Sosyalist İşçi 225 (8 Ekim 2004)

 

Sayfa 3:

BAŞYAZI
AB hayali
Avrupa Birliği’ne girme hayali giderek bütün ülkeyi kapladı. Zaman zaman tek gündem maddsi oluyor. Hemen her konu artık AB ‘ye girme sorunu ile birlikte ele alınıyor.
AKP herşeyi AB istiyor diye toplumun önüne dayarken, her türlü muhalefet ise AKP’nin her önerisine AB’ye uymaz diye karşı koyuyor. Zina tartışmaları bunun son örneği idi. Giderek öyle bir durum doğuyor ki, AB’ye girme durumu olmasa zina suç sayılmalı ama AB’ye gireceğimiz için suç olmamalı. Ya da aslında işkence yapılması doğrudur ama AB’ye gireceğimiz için işkenceye karşı “sıfır to-lerans” gösterilmeli.
Bir de yasa çıkarmakla bu yasaları uygulama sorunu var. AB için bir dizi yasa çıkarılıyor. Ama hiçbiri doğru dürüst uygulanmıyor. İşkence bunun en iyi örneği. İşkenceye sözüm ona tolerans yok ama IHD’ye göre yüzlerce işkence olayı var.
Bir de gerçek AB’ye uyum yasaları var. Bunlar asıl olarak küresel sermayenin operasyonları için uyum yasaları. Onların deyimiyle pazar ekonomisine açılma yasaları. Ya da daha doğru bir deyişle çokuluslu şirketlere açık pazar olma yasaları. İş buraya gelince topluma büyük bir yalan dayatılıyor. AB’ye girersek yabancı yatırım ve yardım gelecek, durum düzelecek.
Bu iddianın gerçeklikle hiçbir ilişkisi yok. Tam tersine AB’ye uyum politikaları bugüne kadar ki işsizliğin artışında en önemli olgulardan birisi. Aynı şekilde gene AB’ye uyum politikaları işçi ve emekçilerin yoksulluğunun başlıca nedeni.
Türkiye’nin AB’ye katılmaktan hiçbir çıkarı yok. Belki büyük sermayedarlar için AB’ye katılmak yararlı. Onlar servetlerini büyütecekler. Ama, yoksul sınıflar için, işçiler, küçük köylüler, küçük esnaf için, işsizler için Avrupa Birliği daha fazla yoksulluk, daha fazla işsizlik demek.
Bugüne kadar ki deney bunu gösteriyor. Bundan sonrasında da ise daha da kötü olacak. AB bugüne kadar esas olarak kimi siyasi taleplerde bulundu. Siyasi koşulları ile Türkiye’nin AB’ye uyumunu talep etti. Bundan sonrası Türkiye pazarının AB’ye daha fazla açılması için talepler olacak. İşte o vakit kemerin nasıl sıkılacağını hep birlikte göreceğiz.
İstiyorlarsa sermaye sahipleri AB’ye girsinler ama bizi, emekçi sınıfları rahat bıraksınlar.


Mehmet Ağar mutlaka yargılanmalı


Bugünlerde ikincisi gösterime giren popüler bir casusluk filmi var. "Geçmişi olmayan adam". Bir CIA ajanı geçmişini tümüyle unutmuş ve film ilerledikçe yeteneklerini keşfediyor.
Bu filmin senaryosunun Türkiye'deki Susurluk kazasından sonra yazılmış olması kuvvetle muhtemel. Kazadan sağ kurtulan, siyaset-mafya-devlet üçgeninin bir köşesini oluşturan en önemli isimlerden birisi dönemin milletvekillerinden, korucubaşı Sedat Eyüp Bucak'tı.
Bucak, kazadan sonra, 'olaylara ilişkin hiçbir şey hatırlamadığını' söylemişti. Milletvekili dokunulmazlığını kullanarak yargılanmaktan kurtulan Bucak hakkında, daha sonra, ''suç işlemek için teşekkül oluşturmak ve bunun yönetici-liğini yapmak'' suçlamasıyla dava açıldı.
Aradan geçen sekiz yıldan sonra Bucak, elinde çok sayıda gizli dosyayı mahkemeye sundu. Dosyada çok sayıda belge, pasaport, resim var.
Bucak, bu dosyaların çok gizli olduğunu, içinde devlet sırlarının yer aldığını ve bu yüzden belgeleri sekiz yıldır sakladığını söyledi.
Yani neredeyse Susurluk'ta kaza geçiren arabada ne işi olduğunu hatırlamayan Bucak, kazadan beri devlet sırlarının devlet sırları olduğunu bile bile sessiz kalıyormuş.
Bucak bu tutumuyla, çetesine selam yolluyor. Sırlarını sakladığını anlatıyor.
Alttan alta, "devlet için kurşun atan, kurşun yiyen şerefli"lerden olmaya devam ettiğini beyan ediyor.
Ama biz, Bucak'ın devlet sırrı dediği pis ilişkilerin neler olduğunu biliyoruz.
Devletin faşistleri tetikçi olarak kullandığını, paramiliter çeteler kurduğunu, yüzlerce, belki binlerce cinayette bu çetelerin devlet adına görev yaptığını, başbakanların, ordu komutanlarının, emniyet amirlerinin, yargı mekanizmasının başındaki bir çok ismin, bir çok büyük sermaye sahibinin, polislerin ve bakanların bu çetelerle bağlantılı olduğunu biliyoruz.
Biliyoruz ve unutmaya da niyetimiz yok!
Tüm devlet-mafya-siyaset ilişkisinin odaklandığı iki isim Abdullah Çatlı ve Mehmet Ağar. Çatlı kazada çldü. Mehmet Ağar ise dönemin bakanı. Susurluk Kazası'ndan sonra görevinden istifa etti. Milletvekili dokunulmazlığına sığındı ve yargılanmadı.
Şimdi Ağar'ın yargılanması zamanıdır!
Şimdi Ağar'ın konuşturulması zamandır!
Bucak yargılanmalı, hapse girmeli.
Ama pisliğin üstünün örtülmesini engellemenin tek bir yolu var, pisliğin başlarından Ağar'ın yargılanması. Çete mensuplarının birkaç yıl hapiste kalıp "görevlerinin" başına dönmesini istemiyorsak Ağar'ın "sırları"nın açıklanması zorunlu.
Şenol KARAKAŞ


Küresel BAK'tan yeni eylem takvimi
"Bush'a hayır, Irak'ta işgale son!"

Gelme Bush kampanyasının ardından Barışarock festivalini örgütleyen Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde ve 27 Eylül Filistin İntifadası'nın yıl dönümünde eylemler yaptıktan sonra, yeni bir eylem için harekete geçti.
Küresel BAK 30 Ekim Cumartesi günü Taksim Gezi Parkı'nda "Bush'a hayır, Irak'ta işgale son!" eylemi düzenleyecek.
Eylem ve etkinlikleri 4 Ekim'de yaptığı bir basın toplantısıyla kamuoyuna duyuran Küresel BAK adına basın toplantısında konuşan Tolga Temuge şunları söyledi:
"Samara'da yaşananlar Bush'un, ABD emperyalizminin ne kadar acımasız olduğunu gösteriyor. ABD askerleri son bir haftadır Samara ve Felluce'yi kuşatma altına aldılar. 5 bin ABD askeri evleri basıyor, önüne gelene ateş açıyor. Uçaklar kentleri bombalıyor. Ölen Iraklı sayısı 125'e yükseldi. Kentlerde su ve elektrik kesik. 12 saat boyunca sokağa çıkma yasağı var.
İşte bunun adı Irak'ı özgürleştirme harekatı!
İşte bu Bush'un Irak'ta kitle imha silahları bulma yöntemi!
Irak hapishanelerinde 1000'i aşkın Iraklı kadın ve çocuk, nedenini, niçinini kimsenin bilmeksizin tutuluyor. Hapiste ne kadar kalacaklar? Bunu da kimse bilmiyor!
İşte ABD işgalinin bilançosu: Bugün Irak'ta işsizlik oranı %70.
Çocukların %35'i okula gidemiyor.
Elektrik ve su sıkıntısı tehlikeli boyutlara ulaştı.
Sağlık hizmetleri hemen hemen tümüyle çöktü.
On binlerce sivil Iraklı öldürüldü.
Sokağa çıkma yasağı, evlerin, camilerin ABD hava harekatlarıyla her an bombalanması ihtimali, kadınların maruz kaldığı tecavüz ve tedirginlik (...)
Irak halkının yaygın ve kitlesel karşı koyuşu, koalisyon güçlerine karşı verdiği mücadele küresel savaş şahinlerinin işini zora soktu. ABD'li askerler bile artık Irak'ın Vietnam'a benzediğinden söz etmeye başladılar.
Bizler de küresel savaş karşıtı hareketin aktif bir parçası olarak yeni bir kampanyaya başladığımızı duyurmak istiyoruz.
Temsilcilerimiz 17-19 Eylül tarihlerinde Beyrut'ta, Dünya savaş karşıtlarının Ortadoğu Konferansına katıldılar. Bu konferansa katılan bir çok ülkeden savaş karşıtının birleşik eğilimi, ABD'deki başkanlık seçimlerinden önce Bush'a ve savaşı sonuna kadar savunan kabinesine karşı her ülkede eylemler örgütlemek.
İspanya'da, İtalya'da gösteriler yapılacak.
İngiltere'de ve Hollanda'da da gösteriler yapılacak. Ekim ayının son haftası, Bush'a, savaşa ve işgale karşı gösterilerle geçecek.
Biz de Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu aktivistleri, 30 Ekim Cumartesi günü saat 13:00'da, "Bush'a hayır-Irak'ta işgale son" demek için bir basın açıklaması yapacağız. Aynı zamanda, bugünden itibaren, yeni bir imza kampanyası başlattığımızı da duyurmak istiyoruz.
ABD'nin Irak'ta yenilmesi, Irak'ı terk etmesi ve Bush'un bir savaş suçlusu olarak yargılanması için sürdürdüğümüz küresel mücadele devam ediyor. Kazanana kadar da durmamaya kararlıyız."
İşgali durduruncaya kadar, Bush'u dünyanın yakasından def edinceye kadar durmamaya kararlı olan tüm savaş karşıtları Küresel BAK'ın 30 Ekim'de Taksim'de yapacağı gösteriye katılmalı, hatta gösteriyi bugünden örgütlemeye çalışmalıdır.