Sosyalist İşçi 221 (8 Temmuz 2004)
Sayfa
4:
CHP Kongresi
Baykal ile aynı yolda devam
CHP'nin 12. Olağanüstü Kurultayı'nda yapılan açık oylamada Deniz
BAYKAL yine kazandı. Aralarında bir grup milletvekilinin de bulunduğu
az sayıda delege Kurultay salonunu terk etti. Salon dışında da
protesto gösterileri oldu. Ama Baykal bunlardan hiç etkilenmeden
yine kazanarak muhalefete de meydan okudu.
Geçtiğimiz haftalarda Leyla Zana ve arkadaşlarının hapisten çıkışlarının ilk
günlerinde burjuva medya bile şaşkınlık içinde barış ve kardeşlikten söz ederken
ilk oyun bozanlığı yapan parti MHP idi. İkincisi ise CHP oldu. Baykal Leyla Zana
ve arkadaşlarının barış girişimleriyle ilgili görüşü sorulduğunda şu cevabı verdi:
"Birileri yine Türkiye'yi karıştırmak istiyor. İzin vermeyeceğiz". Evet.. Bu
konuda bu sözleri söyleyen adam şimdi yine CHP'nin başındaysa fazla yoruma gerek
var mı?
Tüm politik söylemini köhnemiş bir laikliğe indiren, her politik sorunda ortalıkta
çokça dolaşan egemen sınıfın en ortalama fikirleri üzerine kuran, hatta Kürt
sorunu ve barış konusunda görüldüğü gibi ortalama fikirlerin de gerisinde seyreden
bir parti, bir kez daha Baykal'ı başkan seçerek uzun süredir taşlarını döşediği
geleceğinin yolundan çıkmayacağa benziyor.
Bu arada geçmişin anılarıyla hala CHP'li olan, "Şu Baykal bir gitse de…" diye
yakınan mücadele içindeki insanlar da bir kez daha umutsuzluğa sürüklendi bu
kurultayla. Baykal'a bakıp bakıp yaralarını deşmek yerine anti kapitalist harekete
ve oradaki sola bakmazlarsa umutsuzlukları sonsuzca sürecek gibi bu partide.
Kanunlar bir bir çıkıyor:
Kamunun tasfiyesi tam gaz!
Bir süre önce Kamu Yönetimi Temel Kanununu gündeme getiren ancak tepkiler üzerine
erteleyip kanunun geçişini daha sonraki bir tarihe erteleyen hükümet şimdi hızla
yerel yönetimler ile ilgili kanunları meclisten geçiriyor. İl Özel İdareleri
Kanununu meclisten geçiren hükümet şimdi de Belediyeler Kanunu'nu ve Büyükşehir
Belediyeleri Kanunu'nu gündeme aldı.
Tüm bu kanunların içinde yer aldığı "Kamu Yönetimi Reformları" özellikle uluslar
arası sermayenin son yıllardaki dayatmasıyla Türkiye'nin kamu yönetiminde sermayenin
önünde engel olan pürüzleri kaldırmayı hedefliyor. Bu reform paketi içindeki
tüm kanunlar özelleştirmeyi hızlandıracak, çalışanların tüm sosyal kazanımlarını
kaybetmesine yol açacak düzenlemeler içeriyor.
Belediyeler Kanunu'nun gerekçesinde "yapılan düzenlemelere göre belediyeler bir
çok iş ve hizmetler bakımından yaptırma veya işlettirme yöntemlerini kullanmaya
da yetkili olacaklardır" deniliyor. Yani zaten temizlik, su, bakım onarım vs.
gibi işlerin bir çoğunu yıllardır özel taşeron şirketlere yaptırmaya başlamış
olan belediyelerin önü daha da açılarak her türlü hizmet sınırsızca özelleştirilebilecek.
Gündemdeki Kanun ile, genel bütçeden yerel bütçeye ayrılan payın komik bir şekilde
% 5 olduğu Türkiye'de Belediyelere ayrılan kaynaklar daha da kısıtlanarak belediyelerin
kaynak için borçlanma ve özelleştirme yoluna gitmeleri teşvik ediliyor.
"Kamu Yönetimi Reformu"nu tamamlaya gayretli görünen Tayyip Erdoğan ve arkadaşları
bu yasayı da geçirerek uluslararası sermayeyle birlikte gördükleri rüyayı gerçek
kılmak için ne kadar gayretli olduklarını gösteriyorlar. Onların rüyası her şeyin
sermayenin elinde olduğu, tüm kamusal, sosyal hizmetlerin parasız yapılamayacağı,
bu hizmetlerin sendikasız, sigortasız, asgari ücretli, çalışma saatleri sınırsız,
işten her an atılabilen işçilerle yapılması. Böylelikle kar adı altında insanlığın
kanını daha fazla emmeye devam etmeyi planlıyorlar. Ama özelleştirmeler sürecinde
görüldüğü gibi yıllardır tüm planları yüzüne gözüne bulaşan sermaye bu işte de
birden başarılı olamayacak. Yani bu saldırılara karşı mücadele etmek için daha
çok fırsatımız olacak. Dileyelim ki bu fırsatları kaçırmayalım.
Sosyal güvenliğimiz tehlikede!
"Kamu Yönetimi Reformu" ile kamu kurumlarının işlevlerini özelleş-tirmeye çalışan
hükümet şimdi de "Sosyal Güvenlik Reformu"nu açıkladı.
Reforma göre tüm sosyal güvenlik kuruluşlarının tek çatı altında toplanması,
genel sağlık sigortası uygulamasına geçilmesi yer alırken emeklilerin maaşlarının
düşürülmesi gibi yeni projeler de bulunuyor. Mevcut kanuna göre çalışanlar çıplak
ücretlerinin % 65'ini emekli maaşı olarak alırken, yeni tasarılar yasalaşırsa
yarısını alabilecekler.
Enflasyon canavarımız,
yeraltında
Aylardır bizi "ekonomi düzeliyor" diye kandırmaya çalışıyorlar. "Enflasyon bu
ay eksi oldu", "altı aylık enflasyon da zaten yüzde 3" diyerek aynı hayale tüm
emekçileri de inandırmaya çalışarak kamudaki memurlara yaptıkları % 6 zammı yeterli
gösteriyor, diğer sektörlerdeki bundan sonra yapılacak maaş zamlarına aslında
gerek olmadığını anlatıyorlar. Oysa kira artışı gelen bir işçinin ev sahibi bu
eksi enflasyon hikayelerini pek bilmiyor. Çocukların giysi, okul, beslenme masrafları
nedense hep enflasyonun üzerinde artıyor. Sanki enflasyon canavarı "illegale
geçmiş" gibi.
Çalışanların her fırsatta boğazını sıkmayı alışkanlık haline getirenler bu son
reformla da sağlık sigortasının özelleştirildiği ve sosyal güvenliğin büyük finans
şirketleri için bir sektör haline getirildiği bir "sosyal güvenlik sistemi" getirirken,
bu sistemde emeklilerin son tutunacakları dal olan maaşlarını da tırpanlamadan
rahatlamayacak görünüyorlar.
Egemen sınıfın, bir yanda Büyük Ortadoğu Projesi, NATO zirvesinin Türkiye'nin
önünü açtığı vs. konuşurken, tek gündeminin bu olmadığı görünüyor. Savaşın kanı
sermayeyi beslemeye yetmiyor. Onların ihtiyacı çalışanların maaşlarını en az
aldığı (mümkünse olmadığı), gelecek güvencelerinin olmadığı, seslerini en az
çıkardığı bir dünya. Tüm reformları bunun için. Güvenliğimiz ve geleceğimiz için
bu reformlara direnmek gerekiyor.
DEHAP 27 Haziran’a niye katılmamış?
DEHAP İstanbul İl Başkanı Cemal Kavak BİA-Net’e yaptığı açıklamada “NATO protestosunu
desteklediklerini ancak Pazar günkü mitinge kitlesel katılımın sağlanması için
özel bir çaba sarf edilmediğini” söylemiş.
Cemal Kavak devamla “Bir tarafta NATO’yu proteto edip, öte yandan Kürtlerin katledilmesine
karşı çıkmayan insanlara bir mesaj vermek istedik” diyor.
Öncelikle, bir örgütün başka örgüt ya da kişilere kızarak bir politik tutum alması
anlaşılır gibi değil. DEHAP belli ki Türk soluna kızıyor, eleştiriyor ve kendisi
de karşı olmasına rağmen NATO ve Bush’a karşı mücadeleden çekiliyor ya da sadece
sembolik olarak katılıyor. Böyle bir tutum olamaz. Ya NATO’ya ve Bush’a karşısın
ya da değilsin. Karşıysan mücadeleye katılırsın, gösteride en büyük güçlerinle
yer alırsın ya da NATO’ya ve Bush’a karşı değilsindir veya bu konuda ikircikli
görüşlerin vardır o takdirde gösteriye katılmazsın.
Eğer katılacağın gösteride eleştirdiğin görüşlere sahip gruplar, örgütler varsa
bu senin haklı bir mücadeleden çekilmene nasıl neden olabilir? NATO’ya karşıysan,
dağıtılmasını istiyorsan, BUsh’un ve Amerika’nın ortadoğu’dan çekilmesini istiyorsan,
Irak’ta işgalin bitmesiniistiyorsan o takdirde gösteriye bütün güçlerinle katılmak
zorundasın. Hiçbir açıklama, hiçbir neden tersini doğrulayamaz.
Açık ki DEHAP yöneticileri de böyle düşünüyorlardır. Yoksa şimdiye kadar onlarca,
yüzlerce gösteriye hep aynı nedenle katılmazlardı. Öyleyse, sorun bir başka yerde.
Asıl sorun Kürt hareketi içinde ABD’nin Irak’a saldırısına karşı açık ve net
bir tutumun olmamasıdır. Savaş karşıtı hareket başladığından beri DEHAP gösterilere
ya hiç katılmamaktadır, ya da çok sınırlı, küçük güçlerle katılmaktadır.
Oysa, Türkiye’de yaşayan insanların büyük çoğunluğu, Türk ya da Kürt, savaşa,
ABD’nin Irak’a saldırısına, Irak’ı işgal etmesine karşıdır. Halka dayanan bir
hareket bu tutumun karşısına heçemez ya da bu konuda açık ve net bir tutum almamazlık
edemez.
Eğer savaşa ve işgale karşı açık tutum almazsan halk desteğini yitirmeye başlarsın.
Belki de DEHAP yöneticileri bu konuyu bir de bu açıdan düşünmelidir.
Biz, DEHAP’ın NATO’ya, Amerika’nın Irak’ı işgaline karşı çıkması gerektiğine
inanıyoruz. Amerikan emperyalizmine ve onun bugünkü temsilcisi Bush’a karşı çıktıklarına,
çıkmaları gerektiğine inanıyoruz.
Ezilen halklar ezenlere dayanarak, tüm ezenleri karşılarına almadan özgürlüklerini
kazanamazlar.
sosyalist işçi
Eğitim-Sen’e anadilde
eğitim istediği için dava
Bir taraftan TRT adına Kürtçe demeden Kürtçe yayın yapıyor, Kürtçe
eğitimi serbest bırakılıyor, Avrupa Birliği’ne girmek için TBMM heyecan
içinde koşuştura koşuştura yasalar çıkarıyor, öbür yanda ise “anadilde
eğitim istediği” için Türkiye’nin en büyük sendikasına kapatma davası açılıyor.
Tam bir iki yüzlülük.
Ana dilde eğitim çok uzun süredir eğitim emekçilerinin tartıştığı ve savunduğu
bir talep. Yakın zamanda bu talebi savundukları için bir grup üniversite öğrecisine
de idari cazalar yağdırılmıştı.
İşçiler ve emekçiler Kürtlerin bu en doğal hakkını savunmaya devam edecektir.
AB’ye yaranmak için değil, ana dilde eğitim her insan için en doğal hak olduğu
için.