Sosyalist İşçi 223 (4 Eylül 2004)

 

Sayfa 7: Dünya

“Kızıl-Yeşil” koalisyonu saldırıyor:
Almanya: İşçiler sokakta

1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılışı, Avrupa Birliği'nin (AB) devi Almanya açısından II. Dünya Savaşı sırasında bölünmüş olan topraklarının yeniden birleşmesinin önünü açtı. İki Almanya'nın birleşmesi sonucu, kıtada 82 milyon nüfusa sahip bir dev ortaya çıktı. AB'nin genişleme öncesi toplam nüfusunun 370 milyon ve kıtanın diğer iki devi Fransa ve İngiltere'nin nüfuslarının 60 milyon civarında olduğu düşünülürse, Almanya'nın büyüklüğünün tartışılmaz olduğu görülür.
Almanya, eskiden beri var olan doğuya ilgisi, Duvarın çöküşüyle birlikte bir anda reel bir politikaya dönüştü. Önce sembolik olarak başkent, batıda Bonn'dan, doğuda Berlin'e taşındı. Almanya'nın özel çabalarıyla Doğu Avrupa'da 15 ülke AB'ye katıldı. Bu gelişmeler yaşanırken, savaş sonrası dönemde Almanya toprakları üzerinde konuşlanmış olan Fransız, İngiliz ve Rus askerleri ülkeyi terk etti. Federal hükümet II. Dünya Savaş'ı sonrası dönemde ilk kez, Balkan Savaşı'nda, bir çatışma alanına asker gönderdi ve Birleşmiş Milletler Daimi Konseyi'nde kalıcı üyelik talebinde bulundu. Ülkenin bu yeniden kendine güveni, ABD'nin "teröre karşı savaşı"na karşı Fransa ve Rusya ile girdiği ittifakla pekişti.
Ancak dünya sahnesinde baş aktör olarak oynamak o kadar kolay değil. Almanya'nın ekonomisi kuşkusuz Avrupa'nın en büyüğü. Fransa veya İngiltere ekonomisinden 1/3 oranında daha büyük. Ancak 1990 yılında Almanya ekonomisinden 3.7 kat büyük olan ABD ekonomisi, aradan geçen süre içinde çok daha hızlı büyüyerek, aradaki farkı beş kata çıkardı ve ara giderek açılıyor. Almanya ekonomisi, Euro bölgesinde son sekiz yılda en yavaş büyüyen ekonomi. 2004 yılında büyüme oranı yüzde 1.5, işsizlik oranı yüzde 10.5 düzeyinde. Küreselleşme, tıpkı yoksul ülkelerde olduğu gibi, Almanya'da yığınları hızla yoksullaştırırken, gelir dağılımındaki eşitsizlik artıyor. Ülke nüfusunun yüzde 1, piyasadaki para değerinin yüzde 70'ine sahip. İşsizlik ülkenin doğusunda yüzde 20'lere kadar varıyor.
Bir çok Almanya kökenli çokuluslu şirket zor durumda. Euro'ya geçişle birlikte Almanya'nın finans merkezi Frankfurt'un parlayacağı düşünülürken, durum bunun tam tersi oldu. Borsa son yıllarda New York, Londra ve Paris borsalarından çok daha kötü bir performans gösterdi. Özellikle yüksek teknoloji şirketleri son iki yılda piyasa değerlerinin yüzde 90'ını kaybetti.
Tüm bunlar Almanya sermaye sınıfını ciddi olarak endişelendiriyor. Şu anda iktidarda olan SPD ve koalisyon ortağı Yeşiller, sermaye sınıfının bu beklentilerini göz önüne alarak, işçi sınıfının direnişini kırmayı planlayan kapsamlı bir "reform" paketi hazırladı. "Gündem 2010" adını taşıyan ve 2005 yılının ocak ayından itibaren yürürlüğe girmeye başlayacak olan paket, en temel işçi haklarına saldırırken, sermaye sınıfı lehine vergilerde indirimler öngörüyor. Reformlar o kadar açık bir şekilde sermaye sınıfının lehine ki, muhafazakar Hristiyan Demokrat Parti (CDU) en üst düzeyde bu pakete destek veriyor.
İşçi sınıfı yeniden sahnede
Nisan başında açıklanan Gündem 2010'a karşı Berlin'de yapılan eyleme yaklaşık 500.000 işçi katılmıştı.
15 yıl önce her pazartesi gerçekleşen kitlesel eylemler Doğu Almanya'da stalinizmin yıkılışının önünü açan süreci başlatmış ve yaygınlaştırmıştı. Pazartesi eylemlerinin akılda kalan en yaygın sloganı, "Halk biziz" idi. Dünyanın en baskıcı rejimlerinden biri, halkın kitlesel ve barışçıl direnişi karşısında bir kaç hafta içinde dağıldı. Bu sahneler o zaman "komünizm"e karşı, Batı'daki özgür piyasa kapitalizmini tercih eden kitleler olarak yansıtılmaya çalışıldı. Ancak iki Almanya'nın birleşmesinin faturası, eski Doğu Almanya halkının sırtına yıkıldı, insanlar eskisine göre çok daha fazla yoksullaştı.
Bugünlerde Almanya'da bir şeyler oluyor. Tıpkı 15 yıl önce olduğu gibi, binlerce işçi "Halk biziz" sloganlarıyla, pazartesi günleri sokaklara dökülüyor. Ancak bu kez hedef piyasa kapitalizmi, iktidardaki "Kızıl-Yeşil" koalisyonun yeni liberal saldırı politikaları.
Tüm ülkeyi bir eylem dalgası sardı. Ağustosun ortasında Leipzig'te 20.000, Berlin'de 30.000 kişi eyleme çıktı. Eylül ve ekim aylarında toplam 140 kentte eylem planlanıyor. Ekim ayının başında ise ortak büyük bir eylem olacak.
Almanya işçi sınıfı, SPD-Yeşiller koalisyonunun sermaye sınıfı lehine başlattığı büyük saldırıya karşı sokakta, eylemle cevap veriyor.
Alman işçi sınıfının bu yeni liberal politikalara karşı verdiği mücadele, Türkiye'de İMF programına karşı direnen işçilere de yol gösteriyor.



Gündem 2010 neyi getirecek?

Almanya'da milyonlarca insan işsizlik parasıyla yaşamak durumunda. Gündem 2010 reform paketi, işsiz kalan bir işçinin son kez eline geçen aylığın yüzde 53'ü oranında olan işsizlik parasını, sosyal yardımlaşma oranına geri çekmeyi ve 12 ay sonra da bütünüyle kesmeyi hedefliyor.
Yani işsizler batıda 345 Euro, doğuda ise 331 Euro ile yaşamak zorunda bırakılıyor ki, yüzbinlerce işsiz açısından bu açlığa mahkum olmak demek. Ayrıca yeni işsizlerin, işsizlik parası almalarına hak kazanmaları zorlaştırılıyor. Örneğin, yeni işsizler ortalama ücretlerin yüzde 30 oranında daha düşük ücretlerle çalışmaya zorlanabilecek, aksi takdirde işsizlik parası yardımından yararlanamayacaklar. Bu durumdaki işçilerin büyük bir kısmı 1 Euroluk işleri kabul etmeye zorlanarak, köle emeği ile çalıştırılacak.



Sudan’ı kurutan emperyalizm

Sudan’ın Darfur bölgesinde bir insanlık faciası yaşanıyor. Kofi Annan, Colin Powell ve İngiliz Dış İşleri Bakanı Jack Straw bölgeye giderek facianın nedenlerini araştıracaklarmış. Tam bir iki yüzlülük.
Sudan’daki bütün bölünmlere ve çatışmalar esas olarak emperyalistlerin bölgeye ektikleri sorunlar.
Son yıllarda Sudan yeni liberal politikaların acımasızca uygulandığı bir ülkeydi.
Milyarlarca dolarlık ürün ihraç eden Sudan bütün olanakları ile borcunu ödemeye çalışıyordu.Ne var ki son yıllarda fazla üretimden dolayı fiyatlar düşünmce Sudan derin bir krizer yuvarlandı. Yaşam koşulları düştü. Gerçek ücretler son 3 yılda % 70 geriledi.
Darfur’da toprak, göçebe hayvancılık sorunları ile emperyalistlerin yarattığı sorunlardan bir tanesi.
İngilizler ve daha sonra da ABD için Sudan Suveyş Kanalı’na ve Ortas Doğu’ya giriş kapısıdır. Ayrıca Sahra çölünün altındaki bölgeye ulaşmanın yoludur. Bu nedenlerle Saudan 1980’lerde en büyük ABD yardımı alan ülkelerden birisiydi.
Ne var ki son yıllarda en çok ABD yardımı alan 4 Afrika ülkesi de şimdi derin bir ekonomik kriz içinde ve savaşlara batmış durumdalar.
Sudan egemen sınıfı ve dolayısıyla Sudan hükümetleri daima emperyalistler için bölgenin diğer ülkelerinin hükümetlerine ve egemen sınıflarına ulaşma araçlarından birirsiydi. Bu nedenle diğer Afrika ülkeleri de Sudan’a sürekli olarak müdahale ediyorlar.
Şimdi Sudan’da petrol bulundu. Petrol dış güçlerin Sudan’a ilgisini daha da arttırdı.
Şimdi Darfur nedeniyle büyük güçlerin ve BM’nin bazı Afrika ülkeleri ile birlikte Sudan’a müdahalesi tartışılıyor.
Karşılarında ise atlı askerler olacak.
Eğer Sudan halkı büyük güçlerin kendi ülkelerine müdahalesini kabul edecek olursa o takdirde kendi kaderlerini tayin etme haklarından vaz geçmiş olacaklar.
Oysa Sudan’ın aşağıdan direniş üzerine önemli bir geleneği var. Farklı bir çok kültür, etnik grup ve din Sudan’da birleşmiş durumda. Sudan tarihinde bu zengin mozayik defalarca egemen sınıfa karşı başarıyla ayaklandı. Bunun bir daha olmaması için hiç bir neden yok.
Sudan direnişleri daima enternasyonalist dayanışmadan büyük destek aldı.
1950’lerde Arap işçilerin hareketi 1951’de Sudan sendika hareketini yarattı. Aynı yıllarda Afrika’nın en büyük Komünist Partisi kuruldu.
Afrika işçi sınıfının militanlığı daima Sudan işçi sınıfında yankısını buldu.
15 Şubat savaş karşıtı gösteri de Sudan’da etkisini gösterdi. Sudan’da da İslamcı hükümete rağmen gösteriler başladı.
Eğer büyük güçler Darfur’u bahane ederek Sudan’a müdahale ederlerse bu önemli bir geri adım olacak. Savaş karşıtı hareket buna karşı çıkmak zorunda.