Sosyalist İşçi 223 (4 Eylül 2004)

 

Sayfa 8-9: Orta sayfa

Demokrasi 12 Eylülcülerin yargılanmasından geçer

Asmayıp hapiste besleyelim!

1980 yılının 12 Eylül gününün erken saatlerinde, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) siyasilerin uzlaşmaktan kaçınan tutumu ve terör gerekçesiyle radyo ve televizyonlardan okunan bildiriyle parlamenter sisteme son vererek yönetime el koydu.. Milli Güvenlik Konseyi bildirisinin altında, Konsey Başkanı ve Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, üyeler Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer , Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin , Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya, Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun 'un imzası yer aldı. Böylece beş darbeci generalin yönetimi zor yolu ile devralmasıyla toplumun geleceğine ipotek kondu.
Türk sermaye sınıfı 1960'ların başından beri yükselen sınıf mücadelesine 12 Mart 1971 darbesiyle yanıt vermişti. Ama hem dünyadaki hem Türkiye'deki hareket 12 Mart darbesinin etkisini kısa vadede kırmıştı. 1970'ler Türkiyesi hem işçi sınıfı hareketinin hem sol hareketlerin yükselişine tanık olmuştu. Bu yükselişe karşı sermaye sınıfı, ülkücü faşist terörü kullandı. Faşistler işçi grevlerine, öğrenci hareketine, sola ve sendikalara saldırarak toplumu terörize etmeye başladılar. Ama sermaye sınıfı için bu da yeterli değildi. Neo-liberal politikaları güçlü bir şekilde uygulayacak istikrarlı bir yönetime ihtiyaç duyuyordu. TİSK, MESS, TÜSİAD gibi işveren örgütleri bir an önce darbe olsun istiyorlardı. Sermaye sınıfının tek derdi İMF ve Dünya Bankası ile birlikte hazırladıkları 24 Ocak 1980 kararlarının hayata geçirilmesiydi. Darbeye bir gün kala 11Eylül'de Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Halit Narin "Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) olmadan üretim artmaz" dedi. Aynı Halit Narin, darbeden kısa bir süre sonra "şimdiye kadar biz ağladık, onlar güldü. Şimdi sıra onlarda" diyerek sermaye sınıfının darbe için düşündüklerini ifade ediyordu. Patronların isteğini belki de en iyi Vehbi Koç dile getiriyordu: "12 Eylül devletin yeniden kurulması devridir".
Sermaye darbe
istiyor
Sermaye sınıfı devletin yeniden kurulması için, toplumdaki genel ilgisizlik ve umutsuzluktan da yararlanarak askeri darbe tercihini devreye soktu. Ve tüm demokratik haklar ve özgürlükler ortadan kaldırıldı.
Bu sayede, Türkiye 1980'li yıllarda neo-liberal politikaların en acımasız şekilde uygulandığı ülkelerden biri konumuna itildi. Bütün mücadele araçları (sendikalar-partiler-dernekler) ya ortadan kaldırıldı ya da sindirildi. Böylece işçi sınıfı neo-liberal saldırılara karşı savunmasız bırakıldı. Neo-liberal saldırılar sadece Türkiye ile sınırlı değildi. Reaganizm, Theatcerizm, Özalizm dünyanın her yerinde geçerliydi. Tüm işçi sınıfı küresel sermayenin saldırısıyla karşı karşıyaydı. Neo-liberal politikalar, sendikasızlaşmayı, işten çıkarmayı, özelleştirmeyi, sosyal hakların ortadan kaldırılmasını gerektiriyordu. Bütün bunları yapabilmek için de, özgürlüklerin olabildiğine kıstlandığı baskıcı yönetimlere ihtiyaç vardı. 12 Eylül 1980 darbesiyle Türkiye'ye damgasını vuran bu gerçeklikti.
Darbenin etkileri sürüyor
Darbenin etkisi, uygulamalarıyla toplumda öylesine derin etkiler yarattı ki, üzerinden 24 yıl geçmesine rağmen bu etki ortadan kaldırılamadı. Demokratik haklar, özgürlükler savunulamaz, devlet ve ordu ise sorgulanamaz hale getirildi. Derin devlet bu süreçte dokunulmazlığını kazandı. Faili meçhul cinayetlerin, soygunun, korkunun, yağmanın, katliamın önü açıldı. Bütün bunlara karşı mücadele etmek isteğinde olanlara darbenin lideri Kenan Evren'in sözü yeterince tehdit doluydu: "asmayalım da besleyelim mi?"
Darbenin etkileri hala ortadan kalkmadı derken, son 24 yılda Türkiye'de hiç mücadele olmadı demek büyük haksızlık olur. 80'li yılların ikinci yarısından itibaren Türkiye işçi sınıfı, yeniden toparlanmaya harekete geçmeye başladı. Özellikle 1989-90 yıllarında büyük grevler, 1990'lı yıllarda kamu çalışanlarının sendikalaşma mücadelesi büyük moral kaynağı oldu. Ancak her mücadele derin devlete ve gerici yasalarına çarptı. İşçi sınıfı ayaklarından birisi eksik olduğu halde mücadele etmek zorunda kaldı. Çünkü bu ayağı eksik bırakan 12 Eylül darbesinin hesabı sorulmamış, sorumluları yargılanmamıştı.
Bu ülkede 12 Eylül'ün tüm cuntacıları dokunulmazlık zırhının arkasında rahat koşullarda, geniş olanaklarıyla hayatlarına devam ediyorlar, mahvettikleri milyonlarca yaşama rağmen. Düşük rütbeli susurlukçu subaylar dahi yargılanamıyor. 12 Eylül'ün ürünü valiler, politikacılar rahatça dolaşıyorlar ortalıkta. Örneğin Mehmet Ağar ( baş Susurlukçulardan, 1000 operasyonun sorumlusu) bir partiye genel başkan olabiliyor. Örneğin Korkut Eken (kontrgerilla sorumlusu) krallar gibi muamele görüyor. Meclisin Susurluk soruşturma komisyonu, emekli tuğgeneral Veli Küçük'ün yanına dahi yanaşamıyor.
Demokratik dönüşüm nasıl sağlanacak?
Öte yandan Avrupa Birliği (AB)'ne uyum yasalarıyla, toplumun demokrasi ve özgürlük beklentileri karşılanmaya çalışılıyor. Yasalarda bir ölçüde demokratik adımlar atılıyor olabilir. Ancak bu adımlar 12 Eylül darbesinin pisliği temizlenmeden fazla anlam taşımayacaktır. Cuntacıların, dünyanın en geri anayasalarından biri yaptıkları anayasada köklü değişimler yapmak gerekir. Bunun için sadece maddelerin değişmesi yetmez. Ciddi bir demokratik değişim, sorumluların yani generallerin, derin devletçilerin yargılanmasıyla gerçekleşecektir. Kenan Evrenler, Mehmet Ağarlar, Korkut Ekenler, vb.ler yargılandıktan sonra, kendi yarattıkları duvarların arkasında beslenmelidirler.
Ancak bu sayede toplum tüm korkularından, gerginliğinden kurtulup, demokratik bir işleyişe kavuşabilir. Türkiye halkı olarak bu kamburdan kurtulup yolumuza devam etmek istiyorsak 12 eylül darbesinin sorumlularını hep birlikte yargılamalıyız.



Pinochet sonunda yargılanıyor

1960'ların sonu, 1970'lerin başında Şili çok büyük bir borç batağındadır. Salvatore Allende liderliğindeki unitad Populer (Halk Birliği) Partisi, ITT Shaub-Lorenz yönetimindeki bakır madenlerinin millileştirilmesiyle krizden çıkılabileceğini söylemesiyle 4 Eylül 1970'de iktidara gelir. ABD, Allende^ye uyarı olarak CIA aracılığıyla Şili Genel Kurmay Başkanı'nı öldürür. Ve Allende'nin millileştirme karşısında para verme teklifini kabul etmez.
Kasım 1970'te devlet başkanı Allende'nin önerisinin oybirliği ile kabulünden sonra bakır madenleri millileştirilir.
Yalnızlaşan Şili
ABD'nin ilk tepkisi Dünya Bankası ve İMF'nin Şili'ye yaptığı kredileri kesmek olur. Ülke uluslar arası piyasalarda tam bir yalnızlığa sürüklenir. Yoksulluğun ve krizin etkisiyle Şili toplumu patlama noktasına gelir. Allende Birleşmiş Milletler (BM)'de yaptığı bir konuşmada ülkesine karşı uluslar arası tekeller tarafından büyük bir komplo düzenlendiğini söyler.
Bu arada büyük çoğunluğu ABD ordusu tarafından eğitilen Şili ordusu darbe hazırlıklarına başlar. Yine de Allende'nin halk desteği azalmamıştır. Mart 1973'te yapılan seçimlerden halkın yüzde kırk dördünün desteğini alarak çıkar. Ordunun ilk darbe girişimi haziran 1973'te başarısızlığa uğrar. ABD'nin ve parlamento içindeki muhalefetin baskısı giderek güçlenmektedir. Allende hükümet kurmakta zorluk çeker. İlk fire genel kurmay başkanından gelir, baskılara dayanamayarak istifa eder.
Kanlı darbe
En nihayetinde, ordunun başına yeni geçmiş olan (18 gün) Augusto Pinochet darbeyi gerçekleştirir. Darbeye karşı halkı silahlandırmayan Allende başkanlık sarayına sıkışır. Burada radyo yayınında teslim olmayacağını ve Şili halkının çıkarlarını savunmaya devam edeceğini söyler. Trajik bir biçimde çatışmada, korumalarıyla birlikte askerler tarafından katledilir.
Ardından muazzam bir baskı ve terör dalgası başlar. 3 yıl içinde 180 bin kişi gözaltına alınıp işkenceden geçirilir. Aynı süre içinde 3500 kişi katledilerek izi kaybettirilir. Artık Şili, Şilili patronların ve ABD'nin çıkarlarına uygun hale getirilmiştir. 1973 ile 1990 arası Pinochet Şili'de hükümranlığını sürdürür. 17 yıl boyunca Şili halkı korkunç bir diktatörlükle karşı karşıya kalır.
Diktatör zor durumda
Pinochet anayasada hazırlattığı bir madde ile dokunulmazlık zırhına büründü. Böylece işlemiş olduğu suçlardan dolayı iktidarı bıraktığı andan itibaren bile yargılanamayacaktı. Ama 1998 yılında talih Pinochet'nin yüzüne gülmedi. İspanyol savcı Baltazar Carson, İngiltere'de bulunan Pinochet'nin işlediği insanlık suçlarından dolayı ülkesine iadesini istedi. Böylece Pinochet hakkında uluslar arası hukuk süreci işlemeye başladı. İngiltere iade kararı aldı. Fakat Pinochet'nin avukatları sağlık gerekçeleriyle karara itiraz ettiler. İngiltere 2000 yılına kadar ev hapsinde tuttuğu Pinochet'i 2000 yılında sağlık gerekçeleriyle serbest bıraktı.
Apar topar Şili'ye kaçan diktatörü bir sürpriz daha bekliyordu. On binlerce Şilili diktatörü karşılıyordu. Ama hoş geldin demek için değil hesap sormak için. Böylece Şili'de diktatörlüğün ve sorumluların yargılanması için bir hareket başladı. Darbenin her yıldönümünde on binler ve yüz binlerce Şilili diktatörün evini kuşatıyor.
Bu mücadele ürününü verdi. Şili Yüksek Mahkemesi bu yıl, diktatörün insan hakları ihlallerinden yargılanmasının yolunu açtı. Şili halkı geçmişindeki karanlıkla ve pislikle hesaplaşmak için önemli adımlar attı. Bugün 88 yaşındaki diktatör müsveddesi ABD bankalarındaki milyonlarca dolarlık servetine rağmen pisliğinin ve yalnızlığının içinde hapse atılacağı zamanı bekliyor. Bu ülkede de kimileri aynı korkuyu yaşamalı.



12 Eylül: Yaralar hala taze!
TBMM kapatıldı, anayasa ortadan kaldırıldı, siyasi partilerin kapısına kilit vuruldu ve mallarına el konuldu

l 650 bin kişi gözaltına alındı.
l1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
lAçılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
l7 bin kişi için idam cezası istendi.
l517 kişiye idam cezası verildi.
lHaklarında idam cezası verilenlerden 50 kişi asıldı
lİdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.
l71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
l98 bin 404 kişi ''örgüt üyesi olmak'' suçundan yargılandı.
l388 bin kişiye pasaport verilmedi.
l30 bin kişi ''sakıncalı'' olduğu için işten atıldı.
l14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
l30 bin kişi ''siyasi mülteci'' olarak yurtdışına gitti.
l300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
l171 kişinin ''işkenceden öldüğü'' belgelendi.
l937 film ''sakıncalı'' bulunduğu için yasaklandı.
l23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
l3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
l400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
lGazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
l31 gazeteci cezaevine girdi.
l300 gazeteci saldırıya uğradı.
l3 gazeteci silahla öldürüldü.
lGazeteler 300 gün yayın yapamadı.
l13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
l39 ton gazete ve dergi imha edildi.
lCezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
l144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
l14 kişi açlık grevinde öldü.
l16 kişi ''kaçarken'' vuruldu.
l95 kişi ''çatışmada'' öldü.
l73 kişiye ''doğal ölüm raporu'' verildi.
l43 kişinin ''intihar ettiği'' bildirildi.

Her darbede olduğu gibi 12 Eylül darbesinin sonuçları da ağır oldu. Hasara uğrayan, sonuç olarak toplumun büyük çoğunluğu oldu.
İzler hala sürüyor, yaralar hale taze.
Hesap sormak için geç değil.
Bu toplumsal travmanın sorumluları mutlaka yargılanmalı.