Sosyalist İşçi 225 (8 Ekim 2004)

 

Sayfa 5: Dünya

Bush politikaları ve emperyalizmin çıkmazı

Irak, ABD emperyalizmi için muazzam bir sorun oluşturdu. Irak’ta sahip oldukları üstün silah gücüyle kolay bir zafer kazanacağını sanan emperyalizm çok farklı bir durumla karşılaştı.
Irak’ın düzenli ordusuna karşı savaş oldukça kısa zamanda bitti ama ABD ordusunun Irak’ı işgali ile birlikte hemen başlayan direniş giderek emperyalizmi derin bir bataklığın dibine doğru çekiyor.
Irak’a saldırı başladığında savaşı destekleyen bütün basın şimdi ABD ve İngiltere’yi Irak direnişi konusunda uyarıyor. Ve emperyalistler Irak’ta iki ucu pis bir değneğin mutlaka bir ucundan tutmak zorunda.
Emperyalizmin Irak’ta neyle karşı karşıya olduğunu kavramak için önce emperyalizmin günümüzdeki durumunu kavramak gerekiyor.
Solda kimileri ulusal devletler arasındaki mücadelenin bittiğini düşünüyorlar. Onlara göre karşımızda aralarında ulusal devletlere dayalı çelişkilere sahip olan emperyalizm değil, Negri’nin formüle ettiği soyut bir düşman, “imparatorluk” var.
Oysa çokuluslu şirketler esas olarak bir ülkeye yerleşmiş olu-yorlar. Genellikle yönetim kurulları bir ülkenin vatandaşlarından (bazen bir kişi başka bir ülkenin vatandaşı olabiliyor) oluşuyor.
Bugün dünyada büyük kapita-list ülkeler arasında kıyasıya bir mücadele var. Herşeyden önce yabancı yatırımların ezici büyük çoğunluğu ABD, Avrupa Birliği, Japonya ve Çin’e yapılıyor. Bunların dışında gelişmekte olan ülkelere çok sınırlı bir yabancı yatırım var.
Örneğin nüfusu AB’nin üç katı büyük olan Hindistan’a AB’ye yapılan yabancı yatırımın 500’de biri yapılmakta. Çünkü dev şirketler için AB, Hindistan’a göre karşılaştırılamayacak kadar güvenli bir ülke.
Bu durumda emperyalist ülke-ler arasındaki rekabet bugün 20. yüzyılın başında olduğu gibi doğrudan birbirleriyle savaşarak çözülemeyecek durumda. ABD AB ile savaşarak kendi yatırımlarını bombalayamadığı gibi, AB’de aynı şekilkde ABD’deki yatırımlarını bombalayamıyor.
Büyük güçler arasındaki mücadelede Ortadoğu’nun özel bir önemi var.
Ortadoğu kapitalizm için vazgeçilmez bir hammadde olan petrolün en çok ve en kolay elde edildiği yer.
Dünya’da en çok petrol kullanan ülke olan ABD ihtiyacını büyük kısmını kendi ülkesinden, Kanada ve Meksika’dan ve Venezüella’dan elde ediyor. Venezüella petrolünün ABD için önemi giderek artıyor. ABD artan ihtiyacını karşılamak için bir kısım Afrika ülkelerini de gözlerini dikmiş durumda.
Ortadoğu petrolü esas olarak AB, Japonya ve giderek petrol ihtiyacı artan Çin için önemli. Bu ülkelerin petrolünün hemen hemen tamamı Ortadoğu’dan kaynaklanıyor.
Bu nedenle Ortadoğu petrollerinin kontrolü aynı zamanda AB, Japonya ve Çin’in üzerinde de bir kontrol anlamına geliyor.
ABD bugün 10 yıl öncesine göre ekonomik olarak daha güçlü ama bugünkü durumunu 2. Dünya Savaşı günleri ile karşılaştırdığımızda karşımıza çok başka bir manzara çıkıyor.
1945’de ABD dünyadaki tüm üretimin yarısını gerçekleştiri-yordu. Bu durumda da savaşa ekonomisinden büyük bir pay ayırabiliyordu. Böylelikle de SSCB’nin etkisi altındaki bölgeler dışında dünyanın tümünde hakim bir durumdaydı.
Bugün ise ABD ekonomisi AB’nin birleşik ekonomik gücü ile eşit ve dünyadaki toplam üretimin sadece yüzde 22’sini gerçekleştiriyor.
Şimdi ABD egemen sınıfı için sorun yeniden hegemonyanın nasıl kurulacağı.
Amerikan ekonomisi halen Alman ya da Fransız ekonomilerinden daha üretken ama bu ancak Amerikan işçi sınıfının daha fazla çalıştırılması ile elde edilebiliyor. ABD işçi sınıfı Alman ve Fransız işçilere göre yılda 400 saat daha fazla çalışı-yor. Bu durumda Fransız işçiler de 400 saat fazla çalıştırılırsa Fransa ekonomisi ABD’den daha üretken olur.
İşte yeni liberal politiklar dünyanın tümüne Amerikan işçi sınıfının koşullarını hakim kılmak.
Amerikan egemen sınıfı önce Reagan politikaları ile egemenliğini pekiştirmeye çalıştı. Bu, esas olarak ABD’nin askeri gücünü muazzam ölçülerde arttırmaya dayanmaktaydı. Ne var ki 1980’lerin sonunda ABD ekonomisi bu hızlı silahlanmaya dayanamaz hale geldi. Ancak tam o sırada ABD’nin rakibi olarak SSCB’nin çökmesi Reagan politikaları açısından bir kurtuluş oldu. Ne var ki ABD ekonomisi artık diğer Batılı rakipleri karşısında rekabet gücünde önemli kayıplara uğramıtı.
Reagan politikalarının arkasından Bsuh’un babası ve Clinton yönetimlerinin diğer büyük kapitalist ülkelerle dengeler sağlayan anlaşmalar yapan politikaları geldi.
İşte bu dönemin ardından bugünkü Bush yönetimi işbaşına geldi.
Bush yönetimi Amerikan egemen sınıfının şahin kanadını temsil ediyorlar. Onlar anlaima yerine mücadeleden ve savaştan yanalar.
ABD bugün diğer büyük kapitalist ülkelerle savaşamayacağı için savaş dolaylı bir biçimde başladı.
Ortadoğu’ya hakim olmak, en başta da 11 Eylül’ün yarattığı politik koşulların kullanılması ile dünyanın ikinci büyük petrol rezervine sahip olan Irak’ın kont-rol edilmesi rakiplere en büyük darbeyi indirecekti.
Bu nedenle 1. Körfez Savaşı’na giderken Baba Bush diğer kapitalist ülkelerle anlaşırken küçük Bush hiç bir anlaşma çabası harcamadı, tam tersine kendi başına savaşı başlatmakta kararlıydı.
ABD egemen sınıfı içinde bu politikaya karşı çıkanlar oldu. Bush yönetimi içinde bile küçük de olsa bir çatlak oluştu. Dışişleri Bakanı Powell savaş konusunda isteksizdi.
Bush yönetimi Irak’ın işgali ile ortadoğu petrolünün kontrol edileceğini, Irak’ın ardından sıranın kolayca İran ve Suudi Arabistan’a geleceğini, Orta Asya petrolleri üzerinde ise zaten Afganistan savaşı sırasında kont-rol sağlandığını düşünüyorlardı.
Ancak Irak direnişi bütün bu planları batırıyor.
Şimdi, ABD ya petyrolün kont-rolünü Irak hükümetine devredecek ki o vakit bugüne kadar ki tüm Irak politikası boşa gitmiş olacak ya da petrolü kontrol etmek için Irak’ta savaşmaya devam edecek ki bunun eninde sonunda ama mutlaka ABD’nin yenilmesi ile biteceği açık.
Irak’da yenilgi, ABD emperya-lizmi için yeni bir Vietnam sendromu demektir.
Hatırlanacağı gibi, Vietnam yenilgisinin ardından Amerikan emperyalizmi uzun bir süre yeni askeri saldırılara girişememiş, özellikle de kara harekatları yapmamıştı. Irak ABD ordusunun ciddi boyutlu ilk kara harekatı.
ABD eğer durumu dengelemek ve kendi lehine çevirmek istiyorsa açık ki Irak’a daha fazla işgal gücü göndermek zorunda.
Bugün Irak’da 130 bin ABD, 20 bin İngiliz askeri var. Toplam işgal gücü 150 bin. Irak’ın nüfusu ise 20 milyon.
Oysa, 1956’da Rusya Macaristan’ı işgal ettiğinde bu ülkeye 500 bin askerle girmişti. Aynı şekilde 1968’de Çekoslavakya’nın işgalinde de yarım milyon Rus askeri kullanılmıştı. Macaristan ve Çekoslavakya’nın nüfusu 10 milyon.
ABD esas olarak Irak’da kullandığı gücün şiddetine güveni-yor. Irak ordusunun direncini kırarken ABD’nin kullandığı şiddetin önemi vardı ama direnişe karşı ABD ordusunun teknik üstünlüğü gibi kullandığı şiddetin de fazla bir önemi yok. ABD daha önce Fransa ve İngiltere’nin sömürgelerinde ne denli şiddet uyguladığını ve buna rağmen sömürgelerini terk etmek zorunda kaldıklarını unutuyor.
ABD’nin Irak’a takılıp kalmış olması, elinde savaşma gücüne sahip fazla asker kalmamış olması ve savaş karşıtı, antiemperyalist hareketin dünya çapındaki etkinliği nedeniyle kendisine ciddi yeni askeri ortaklar bulamaması yeni saldırganlıklara girişmesine de engel oluyor. Dolayısıyla Ortadoğu’ya hakim olma ve böylelikle Fransa, Almanya, Japonya, Çin gibi rakiplere karşı üstünlük elde etme planı yara alıyor hem de ciddi bir yara alıyor.
ABD saldırganlığı şu anda ABD Başkanlık seçimi nedeniyle yavaşladı.
Demokrat Parti adayı Kerry Clinton dönemi politikalarını esas alıyor. Diğer emperyalist ülkelerle pazarlık ve anlaşma sürecidir bu. Ancak elbette o da önce ABD’nin Irak’dan fazla yara almadan çıkmasını sağlamay açalışacaktır. Yani savaşarak, kan dökerek ve belki de savaşı daha da derinleştirerek.
Vietnam savaşı en az iki ABD Başkanı’nın başını yedi ve Demokratlar Cumhuriyetçilerden farklı politikalar uygulayamadılar.
Bush’a gelince, eğer yeniden seçilecek olursa (ve bu oldukça büyük bir olasılık) saldrıganlığını katlayarak arttıracağı, Irak’ta yenilgiyi kolay kolay kabul etmeyeceği açık. Elindeki muazzam askeri vuruş gücüne güvenerek hem Irak’ta çok daha kanlı ve acılı bir süreci başlatacak, hem de yeni hedeflere saldıracak. Belki yeni ülkeleri işgal edebilecek gücü yok ama havadan çok ağır tahribat yaratma gücü var.
İşte bu nedenlerle antikapitalist hareket ABD egemen sınıfının şahin kanadının temsilcisi olarak Bush’u hedef almış durumda.
Bu, hiç bir biçimde Bush’un yerine şahin olmayan birinin ABD Başkanı olması halinde emperyalizmin ağır bir darbe yiyeceği anlamına gelmez ama Bush’un saldırgan, savaşçı politikalarının yenilmesi anlamına gelir.
Fakat en önemlisi, ABD’nin Irak’ta yenilmesi, Vietnam’da olduğu gibi sadece Irak halkının direnişi ile değil, tüm savaş karşıtı, antiemperyalist hareketin direnişi ile gerçekleşecek. Bu ise bütün kıtalarda, emekçi halkların zaferi olacak.
Venezüella’da, Arjantin’de, Kenya’da, Güney Afrika’da, Kore’de, Endonezya’da, Türkiye’de ve Bulgaristan’da, kısacası bütün dünyada emekçi-ler’in geleceği ile Bush’un, emperyalizmin bu en saldırgan eğiliminin yenilgisi arasında büyük bir bağlantı var.

F. ALOĞLU


F. ALOĞLU