Sosyalist İşçi 223 (4 Eylül 2004)

 

Sayfa 14:

YENİ BİR SOL ÜZERİNE TARTIŞMALAR
Yeni bir sol, yeni bir politik odak

28 Mart seçimlerinden sonra Sosyalist İşçi'de yeni sol, solun ihtiyaçları ve anti kapitalist hareket arasındaki ilişkileri değerlendiren yazılar yayınlanmaya başladı. Bu tartışmanın çok önemli olduğunu, önümüzdeki dönemde bu önemin çok sayıda kurum ve insan tarafından görüleceğini düşünüyorum.
Yeni sol tabiri, bir dizi negatif çağrışım yapıyor geleneksel solun bazı kesimlerinde. Yeni, yani sivil toplumcu bir sol mu? Yeni, yani devrimciliği reddeden bir sol mu? Yeni, yani yeni dünya düzencisi bir sol mu? Yeni, yani sıfırdan başlayan hiçbir geleneği olmayan bir sol mu?
"Yeni sol"la anlatılmak istenen bu yaklaşımların hiçbirisi değil.
Yeni sol, anti kapitalist hareketin küresel sermayeye meydan okuması ve en önemlisi savaş karşıtı hareketin anti emperyalist bir odakta milyonlarca insanı harekete geçirmesinin sonucunda hareketin sola ihtiyaç duyduğunu göstermek için devrimci sosyalistler tarafından kullanılmaya başlandı.
Solun solunda, radikal taleplere sahip olan, parlamenter solun dışında anti kapitalist hareketin bir parçası olmaya çalışan sol, gerçekten de yeni bir yaklaşımı benimsemek zorunda.
Uzun bir süredir iki dinamik iç içe geçmiş bir şekilde ilerliyor. Anti kapitalist hareket bir dizi yeniliğe sahip. En önemlisi, hareketi ileri sıçratan yeni radikalleşen aktivistler, otomatikman sola yaklaşmıyorlar. Geleneksel solla aralarına bu solun hiyerarşik, içe kapalı, şeffaf olmayan, uzlaşmacı, zaman zaman milliyetçi yaklaşımları nedeniyle mesafe koyuyorlar.
Bu yüzden sol bu geleneksel özelliklerinden kopmak zorundadır. Yeni sol, milliyetçi olmayan, şeffaf, kapitalizmle asla uzlaşmayan, parlamenterist değil özgürlüğü sokaklarda arayan bir politik ve örgütsel zemine sahip olmalıdır. "Bunun yenilikle ne alakası var?" diye sorulabilir. Bu soruyu soranlar Türkiye'de ve dünyada stalinizmin ve sosyal demokrasinin sınıf mücadelesinde açtığı ağır yaralara baktıklarında, bu geleneklerin tutucu, fırsatçı ve uzlaşmacı özelliklerinin her önemli hareketin kapitalizm karşısında aldığı yenilgide sahip olduğu payın büyüklüğünü görebilirler.
İşleyen bir diğer dinamikse savaş politikalarını ve neo liberal uygulamaları savunan sosyal demokrasinin krizini derinleştiren sınıf mücadelesidir. Küresel sermaye işçi sınıfı ve toplumun tüm emekçi kesimlerinin kazanılmış haklarına ve ekonomik standartlarına IMF ve DTÖ gibi kurumlarıyla şiddetli bir biçimde saldırmaya devam ediyor. Emekçi sınıflardan aldıkları oylarla iktidara gelen sosyal demokrat partiler, bu saldırı politikalarını her hangi bir sağ parti gibi uyguladıkça ideolojik ve siyasi bir krizi aynı anda yaşamaya başlıyorlar. Üstelik bu partilerin tabanında ciddi bir erezyon ve güvensizlik atbaşı gidiyor.
Reformist partilerin sağa kayması, reformlar için "mücadele eden" partiler olmaktan çıkıp sermayenin en vahşi saldırı programını uygulayan kukla bir komiteye dönüşmesi, hareket içinde reformlar için mücadelenin politik aracı ve sesine duyulan ihtiyacı çok daha şiddetlendiriyor. Örneğin Lula'nın devlet başkanı seçilmesi Brezilya'da İşçi Partisi'nin merkeze daha çok kaymasına ve mali piyasalara güven vermek için artan şekilde neo-liberal politikalara sarılmasına - Avrupa sosyal demokrasisinin tarihinden çok tanıdık bir görüntü - yol açtı.
Birincisi reformizmin ölmediğini ama yaşadığı siyasal erezyon nedeniyle radikal solun doldurması gereken geniş bir boşluğun oluştuğunu görmeliyiz. Üstelik reformizm, reformist partilerden çok daha geniş bir durumu kapsar: Toplumun devrimci dönüşümü yerine, kapitalizmi göreceli olarak iyileştirmeyi yeğleyen, bir politik hareket olarak köklerini işçi sınıfının kapitalizm altındaki yaşamından, fiziksel şartlarından alır. Özellikle bu şartlar işçilerin her ne kadar mücadele içinde olsalar da, toplumun kontrolünü ele alma yeteneklerinden şüphe duymalarını sağlar.
Sol, hareketin bir parçası olmayı başardığı oranda, reformist partilerin yaşadığı krize, emek hareketinin yeni ve güçlü sözcüsü, bu hareketin en radikal kesiminin ta kendisi olarak yanıt verebilir ve ortaya çıkabilir.
Bunun için sol aralıksız kampanyalar sürdürmek, savaşa ve küresel kapitalizme meydan okumaya devam etmek ve solun solunda bir seçenek oluşturmak için birleşik eylem, tartışma ve örgütlenme sürecine hız vermek zorunda. Hareketin ihtiyaç duyduğu reform taleplerini sahiplenebildiği, bu reformlar için radikal ve birleşik bir mücadele platformu yaratabildiği ölçüde, solun yenilenirken aynı zamanda hareketin sesi, yeni radikalleşen aktivistlerin bir hareketi olmasının ve kapitalizme karşı beklenmedik önemde mevziler kazanabilmesinin önünde hiçbir engel yok.
Şenol KARAKAŞ


Coğrafya değil, mücadele!
Kapitalizmin büyük şirketlerine ve güçlerine karşı Seattle/Cenova'dan günümüze dek mücadele tüm dünyada sürüyor. 'Öldüren kapitalizmi öldürmek' ve yerine daha 'güzel bir şey' koymak isteyen yeni bir aktivistler kuşağı sistemden doğan sorunlara çözümün bugün Irak'tan geçtiğini bildiği için savaşa karşı tüm dünyada da) kitlesel eylemler yaptı. Sisteme karşı dünyanın sayısız yerinde birlik içinde çeşitlilik ruhuyla çoğunluğunu işçilerin oluşturduğu kitleler duruyor. 15 Şubat'ta savaşa karşı yapılan eylem dünya tarihinin en önemli gösterilerinden birisiydi.
Uzun bir duraklama ve gerileme döneminden sonra aşağıdan örgütlenen, enternasyonalist, doğrudan eylem refleksine sahip ve hepsinden önemlisi kapitalist üretim biçimine karşı olan yeni bir harekete, sosyalistlerin uzak durması ya da küçük görmesi her halde olağan bir şey değil. Sosyalist olduğunu iddia eden bir çok grubun hareketi küçümseyen tavrı sosyalist olmasından değil dar grupçuluğundan, ikameciliğinden ya da olsa olsa milliyetçiliğinden.
Antikapitalist hareketi küçümseyen sol (!) mantık özünde kendi tarihsel geleneğine hapsolmuş durumdadır. Bu mantığa göre ABD ve Avrupa işçi sınıfıyla ortak bağlarımız olamazmış, oradaki mücadeleler burayı bağlamazmış çünkü onlar emperyalist ülkelermiş vs..vs... Devrimci marksistler, Batı işçi sınıfının yüzyıllık mücadelesinin kazanımlarını sahiplenirler, günümüzde mücadeleleri coğrafi yönlere göre değil küresel emek-sermaye çelişkisine göre yükseltirler. Ayrıca somut durum bizi gerek eylem tarzı gerek kampanya anlayışı bakımından hareketin en güçlü ve en kitlesel yerlerine bakmayı ve onlardan öğrenmeye zorluyor. O devletler ister emperyalist olsun ister üçüncü dünyalı olsun sistem karşıtlarıyla birleşmemiz gerekiyor. Bugün ABD'de de tüm ülkelerde olduğu gibi gelir uçurumu ve yoksulluk hızla artıyor. Ve kapitalizmin çarklarının merkezindeki mücadele ister istemez daha çok önem kazanıyor.
Bush' un savaşı,bundan sonra ya barbarlık ya da başka bir dünya seçeneklerini önümüze koyuyor. Ve bu savaşı durdurmak konusunda en kilit role Irak direnişçileri ve İngiltere/ABD'deki çoğunluğunu işçilerin oluşturduğu savaş karşıtı hareket sahip.
Türkiye'de de sol yeni hareketten gerek pratikleriyle ve anlayışıyla çok şey öğrenmek zorunda. Tek tek konularla sisteme vurup, yarılma yaratabilmeli. Ve o hantal, harekete geçmeksizin bulunduğu yerden sosyalizm (!) nutuklarından vazgeçip,gerçekten umuda sahip olan ve kitlelere güven veren bir biçim almalıdır. Ancak böylesi bir anlayış somut kazanımlar elde edebilir.
Milliyetçiliğe ve yukardancılığa sahip unsurlar ise diğerlerini de çekmeye çalıştığı bataklıkta çürüyecektir.
Tolga ŞİRİN


Latinciler
Türkiye’de bir tür sol var. Dünya’da Latin Amerika ülkeleri dahil pek bir benzerini bulmak mümkün değil. Bunlar Latin Amerika’daki devrimci mücadeleye hayranlar.
Doğrusu, Latin Amerika’da güçlü, etkili bir mücadele bir süredir yükseliyor. Bu nedenle devrimciler Latin Amerika’ya dikkatle bakmak zorunda. Ne var ki Türkiyeli Latinciler dünyanın geri kalan kesimlerindeki mücadelelere pek aldırmıyorlar.
Avrupa ve Kuzey Amerika’daki mücadele “emperyalist ülkelerin” işçi sınıflarının mücadelesi olarak görülüyor. Küçümseniyor. 2 milyon emekçi Londra’da savaşa karşı çıkmış. Latinciler için önemli değil. Bu gösteriler bütün dünyada emekçilere ilhal kaynağı olmuş. O da önemli değil.
Fransa’da, İtalya’da milyonlar genel greve çıkar Latincilerin umurunda değildir. Ama bir Latin Amerika ülkesinde bin belediye işçisi greve çıkar, bizim Latinciler ayağa kalkarlar.
Latinciler bir de liak kampta yer alırlar.
Üçüncü dünya ülkelerinin çoğu Müslüman’dır. Büyük çoğunda politik muhalafet islamcıdır. Latinciler bu mücadeleleri de reddederler. Gerici bulurlar. Mısır’da, Orta Doğu’da, Endonezya’da, Afrika’da onlara göre mücadele, direniş, emek hareketi yoktur.
Böyle olunca, varsa yoksa sadece Latin Amerika’ya bakarlar.
Bir de tabii milliyetçidirler ve kendilerini çok beğenirler. Bu nedenle Türkiye’deki her mücadele onlar için dünya çapında önemlidir.
34 kişi ile İstiklal Caddesi’nde yaptıkları gösteriyi yere göğe sığdıramazlar ve hatta Latin ülkelerindeki mücadeleden bile önemli görürler. 34 veya 35 kişi ile dünyayı etkilediklerine inanırlar.
Sinan POYRAZ