Sosyalist İşçi 224 (23 Eylül 2004)
Sayfa
13:
YENİ BİR
SOL
ÜZERİNE
TARTIŞMALAR
Gençlik, gelecek ve sol üzerine...
Eskisi, yenisi…
Şöyle bir slogan vardır "gençlik gelecek, gelecek sosyalizm". Şüphesiz
bu satırların yazarıda bu temennidedir hatta temenninin ötesinde o geleceği
yakınlaştırmak içinde mücadele vermektedir. Bununla birlikte ne bu sloganı
atanların birçoğu gibi bir gelecek tasviri ne de o şekilde bir gençlik
anlayışı vardır. Çünkü bu sloganı atanlar geçtiğimiz günlerde "Barışarock" festivaline
katılan, iki gün boyunca anti-kapitalist bir hava soluyan-solutan binlerce
genci, 27 Haziran'da Küresel BAK'ın "Defol Bush-Nato Dağıtılsın" pankartları
arkasında yürüyen alanın en somut ve en politik sloganlarını atmanın yanı
sıra başka bir eyleminde mümkün olduğunu gören ve gösteren yüzlerce genci,
yaşadığı hayattan mutlu olmayan ve bunun sistemden kaynaklandığını gören
ama "eski" solun durumundan kaynaklı mücadele edeceği kanal bulamayan onbinlerce
genci görmeyen ve inatla görmek istemeyen bir anlayışa sahipler. Onlara
göre eylemde biz anti-kapitalistiz diye zıplamaktansa, "devrimci" halay
çekmek, "Irak'ta İşgale Son, Filistine Özgürlük" diye haykırmaktansa "Mahir-Hüseyin-Ulaş" anması
yapmak daha doğrudur. Ve yine aynıları okullarda somut taleplerden yola
çıkarak, birleştirici, dönemin ruhuna uygun tek konulu kampanya örgütlemektense "okumuş
insanlar emekçi halka karşı sorumludur" diye pankart asıp öğrencileri nereye
yönleneceği belli olmayan bir sorumluluğa davet ederler yada sivil toplum
örgütçülüğüne soyunup yeni gelen öğrencilere beleş kitap verirler ve bunu
yaparken de Amerikan emperyalizminin keskin ucu Bush'a karşı kampanya yapan
öğrencileri devrimci olmamakla suçlarlar-ne ilginç. Ama duruma şaşmamak
gerek tüm bu ve benzeri durumlar o arkadaşların sahip oldukları ve daha
kendileri çocuk yaşta iken yıkılan milliyetçiliği, cinsiyetçiliği, hiyerarşiyi,
sekterizmi barındıran stalinizm'den beslenen sol anlayıştan yani "eski
sol" anlayıştan kaynaklanmaktadır.
Yeni sol derken…
Şu anda gerçekten öyle bir dönemdeyiz ki bir yanda dünyanın bir çok köşesinde
yükselen mücadele dalgası (Venezüella, Irak, Güney Kore, ABD, Türkiye...) bir
yanda her yeni gün sistemin getirdiği sorunlardan dolayı bu mücadeleye atılan
yepyeni bir genç kuşak ve bunlara paralel yeniden şekillenen, yeni dönemin
gereksinimlerine (yeni dönemden ne kastedildiğini sanırım herkes biliyordur-1999
Seattle ile başlayan süreç) göre örgütlenen, şu anki dünya sistemini en doğru
şekilde analiz edip hareketin en önemli sloganlarından biri olan "başka bir
dünya mümkün" derken o dünyayı, yaslandığı teoriden hareketle doğru bir şekilde
kurgulayan ve bu dünyayı kurmamız için verilecek doğru mücadele hattını kıskançça
savunan, birleştirici, özgürlükçü, hiyerarşi karşıtı bir sol. Alışık olunandan
farklı yani 3 Kasım ve 28 Mart seçimlerinde hezimete uğrayan (ki bu hezimeti
illegal sol da yaşamıştır biz seçimlere girmedik diyerek kimse yırtmaya çalışmasın!)
yükselen savaş karşıtı, anti kapitalist hareketi hala algılamakta güçlük çeken
hatta görmezlikten gelen, doğru bir teoriye yaslanmadığından 1989'da yıkılan
duvarın altında kalan ve bir daha da kendine gelemeyen, kendine gelemedikçe
dar grup çıkarlarına sıkı sıkıya bağlanıp birleştirici olma, ortak düşmana
birlikte vurma refleksinden uzaklaşan, baskıcı ve otoriter olan soldan çok
ama çok farklı bir sol. Yani "yeni sol" . Buradaki "yeni" kelimesini kullanmaktan
kasıt, kendi doğru teorisinden ödün veren, uzlaşmacı, kendini reform talepleriyle
sınırlayan bir sol zannedilmesin- "yeni" sadece şu andaki mevcut, baskıcı,
hiyerarşik, dünyayı doğru analiz etmekten uzak, yanlış bir teoriye yaslanan
(ki onun stalinizm olduğunu daha önce söylemiştim) ve Sol adının yakışmadığı
soldan bizi ayırt etmektedir. Oysa "yeni" derken deminde söylediğim gibi asla
kendi doğru mücadele geleneğini unutmayan, 1871'de komünarların, 1917'de bolşeviklerin,
1930larda yükselen faşizme karşı "birleşik işçi cephesi taktiği"ni savunan
troçkistlerin, 1956'da Rus tanklarına direnen Macaristan işçilerinin, 1968'de
Paris'teki öğrencilerin, 1989'da Berlin'de duvarı yıkanların ve Romanya'da
yılların öfkesiyle Çavuşesku'yu kurşuna dizen insanların, yanında yer alan
bir solu kastetmekteyim.
Alternatif nerede…
Evet bahsedilen sol Türkiye'de de boy göstermeye başlamıştır. Dünyada yeni
sol tek konulu ve somut taleplere sahip kampanyalar üzerinden yükselmektedir.
Bugün bu ülkede ise barış mücadelesinin doğru pratiklere sahip unsurları tarafından
yaklaşık bir buçuk yıl önce kurulan "Küresel BAK"ın barış mücadelesinin tek
aktörü olduğu onu eleştirenler tarafından bile kabul edilmektedir. Ve bugün
eski sola bir şekliyle bulaşmış ve geri çekilmiş biri ile hayatında ilk defa
politize olmuş biri "küresel bak"ta buluşmuştur. Çünkü BAK tek konulu somut
kampanyalar üzerinden yükselen doğru bir perspektifle küresel bakanların, savaşsız
başka bir dünya mümkün diyenlerin, eylemleriyle-yaptıklarıyla herkesin kendini
varedebileceği yegane örgütlenmedir ve hiç kuşkusuz yeni bir sol bu tür örgütlenmeler
üzerinden yükselecektir. Bugün bize düşen bu ülkedeki barış mücadelesinin tek
aracı olan BAK'a göz bebeğimiz gibi bakmak ve onu olabildiğince büyütmek ve
değişik konular üzerine yoğunlaşmış BAK'ın ikiz kardeşlerini örgütlemektir.
Eski sol çöplüğe
"Hayat gerçekten çok güzel. Bırakalım gelecek nesiller onu her türlü kötülükten,
baskıdan ve şiddetten temizlesinler ve sonuna kadar hayattan zevk alsınlar."der
Troçki vasiyetinin son satırlarında, son söz olarak bende derim ki; Gençlik elbetteki
gelecek ama geleceğin de Troçki yoldaşın belirttiği gibi savaşların yaşanmadığı,
eşit , özgür bir gelecek olması ve ondan sonuna kadar zevk almamız için ilk iş:
Bu topraklarda da eski solu tarihin çöplüğüne göndermek ve hiç durmadan tüm enerjimizle
yeni solu ve mücadeleyi yükseltmek olmalı.
Can
Sosyalistler ne diyor?
Emperyalizme karşı olmak
Colin Barker
Çeviren: Arife Köse
Savaş karşıtı hareket, milyonlarca insanın dünyaya bakışını değiştirdi.
Bundan birkaç yıl önce, Irak'ın işgalini 'emperyalist' olarak nitelendirmek
şaşkınlıkla karşılanabilir, hatta komik bulunabilirdi. Fakat bugün herkes Irak'ın
işgalinin emperyalizm olduğu konusunda hemfikir. Peki 'emperyalizm' ne demek?
Eski bir anlamına göre emperyalizm, diğer insanları zaptetmek için askeri güç
kullanan bir yöneticiye, imparatora sahip devlet demektir. Eski Çin, İran,
Roma gibi devletler bu tanıma uyan devletlerdi. Genel olarak, eski imparatorlar,
işi imparatorun yönetim merkezleri için vergi toplamak olan atanmış valiler
aracılığıyla sömürgelerini yönetirlerdi. Emperyalizm, zor kullanarak hırsızlık
yapmak demekti.
Güney Amerika'daki eski İspanya ve Portekiz İmparatorlukları ve Britanya İmparatorluğu
da böyle imparatorluklardı. Dolayısıyla, sadece sosyalistlerin değil, başkalarının
da kabul ettiği gibi, Irak'ın işgali de aslında farklı bir durum değil. Şu
anda Irak'ta bulunan askerlerin kendileri, "biz, Iraklılara yardım etmek için
değil, petrolü ele geçirmek için buradayız" diyorlar.
Şu anda Irak, Amerika'nın, doğrudan Washington'un emirleriyle yönetilen sömürgesi
durumunda. Amerika burada üsler kuruyor ve yeni bir hükümet oluşturmaya çalışıyor.
Fakat, Amerika Irak'tan çekilse de kontrolü devam edecek.
Bu durumu anlamak için şu anki sömürge ve askeri müdahale sorununun ötesine
bakmalıyız. Çünkü emperyalizm bundan daha fazlasını içerir.
Geçen yüzyılın başında büyük güçler dünyayı aralarında paylaşma işini büyük
ölçüde bitirmişlerdi. Bu dönemde yaşayan Lenin, Bukharin, Lüksemburg gibi büyük
Marksist düşünürler 'emperyalizm' terimini, kapitalizmin 20.yüzyılda aldığı
yeni biçimleri açıklamak için kullandılar.
Kapitalizmin temel karakteristik özelliği olan rekabetçi mücadele dışında yeni
kapitalist örgütlenme şekilleri egemen oluyordu. Büyük şirketler küçük şirketleri
yutuyordu. Bazı ülkelerde büyük bankalar sanayinin kontrolünü ele geçiriyorlardı.
'Tekelci sermaye' ve 'mali sermaye' artık modern kapitalizmin merkezinde yer
alıyorlardı.
Fakat, sermaye bu denli merkezileşmesine rağmen rekabet sona ermedi, büyük
ulus devletleri de içine alarak yeni biçimler aldı. Bu rekabet en şiddetli
biçimde Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sırasında görüldü. En güçlü sanayileşmiş
devletler, dünyayı kendi aralarında paylaşmak için, bilimin ve sanayinin üretebileceği
en korkunç yöntemleri kullanırken, geride milyonlarca ve milyonlarca ceset
bıraktılar.
Bir diğer deyişle, emperyalizm sadece geri kalmış ülkelere hakim olan güçlü
devletler demek değildir. Emperyalizm modern bir kapitalist rekabet biçimidir.
İkinci dünya savaşından sonra, Amerika ve Sovyetler Birliği en güçlü iki devlet
olarak ortaya çıktılar. Sonraki yarım yüzyıl boyunca, birbirlerini nükleer
silahlarla yok etmekle tehdit eden iki 'blok' kurarak dünyayı kendi aralarında
paylaştılar. Soğuk Savaş bir çoğumuzun içinde büyüdüğü, modern bir emperyalizm
şekliydi. 'Komünizmin çökmesi'yle, Amerikan kapitalizmi, dünyayı, kendi büyük
şirketlerinin ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirmeye kalkıştı.
Askeri harcama ve büyük güç kullanımı bu zincirin bir parçası, fakat bütünü
değil. Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Uluslar arası Para Fonu (IMF), ve Dünya
Bankası (WB) gibi Amerika tarafından kontrol edilen kurumlar bu zincirin diğer
parçaları. Yazar ve kampanyacı Susan George, bir keresinde şöyle sormuştu: "Dünya
Ticaret Örgütü yerine ne koyarsınız?". Ve bu soruyu şöyle yanıtlamıştı: "Kanserin
yerine ne koyarsınız?".
Dünya Ticaret Örgütü'nün çok basit bir politikası var. Nerede olurlarsa olsunlar,
nasıl olursa olsun, hiçbir şey büyük şirketlerin kar etmesini engellememelidir.
Her şey 'özelleştirilmeli' ki zenginler bu özelleştirilen alanlardan -su, sağlık
hizmetleri, demiryolları, okullar.. ne olduğu hiç fark etmez- kazanç elde edebilsinler.
"Küreselleşme'nin gerçek anlamı, sömürünün ve eşitsizliğin sınırsız hale gelmesidir.
Şirketlerin "patent"leri için bir tehdit oluşturabileceği için, AIDS, sıtma ve
diğer hastalıklar için ucuz ilaçların üretilmesi yasaklanır. Dünya Ticaret Örgütü,
IMF, Dünya Bankası ve şirket egemenliğini sağlayan diğer kurumlar dünyanın geri
kalanına kendi kurallarını dayatırlar. 19. yüzyılda İngiltere ve Amerika, Çin
ve Japonya'yı kendi kurallarına göre ticaret yapmaya zorladılar. Bugün, yine
aynı amaçlarla hükümetlere rüşvet veriyorlar ve baskı yapıyorlar.
Dünya nüfusunun büyük çoğunluğu için ise sonuç tam bir felaket. Az sayıda milyarder
zenginliğine zenginlik katarken, yoksulluk, hastalıklar ve ölümler de giderek
artıyor. En ileri kapitalist ülkelerde bile işçiler daha uzun saatler daha
az güvenceyle çalışıyorlar. Ulusal olarak ve uluslar arası olarak eşitsizlik
artıyor ve dünya giderek daha tehlikeli bir hale geliyor.
Peki her saat başı 200 çocuk ölmek zorunda mı? Gerçek kitle imha silahları
-uçaklar, denizaltılar, roketler, Amerika'ya ve onun yakın müttefiklerine ait
nükleer silahlar- üretmek için milyarlar harcanmak zorunda mı?
Yemek, ev sahibi olmak, eğitim, ve bütün diğer alanlarda yapılan üretimler
çok uluslu şirketlerin emri altında mı olmalı?
Soluduğumuz hava ve su kaynakları kar güdüsü yüzünden mahvolmak zorunda mı?
Kısa vadede cevap maalesef ki, evet. Bunların nedeni büyük şirketler ve büyük
hükümetlerle içten bağlantılı olan kapitalist emperyalizmdir.
Savaş ve kapitalist egemenlik arasındaki bağlantı hiçbir zaman çok açık olmamıştır.
Bizim işimiz, bu bağlantıları kuran ve onları sonsuza kadar ortadan kaldıran
gerçek hareketler inşa etmektir.