Sosyalist İşçi 223 (4 Eylül 2004)

 

Sayfa 13:

İsyandan ikona CHE

Che Guevara antikapitalist hareketin en yaygın sembollerinden biri. Dünyanın neresinde bir gösteri olsa, onun resmini taşıyan gençler görüyoruz. Yaklaşık 40 yıl önce ölmüş bir devrimci halen güncelliğini ve popülaritesini güçlü bir biçimde koruyor. Peki Che'yi harekete yeni atılmış bu kuşağın (neredeyse) tümü için sembole dönüştüren ne? Niçin insanlar genellikle hayatının ve politik yaşamını çok az bildikleri birinin resmiyle yürüyor ve onu bir ikona dönüştürüyor? Bunları anlamak için Che'nin yaşamına biraz daha ayrıntılı bakmalıyız.
Gençlik yılları ve
motosiklet günlüğü
Guevara çok politik bir dönemde ve politik bir toplumda yaşadı. Büyümekte olduğu zamanlarda Arjantin'e kargaşa ve şiddetli sınıf çatışmaları hakimdi. Ailesi tuhaf ve karanlık bir geçmişe sahip olan Arjantin Komünist Partisi ile yakın ilişki içindeydi. Dolayısıyla yaşadığı ortamda politika hep vardı.
Genellikle Che'nin gençlik yıllarında çıktığı motosiklet yolculuğu sırasında devrimcileştiği söylenir. Bu Latin Amerika gezisine ilk başta bir macera olarak girişmişti. Ancak yaşadığı bir dizi deneyim sonucunda düşünceleri yavaşça değişmeye başladı.
Burada Che hakkında uydurulan efsanelere ilişkin söylemek gerekiyor ki politik bilinç doğuştan gelmez. Hiçbirimiz mucizevi olarak her şeyin farkında doğmadık. Yine hiçbirimiz üç yaşında Marks'ı okumadı ve beş yaşında da Kapital'in üç cildini bitirmedi. Bir çoğumuz önce sıradan hayatlara sahipti. Deneyimler yaşadık, kızgınlık ve huzursuzluk duymaya başladık ve sonuçta bunları politik bir anlayışa, giderek de devrimci bir anlayışa dönüştürdük.
Motosiklet Günlüğü de böyledir. Guevara bir keşif gezisine çıkmıştı, Latin Amerika'yı görmek istiyordu. Bu gezinin sonucunda 'ilahi' bir değişim geçirdiğini ve devrimciliği seçtiğini söyleyemeyiz. Devrimci bir yaşamı seçmek için önce Arjantin'e dönmesi ve ikinci bir maceraya atılması gerekecekti. Bununla beraber Che bir doktordu ve gezisinde yoksulluk sonucu doğan hastalıkları gördü. Amazon'da cüzam yaygındı ve Che günlüğüne "Bu kapitalizmden kaynaklanıyor" diye yazdı.
1954'te Guatemala'ya gitti. O günlerde Guatemala birçok devrimci için önemli bir yerdi. Ulusalcı bir reformist parti iktidardaydı ve bu iktidara karşı ABD tarafından açıkça desteklenen ve hatta örgütlenen bir darbe gerçekleşmişti. ABD kendi çıkarına olmayan reformları komünizm olarak karalıyordu ki o dönemde her ilerici harekete karşı ABD bu şekilde saldırıyordu. Cuntaya karşı direniş başladı ve Guevara da bu direnişin içinde yer aldı. Che Guatemala'dan ayrıldığında kafasında şu soru yankılanıyordu: Guatemala'da yönetim niçin bu kadar çabuk yenilmişti?
Gerilla savaşı
Che Guatemala'da yaşadıklarından daha çok ve daha sert mücadele edilmesi gerektiği sonucunu çıkardı. Guevara'ya göre problem askeriydi: Guatemala'da halk silahlandırılmamış ve direnişe hazırlanmamıştı. Che bir antiemperyalistti, fakat sosyal dönüşümü yaratacak gerçek gücün işçi sınıfı olduğunu söyleyen bir geleneğin üyesi değildi. Kendini kitle hareketiyle bağlantılı görmüyordu. Belki Arjantinli olduğundan ve Peronizmin işçileri iktidarlarını güçlendirmek için sadece bir enstrüman olarak kullandığını gördüğünden kaynaklanıyordu bu güvensizlik.
Küba devrimi
Castro'yla Meksika'da karşılaştı ve ondan ciddi derecede etkilendi. Bu biraz ilginçtir çünkü daha önce Cstro'dan daha politik Kübalı grup ve kişilerle tanışmıştı. Castro'nun Marksist eğitimi çok sınırlıydı ve devrimci bir ulusalcılığı savunuyordu.
Castro ve Che'nin ortak olarak gördükleri Latin Amerika'daki diktatörlüklerin ve bölgedeki emperyalist çıkarların üstesinden gelmenin gerekliliğiydi. Yine ikisi de, farklı geleneklerden gelmelerine rağmen, kitle hareketinin değişimin motoru olamayacağını düşünüyordu. Che Peronizmden, Castro ise Küba Komünist Partisi'nden yola çıkarak bu düşünceye varmıştı.
Castro ve Che tartışmalarını sürdürürken, geliştirdikleri düşüncelerin dışında açık bir alternatifleri yoktu. Bir yanda Stalinizm ve Komünist Partiler, diktatörlüklerle ve yozlaşmış yönetimlerle anlaşma yoluna gidiyordu. Diğer yanda ise devrimciler çok küçük ve kararlı bir grup olarak devrim yapmak için (genellikle kırsal alanlarda) mücadele ediyordu. Dolayısıyla kentlerdeki işçi sınıfını önemseyen bir anlayış yoktu. Onlara (işçilere) düşen kırsalda sürmekte olan gerilla mücadelesini desteklemekti. Che ve Castro etkin ve sıkı bir askeri örgütün gerekliliğinde anlaştılar. Bunu bir savaş olarak görüyorlardı.
Küba Devrimi iki yıl içinde gerçekleşti. Batista kısa bir mücadelenin ardından devrildi. Nihayetinde bir avuç devrimci vardı. 1956 Aralık ayında saldırıya uğrayan gemiden sadece 18 kişi kurtulmuştu. Dağlardaydılar ve izole olmuşlardı.
Mücadele çok çabuk oldu. Önemli bazı çarpışmaları kazanmış olsalar da Küba Devrimini sadece bununla sınırlı düşünmemek gerekir. Batista rejimi çok istikrarsızdı ve çürümüştü. Dolayısıyla halk bu zalim rejime karşı gelişmekte olan devrimci gerillaların mücadelesine çok düşünmeden sembolik düzeyde destek verdi.
ABD yaşananlardan Batista'yı sorumlu tutuyordu ve kısa zamanda desteğini çekti.
Küba'daki tek devrimci hareket Castro'nun 26 Temmuz Hareketi değildi. Ancak kısa zamanda hareketin lideri haline geldiler. Özellikle silahlı güçlerin tüm kanatlarında destekçileri bulunuyordu.
Bu devrim doğal olarak kendini sosyalist yada komünist olarak adlandıran bir devrim değildi. Şimdilerde bazı yazarlar Castro'nun her zaman bir Marksist ve sosyalist olduğunu ancak bunu o dönemde sakladığını söylüyor. Buna inanmak aşırı saflık olur. Küba Devrimi'nin üç lideri vardı: Castro, Che Guevara ve Camilo Cienfuegos. Cienfuegos radikal bir milliyetçiydi ve çok popülerdi. Guevara coşkuyla okuyan bir yabancıydı ve kendini sosyalist olarak tanımlıyordu. Castro ise kendini sosyalist olara tanımlamıyordu ve daha hatırı sayılır bir zaman tanımlamayacaktı. Komünist Partiyle ve diğer politik güçlerle ilişkileri düzeltmeye çalışıyordu.
Küba Devrimi'nin kendini sosyalist olarak tanımlaması iki yıl aldı. Yazarlar devrimin gizli sosyalist olduğunu tartışabilir. Ancak 'gizli' bir sosyalist devrim sosyalist devrimin doğasıyla çelişen bir durumu ortaya koyuyor.
Bu açıklamanın ardından ABD devrime karşı harekete geçti ve kısa süre sonra, 1961 Nisan'ında Domuzlar Körfezi saldırısı yaşandı. Devrim daha da radikalleşti.
Che yaşanan gelişmelerin ardından Sovyetler Birliği'ne ve Küba Komünist Partisi'ne daha da mesafeli bir konuma geçti. Sovyetler Birliği Küba'yı sadece bir dış politika aracı olarak kullanıyordu, ve göstermişti ki zorda kaldığında Küba'yı sonuna kadar savunmayacaktı.
Che devrimden sonra Çin'i ziyarete gitti. Çin'deki gibi bir kalkınma hamlesi başlatmak gerektiğini düşünüyordu. Castro'nun kendisi de Rusya'yla olan ilişkilerine kuşkuyla bakıyordu. Guevara kaygılarında haklıydı. Sovyetler, Küba'yı, devrimi başka ülkelere yaymama koşulu ile destekledi. Bu ise Guevara'nın kıtasal devrim fikriyle açık bir çelişki yaratıyordu.
Guevara yaşadığı bu gerilimlerin etkisiyle Castro'ya daha mesafeli yaklaşmaya başladı. Ancak yine de Castro'ya sonsuz bir saygısı vardı. Ne olursa olsun, devrimin lideri Castro'ydu.
Guevara enternasyonalist mücadeleyi sürdürmek için daha sonra Kongo'ya ve en sonunda da Bolivya'ya gitti. Che'nin Küba'dan temelli ayrılıp Bolivya'ya gitmesini Castro onayladı mı bilmiyoruz. Muhtemelen onaylamadı ve Che ısrar etti.
Che'nin Bolivya'daki son yılına gerçek bir trajedi hakim. Bolivya o dönemde Latin Amerika'da en deneyimli işçi sınıfına sahip olan ülkelerden biriydi. Che ve arkadaşları Arjantin sınırına yakın bir gerilla kampında kalırken birkaç yüz km ötede Bolivya maden işçileri de grev yapıyordu. Che, bundan günlüğünde sadece birkaç kez bahsediyor.
Sonuç
Guevara'nın kişiliğinde tuhaf bir karmaşa var. Bir yandan büyük bir kibire, kararlılığa ve devrime adanmışlığa sahipken bir yandan da aşırı mutevazı, Devrimden sonra önemsiz denebilecek görevleri almaya razı bir kişiliğe sahip.
Che'nin ortaya koyduğu gerilla savaşı yöntemsel bir yaklaşım değildi, sadece bir stratejiyi içeriyordu. Ona göre devrimler halihazırda bulunan örgütlü, disiplinli devrimciler sayesinde gerçekleşiyordu. Dolayısıyla devrimcilerin görevi devrim yapmaktı ve bu yüzden örgütlenmeleri, disiplinli kişiler olmaları gerekiyordu.
Halk adına böylesi küçük ve adanmış bir grubun çıkıp mücadele vermesi yanlış ve hatta tehlikeli bir düşünce aslında. Çünkü küçük bir grup devrim yapma yeteneğinde değildir. Devrim milyonlarca işçinin içinde aktif olarak bulunmasını gerektiren büyük bir sosyal süreç.
Che'nin politik mücadelesi ve Küba Devrimi'nin deneyimi bir sosyal proje olmanın ötesine gidemedi. Çünkü kitleleri mücadelenin öznesi yapmayı reddediyordu. Gerilla mücadelesi stratejisinin sonucunda gelen Castro rejimi 45 yıldır Küba'da tek bir seçim bile yapmadan varlığını sürdürüyor.
Başladığımız yere dönersek, Che daha iyi bir dünya arayışının vücut bulmuş hali. Che dünyanın değişebileceğini ve ancak bir hareketle değişebileceğini simgeliyor.
Guevara'nın yaşamı bizim için tarihsel bir ders. Bu ders dünyayı değiştirmek için devrime cüret etmekle başlıyor. Dünya nasıl değişecek sorusunun cevabı ise sadece kitaplarda değil tarihin içinde ve deneyimlerde aranmalı. Bu kararlı ve büyük 'serüvenci'nin yaşadıklarında da sosyal değişimin nasıl gerçekleşeceğine ilişkin büyük bir eğitimi tamamlayacak kadar ders var.
Erkin ERDOĞAN