Sosyalist İşçi 223 (4 Eylül 2004)

 

Sayfa 10:

11 Eylül:
Bush terörünün bahanesi!
11 Eylül 2001'de çoğumuz için hiç beklenmedik bir olay yaşandı. Kaçırılan ABD yolcu uçakları ABD'nin iki merkezine, askeri ve ekonomik simgelerine çakıldı. Pentagon ve Dünya Ticaret Merkezi.
Özellikle DTM'nin saldırıya uğraması saniye saniye gösterildi televizyonlardan. Sonra çöküşünü izledik. DTM binasının altında 3 bin kişi yaşamını yitirdi.
New York Sendikalar Platformu saldırıdan bir süre sonra şu bildiriyi yayınladı:
"11 Eylül, New York emekçilerine tarifsiz acılar getirdi. Arkadaşlarımızı, yakınlarımızı ve her renkten, milliyetten ve dinden meslektaşlarımızı kaybettik. Ölenlerden yaklaşık bini sendika üyesiydi. Tahminen 100 bin New Yorklu ise işlerini kaybedecek. Biz insanlığa karşı işlenmiş bu suçu lanetliyor ve kayıplarımız için yas tutuyoruz. Kurtarıcılarla ve kurbanların ailelerine yağan yardımlarla ise gurur duymaktayız. Ölenler için adalet ve hayattakiler için güvenlik istiyoruz. Ve inanıyoruz ki, George Bush'un savaşı doğru cevap değildir. Hiç kimse bizim 11 Eylül'de yaşadıklarımızı yaşamamalıdır."
Ama G. Bush bu türden itirazlara hiç aldırmadı. Aradan bir ay geçmeden Afganistan ABD ve İngiliz uçakları tarafından bombalanmaya başladı.
Ortadoğu'ya korku ve diktatörlükle hükmeden ABD'nin, kulelerin çöküşünün kıyaslanmaz üstünlüğüne darbe vurmadığını kanıtlaması ve iplerin kontrolünü hızla kendi ellerine alması zorunluluktu. Bush, Cheney ve Powell, güdüsel olarak, ABD'nin ezici gücünün mührünü Ortadoğu'ya bir kez daha basmasını planladılar. Ortadoğu, teröristlerin hayvanlar gibi avlandığı bir safariye tanık olmalıydı. Uygulanacak şiddet ezici olmalıydı, sadece bu Pentagon'a üzüntüsünü unutturabilirdi.
ABD hükümeti dikkatli adımlarla, Arap dünyasını tahrik etmeden planını uygulamaya başladı. Cezalandırmak için en az savunulan, en az dostu olan, en güçsüz, en fakir ve en ümitsiz yeri, Afganistan'ı seçtiler. Bin Ladin, cinayetlerini meşrulaştırmak için çok uygun bir kılıftı. Henüz, El Kaide ve Bin Laden'in kim tarafından, hangi "kutsal" amaçla yaratıldığı dünya kamuoyu tarafından yeterince tartışılmamıştı.
Bombardımanların ve savaşın yarattığı yıkımın sonucunda 8 bin sivil Iraklı yaşamını kaybetti.
11 Eylül ABD kabinesine ve Bush'a "Yeni Amerikan yüzyılı" projesi için arayıp da bulamadığı politik zemini sunmuştu gerçekten de. 11 Eylül büyük çaplı bit terör eylemi olarak korku ve umutsuzluk yarattı. Her terör eyleminden sonra olduğu gibi, egemen sınıflar 11 Eylül'ü de kendi çıkarları ve ezilenlere daha fazla saldırmak için kullandılar.
Bush, 11 Eylül'den birkaç gün sonra ünlü konuşmasını yaptı: Teröre karşı savaş ilan etti, bu savaşın nerede, ne kadar süreceğini bilemediğini ama terör yok edilene kadar devam edeceğini anlattı. Konuşmasını "Ya teröristten yanasınız ya da bizden" ikilemiyle tamamladı.
Ekim 2001'de Afganistan'a saldıran Bush bir buçuk yıl sonra da Irak'a saldıracaktı.
New York Sendikalar Platformu'nun 11 Eylül açıklamasının devamı şöyle diyordu: "Savaş sayısız masum sivile kaçınılmaz olarak zarar verecek. Amerika'nın kanlı diktatörlüklerle ittifaklarını güçlendirecek ve küresel yoksulluğu derinleştirecektir."
Gerçekten de "Teröre karşı savaş" fikri, yoksul Afgan ve Irak halkları üzerinde şiddetle uygulanan ABD terörünün maskesi haline geldi. Irak 20 Mart 2003'te bombalandı. Irak'ta çatışmalar hala devam ediyor. On binlerce Iraklı bombardımanlarda ve sonrasında uygulanan ABD dehşetiyle yaşamını yitirdi.
ABD Irak'a saldırısının adını "Şok ve dehşet operasyonu" koymuştu. Bağdat günlerce, aralıksız bombalandı.
Bugün artık çok daha iyi biliyoruz ki G. W. Bush bir yalancıdır. 29 Ağustos 2004'te New York'ta düzenlenen ve 400 bin kişinin katıldığı söylenen dev Bush karşıtı gösteride en çok taşınana dövizlerden birisi Bush'un resminin üzerine yazılı olan "Yalancı" döviziydi.
Ama Bush'un bu yalanları söylemesinin bir nedeni vardı: 11 Eylül'den önce ve sonra geliştirilen tüm fikirler ve tutumlar, Afganistan'ın ve ardından Irak'ın bombalanması ve işgal edilmesi ve bu adımların toplamı, Bush ekibinin, Amerika'ya karşı herhangi bir meydan okuma tehlikesini engellemek bahanesiyle, Amerika'nın askeri gücünün otoritesini tüm dünyaya, başta da Çin, Almanya, Japonya, Rusya ve Fransa gibi güçlere kabul ettirme araçlarıydı.
Ama Bush açısından evdeki hesap çarşıya uymadı. Irak, ABD şahinlerinin hiç beklemediği bir kararlılıkla direniyor. Irak'ın yeni bir Wietnam olduğu konusunda hemen herkes hemfikir.
Öte yandan bir direniş daha var: Irak halkı direndikçe güçlenen, güçlendikçe ve sokaklara çıktıkça Irak halkının direnişine güç veren küresel hareket.
Bush ve emperyalistler dünyaya yalan söyledi ama dünya küresel direnişiyle bu yalanlara karnının tok olduğunu gösterdi. Milyonlarca ama milyonlarca insan savaşa karşı sokaklara çıktı ve ırak halkının yalnız olmadığını haykırdı.
11 Eylül sadece "Yeni Amerikan yüzyılı projesi"nin uygulanması için Bush'a güçlü bir zemin sunmadı, aynı zamanda ABD'nin imparatorluğunun gerileyişinin de miladı oldu!

Sosyalistler ne diyor?
Enternasyonalizm: Bütün dünyanın işçileri birleşin

1919'da, Seatle'daki liman işçileri, Rus devrimine karşı kullanılacak olan silahları gemilere yüklemeyi reddettiler. Onları, San Fransisko, Londra, Hull ve başka yerlerdeki liman işçileri izlediler.
Aynı küresel dayanışma ruhundan dolayı, Lancashire pamuk işçileri, Amerikan İç Savaşı sırasında, savaşın köleliğe karşı olduğunu kavrayarak Abraham Lincoln'ü desteklediler. 1889'da, Avustralyalı işçiler ve başka yerlerdekiler, Londra'daki büyük liman işçileri grevine mali yardımda bulundular. Son olarak, İskoçyalı tren makinistlerinin savaş araçlarını taşımayı reddetmesi bu önemli geleneğin bir diğer örneği.
İşçi hareketi içinde, uluslararası dayanışma, uzun ve şerefli bir geçmişe sahiptir ve sosyalizm fikrinin merkezinde yer alır. Milliyetçi propaganda engeline karşı, işçiler, Marks'ın 1848'de yazdığı gibi, gerçekten vatanları olmadıklarını fark edebilirler ve fark ederler de. Onların asıl kardeşleri, kendi sınıflarının dünyanın her yerindeki diğer üyeleridir.
Kapitalizm bugün, her zaman olduğundan daha küresel bir sistem. Bu sistem, ancak işçiler arasındaki uluslararası dayanışma yoluyla farklı bir dünyaya dönüştürülebilir. "Tek ülkede sosyalizm" olamaz. Tabii ki, bugün enternasyonalizm halkın zihnindeki tek geçerli fikir değil. Bizler, günlük olarak, "sağduyu" imajları tarafından bombardımana tutuluyoruz. Bu imajlar, bizim bir ulusa ait olduğumuz ve bu ulusun diğer uluslarla rekabet etmek zorunda olduğu fikrini destekliyorlar.
Sporda, bizi tanımlayan şey "takımımız"dır. Kültürel olarak, bizim ülkemizin bir filmi Oscar ödüllerinde iyi sonuçlar aldığında mutlu olmak zorundayızdır. Eğitime bile önem vermemiz beklenir, çünkü eğitim bizim rekabet gücümüzü artıracaktır. Emperyalist savaşı desteklemeliyiz, çünkü orada savaşanlar "bizim çocuklarımız"dır.
Milliyetçiliğin öne sürdüğü nedir? Bizler, "İngiliz" ya da "Fransız" olarak, "dışımızdaki" diğer insanlarla sahip olmadığımız hangi ortak özelliklere sahibiz? Dolayısıyla, sömürülen bir işçinin zengin şirket yöneticisiyle ya da büyük toprak sahibi ile ortak bir noktası var mıdır? Milliyetçilik bizi, belirli bir devlet altında bir araya getirir ve sınıfsal olarak böler.
"Sağduyu"dan kaynaklı olarak ortaya çıkan bu milliyetçi tutum alternatifsiz değildir. Milliyetçiliğe karşı çıkan tutumların kaynağı, sömürü ve egemenlik ilişkilerinin bize yaşattıklarıdır. Sıradan insanların, diğer insanların ulusunu, rengini, dinini ve başka özelliklerini dikkate almaksızın onlarla ilişki kurma yetenekleri her zaman kendisini gösterir.
Daha yaşlı olan okuyucular, 1980'lerin Etiyopya'sındaki kıtlık görüntülerinin hayır kurumları tarafından nasıl yakalandığını ve bu görüntüler sayesinde kitlelerin sempatisinin toplandığını hatırlayacaklardır.
Güney Afrika'daki ayrılıkçılığa karşı siyahların verdiği mücadele dünya çapında büyük destek topladı. Bugün, yüz milyonlarca insan, adaletsizliğe karşı direnişin sembolleri olarak kendilerini Filistinlilerle özdeşleştiriyorlar.
Ekonomide yaşananlar politikayı ve fikirleri belirlerler. Her işçi iki tür tepki verir. Bir tanesi kapitalizmin rekabetçi karakterine karşı geliştirilen, bir iş sahibi olmak ve daha sonra bu işi kaybetmek konusunda endişelenmek, korku ve yalnız-lık gibi tepkilerdir. Bu tepki, bölünmeye neden olur ve hareketimizi zayıflatır.
Diğer tepki ise, sömürülenlerin ve ezilenlerin dünya çapında verdikleri mücadeleleri ve kendileri gibi acı çeken diğer kardeşlerini fark etmeleridir. Bu, sınırların ötesine ulaşan bir dayanışma duygusudur.
Rakip eğilimler arasındaki iç savaş, işçi hareketleri içerisinde kendi ifadesini bulur. Bir taraftan "ara bulucu"lar, sendikaların, patronların kâr etme ihtiyaçları karşısında boyun eğmelerini, savaşta "ülkemiz"in arkasında yer almalarını, şirketler daha düşük ücret ödemek için üretimi yurt dışına kaydırdıklarında "ingilizler'in işleri"ni korumalarını isterler.
Diğer yandan, patronlarla sevimli anlaşmalar yapılmasına karşı tartışan, emperyalizme karşı çıkan, hem çalışanların işlerini kaybetmemeleri için, hem de diğer ülkelerdeki işçilerle dayanışmak için çaba harcayan sosyalist sol vardır. Sosyalistler için, Irak'taki savaşa karşı mücadele etmek ve mültecilere yapılan saldırılara karşı mücadele etmek aynı şeydir.
Bunun nedeni sadece bizim, emperyalist kasaplığa, hırsız-lığa, her türlü ırkçılık belirtisine karşı mücadele eden iyi insanlar -aslında öyleyiz- olmamız değil, kendi sınıf çıkarlarımızın her zaman entarnasyonalist olduklarını bilmemizdir.
1919'daki Seattle örneği ile başladım. 80 yıl sonrasına gelelim. 20. yüzyılın son büyük eyleminde, Dünya Ticaret Örgütü'ne karşı yapılan gösterilerde yeni bir enternasyonalizm ruhu yeniden doğdu. 1999 Seattle'ı birbirinden çok farklı bir sürü kampanyayı ve konuyu bir araya getirdi.
Seattle'ın önemi, önceden birbirinden ayrı olan grupların aktivistlerinin, verdikleri mücadeleler arasındaki bağlantıyı bulmuş olmalarında yatar. Bu mücadelelerin bir araya gelmiş olmaları, kitlesel kam-panyaların nasıl tanımlanabileceği ve bu kampanyaların ortak düşmanlarla nasıl karşı karşıya gelebileceği konusunda yeni soruların ortaya çıkmasına yol açtı. Bu yeni yüz yılın başları, Birinci Dünya Savaşı'nı sona erdiren devrimlerden beri görülmeyen çok büyük savaş karşıtı hareketlere tanık oldu.
Büyük uluslararası forumlarda, yeni bir aktivistler kuşağı, özgürlük hareketlerinin nasıl ilerleyeceği konusunda tartışmalara katılıyorlar. Onlar için uluslararası dayanışma sorgulanamaz bir şey. Onlar küresel kapitalizmi asıl düşman olarak tanımlıyorlar.
Sadece beş yıl önce, kim, sendika temsilcilerinin Paris'e ya da Bombay'a kıtalar arasında ya da dünya çapında bağlar kurmak için gidebileceklerini hayal edebilirdi? Büyük bir devrimci potansiyel ile birlikte yeni bir dönem başladı.
Antikapitalist gösteriler ve savaş karşıtı gösteriler, ve uluslar arası forumlar, bizim güçlükle hayal edebileceğimiz, aşağıdan, yeni bir enternasyo-nalizm meydana getiriyorlar.

Colin Barker
Çeviren: Arife Köse