıda harcaması tutarı, bir önceki aya göre 6 milyon lira azalarak,
474 milyon 453 bin lira olarak gerçekleşti. Dört kişilik bir ailenin gıda harcamasının
yanı sıra kira, ulaşım, yakacak, elektrik, su, haberleşme, giyim, eğitim, sağlık,
iletişim, kültür gibi temel ihtiyaçlar için yapması gereken harcamasını ifade
eden yoksulluk sınırı da 1 milyar 442 milyon olarak gerçekleşti.
Patronlar soyuyor, işçiler ödüyor
Hükümet tarafından üzeri örtülen batık banka ve hortumlamanın maliyeti bu yılın
başında 77 milyar olarak açıklandı. Bu borçlara karşı, hortumlayan patronların
geri ödemeyi taahhüt ettikleri rakam ise komik miktarda: sadece 3.6 milyar dolar.
Gerisi ise maliyeye, yani bizim cebimize havale. Borçları üstlenen Fon, yıl başı
itibariyle Hazine'den toplam 36.2 milyar dolar para çekti. Bunun 13.6 milyar
doları faiz. Yani, yeniden başka patronları cebine gitti.
Batıklar bununla sınırlı değil. Ayrıca içi boşaltılan Ziraat ve Emlak Bankası
gibi bankalara Hazine'den aktarılan 22.1 milyar dolar eklendiğinde, yıl başı
itibariyle reel olarak maliyet 58.3 milyar dolar düzeyinde oldu. Bunun üzerine
yaklaşık 20 milyar doları bulan faiz eklenecek. Böylece toplam yük 80 milyar
dolara ulaşıyor. Yani ulusal gelirin, bir başka deyişle Türkiye ekonomisinin
bir yıl içinde ürettiği tüm ekonomik değerin yüzde 40'ına yaklaşıyor.
Bunun sadece 20 kadar hortumcu tarafından gerçekleştirildiğini düşününce... Bir
de soygunun gözlerimizin önünde gerçekleşmiş olduğunu, soyguncuların ve onların
işbirlikçilerinin ellerini kollarını sallayarak dolaştıklarını gördükçe...
Fiyatlar AB düzeyinde, ya satın alma gücü?
Devlet İstatistik Enstitüsü'nün yaptığı bir araştırma, Gıda, İçki ve Tütün Grubu
2003 yılı Fiyat Düzeyi Endeksi'ne göre, Türkiye'de kişi başına satın alma gücü,
AB ortalamasının dörtte biri düzeyinde olduğunu ortaya çıkardı. Buna karşılık,
bu kategoride fiyatlar AB ortalamasının yüzde 68 civarında.
Yani enflasyonun düşmesi ve ekonominin büyümesi hikaye. Türkiye'de halk, AB'deki
vatandaşlara göre dört kez daha yoksul. Buna karşılık satın aldıkları ürünler
neredeyse AB'de olduğu kadar pahalı. Bu da Türkiye'de üretilen ürünlerin, son
derece düşük maliyetlerine karşın, kâr oranlarının çok yüksek olduğu anlamına
geliyor.
Nitekim kârlılık hızla artıyor. 2003 yılında özel firmalarda saat başı reel ücret,
enflasyonun gerisinde kalarak ancak yüzde 5 artarken, verimlilik artışı yüzde
12,5 oldu. Kriz ertesinde yüzde 16 civarında düşen ücretler ufak kırıntılarla
toparlanmaya çalışırken, bu toparlanma patronların kârlılığı tehdit etmiyor.
Maaş ve ücret gelirleri, 2000'de milli gelirden yüzde 29.2 pay alırken, 2001'de
önce yüzde 28'e, 2002'de yüzde 26.3'e, 2003'te ise yüzde 26.1'e geriledi.
Ekonomi büyürken, işsizlik artıyor
Patronların cepleri dolarken, işsiz sayısı artıyor. Ekonomik büyüme istihdama
yansımıyor. 2003 yılının istihdam verilerine bakıldığında, bir önceki yıla göre
işsiz sayısının arttığı görülüyor. Tarım sektöründe işsiz sayısı diğer sektörlere
göre daha hızlı arttı ve işsizler ordusuna 293.000 yeni kişi katıldı.
Ekonominin yüzde 8'e yakın büyüdüğü 2002'de istihdam ancak yüzde 4.4 artarken,
yüzde 6'ya yakın büyüdüğü 2003'te ise istihdam yüzde 2'ye yakın küçüldü.
Veriler, ekonomi büyürken, bunun maliyetinin işçilere çıkarıldığını gösteriyor.
Kapasite kullanımı, verimlilik ve üretim artarken, işsiz sayısının artmasının
tek rasyonel açıklaması, işçilerin daha çok çalışması, aynı sürede daha çok üretime
zorlanması olabilir.
Nitekim imalat sanayiinde son iki yılın yüzde 10 civarındaki büyüme oranı çok
büyük ölçüde verimlilik artışlarından kaynaklandı. 2003'ün son üç ayında ortalama
yüzde 11 gibi çok yüksek verimlilik artışı sağlanmış bulunuyor. Toplam çalışan
sayısında yüzde 0,5 gibi bir azalma olmasına karşın üretim artışının gerçekleşmesi,
işgücünün giderek daha etkin kullanılmasının, yani daha çok sömürülmesinin bir
sonucu.
Kamu sektöründe sömürü daha yoğun
DİE'nin nisan ayı başında açıkladığı imalat sanayiinde verimlilik verileri, kamu
kesiminde işçilerin, özel sektöre göre çok daha fazla sömürüldüklerini gösteriyor.
Veriler incelendiğinde KİT'lerin, özel firmalardan daha yüksek verim artışı sağladığı
görülüyor. 2003 yılının son çeyreğinde KİT'lerde üretimde çalışan sayısı yüzde
10,7 azalırken, verimlik artışı yüzde 14,2 oldu. Buna karşın özel kesimde çalışan
sayısı biraz artarken (yüzde 0,9) verimlik yüzde 12,5 artmış. Bir başka deyişle,
kamu sektöründe işsizlik daha fazla artmış ve işsizlik basıncı işçilerin daha
fazla çalıştırılmasında bir faktör olarak kullanılmış.
Bürokrasinin ve sermayenin emrindeki iktisatçılar
Türkiye'de yeni liberal politikaların saldırısı başladığında, özelleştirmeler
ve bunun sonucu işsizleştirme saldırısı azgın bir şekilde yürütülürken, halkçı
gibi görülen bir çok liberal iktisatçı, işini gücünü bırakıp, bürokrasiye ulusal
sermayenin dünya piyasalarında daha rekabet edebilir olması için ne yapması gerektiği
konusunda yol gösterme yarışına girdi. Patronların yanında hazır olda duran bu
sözde liberal iktisatçıların tek derdi, emrinde oldukları sermaye şirketlerinin
kârlarını artırabilmeleri için gerekli koşulların ne olduğu konusunda tavsiyede
bulunmak. Bu yazarlar sadece kalemlerini değil, ruhlarını da sermayenin emrine
adamış.
İşte bu tür iktisatçılardan biri, Akşam Gazetesi köşe yazarlarından Deniz Gökçe
diyor ki: "1994 ile 2002 yıllarının göreli yoksulluk oranları hemen hemen aynı:
Yüzde 14.5 ve yüzde 14.7. Bu sonuç, 'her geçen gün daha fazla yoksullaşıyoruz'
şeklinde temelsiz sallayanları kesin bir şekilde yalanlıyor."
Dünya Bankası'nın bile Türkiye'de yoksulluk boyutunun felaket düzeyde olduğunu
gösteren verileri Deniz Gökçe'yi ikna edemiyor. Hayır, Türkiye yoksul değil!
Çünkü bu, "ekonomimiz büyüyor, Türkiye doğru yolda" şeklindeki resmi ideolojik
duruşa ters düşer, Değil mi Sayın Gökçe?
Bir başka örnek de, Vatan Gazetesi köşe yazarlarından Seyfettin Gürel'den: "Verimlilik
artıyor, firmalar güçleniyor" başlıklı yazısında, KİT'lerde istihdamın yüzde
10.7 azalmasını ve buna karşılık verimlilik artışının yüzde 14.2 olmasından övünerek
şöyle söz ediyor: "Demek ki, iyi yöneltildikleri takdirde KİT'ler de verimli
olabiliyorlarmış." Yani işsizliğin artması, işçilerin daha çok çalıştırılarak,
daha çok sömürülmesinin adı, "iyi yönetim".