Sosyalist İşçi 225 (8 Ekim 2004)
Sayfa
6: Dünya
Avrupa Birliği kapanı
Bu satırların yazıldığı saatlerde Türkiye'de garip bir heyecan
yaşanıyor. Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Türkiye ile ilgili İlerleme
raporunu yayınlayacak. Raporun olumlu olması AB'nin Türkiye'yle
müzakere masasına oturması anlamına gelecek. Kophenag Kriterlerinin
ne ölçüde uygulandığını anlatacak olan raporun yeşil ışık yaktığı
ve bu yüzden tarihi günler yaşandığı söyleniyor.
Medya, "tarihi bir dönemeç"ten geçtiğimizin propagandasını
yapıyor.
Acaba gerçekten de böyle mi? Tarihi bir viraj mı alıyoruz? AB
gerçekten de bir umut mu, bir uygarlık projesi mi? İnsan hakları
ve demokrasi cenneti mi?
Avrupa Birliği gerçekte ne?
Kömür ve çelik tekellerinin birliği
Avrupa Birliği'nin ilk adımları II. Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda
atıldı. Savaştan zarar gören ekonomilerini tamir etmek için Avrupa
devletleri arasında II. Dünya Savaşı sonrasında bir dizi adım
atıldı. Savaşın en temel işleve sahip iki girdisi kömür ve çelik
maddeleriydi. Bu iki temel madde tahrip olmuş ekonomilerin onarılması
için de, diğer bir deyişle sermaye birikiminin ve altyapı yatırımlarının
gelişmesi için de vaz geçilmezdi. Dönemin dev kömür ve çelik
üreticileri ve devletleri ekonomilerin kaynaklarının bir ortak
pazar örgütlenmesi çerçevesinde işletilmesini öngören Avrupa
Kömür ve Çelik Topluluğu'nu (AKÇT) kurdular. 1957'de Federal
Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg Avrupa
Atom Enerjisi Topluluğu (AAET) ile Avrupa Ekonomik Topluluğu'nu
(AET) kuran Roma Antlaşması'nı imzaladılar.
Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun öncülüğünü Fransa ve Almanya yaptı.
AET, savaş sanayi maddelerinin kontrolünü amaçlıyordu.
Uygarlık projesi mi?
AB'nin bir uygarlık projesiyle uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Kömür ve çelik üretiminde ortaklıkta buluşan 6 ülkenin derdi,
bir uygarlık projesi oluşturmak değil, ABD egemen sınıfı ile
Alman ve Fransız büyük şirketlerinin çıkarları doğrultusunda
hareket etmekti.
Örneğin Türkiye'nin uzun süre adaylık yarışında yan yana yer
aldığı, Kıbrıs Cumhuriyeti, Malta, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti,
Slovenya, Estonya, Litvanya, Letonya, Slovakya, Romanya ve Bulgaristan'ın
ortak bir özellikleri var. Bu ülkelerin AB'ye alınmadan önceki
10 yıl IMF ile yoğun bir ilişki yaşadılar. Türkiye'de yöneticilerin
çok alışık olduğu gibi bu ülkelerin siyasileri de ülkelerini
ziyaret eden IMF yetkililerini el pençe divan karşıladılar. Bu
ülkelerde de tıpkı Türkiye'de olduğu gibi IMF ve Dünya Bankası
reçeteleri tüm vahşiliğiyle uygulandı ve hepsi de ülke ekonomilerini
kırılganlaştıran dış borç stoğuna sahipti.
Avrupa kapitalizmi uluslar arası kapitalizmle bütünleşmeye çalışan
Türkiye gibi ülkelerde neo-liberal politikaları kalıcılaştırmak
ve güç kazanmak için hamle yapıyor. AB üyeliğinin uygarlık projesiyle
hiçbir ilgisi yok. AB üyeliği uygarlığın birliği olmaktan çok
IMF ve DB reçetelerinin kalıcılaştırılması, piyasa terörünün
önünün açılması anlamına geliyor. Ortada insan hakları cenneti
değil, silahını doğrultmuş "hem paranı, hem de canını" istiyorum
diyen bir haydut var.
AB: İşsizlik vahası
AB etrafında yaratılan heyecan dalgasının en öenmli nedenlerinden
birisi de Avrupa'dan gelecek Euroların Türkiye'de yatırım için
kullanılacağı ve işsizliğin hızla azalacağına duyulan inanç.
Türkiye gibi milyonlarca ama milyonlarca insanın işsiz olduğu
bir yerde bu argümana inanmak kolaylaşıyor. Buna inanmayanlara
ise işçilerin Türkiye'den, artık bir parçası oldukları birleşik
Avrupa'ya hazır bekleyen işlere girmek üzere rahatça seyahat
edebileceği anlatılıyor.
Bu iddiaların gerçekle hiçbir ilgisi yok. Yayınlanacak olan AB
Komisyonu ilerleme raporu olumlu olsa ve müzakere süreci başlasa
bile, şimdiden Türkiye'den AB ülkelerine bir işçi göçünü engellemek
için ek maddeler tasarlanıyor.
Üstelik, kelin merhemi olsa kendisi kullanır. İşsizlik, AB ülkelerinde
tanıdık olmayan bir sorun değil. Tersine AB yoğun bir işsizlik
sorunundan muzdarip. 1997, 1998, 1999, 2000, 2001, 2002, yıllarında
AB'de ortalama işsizlik oranı sırasıyla şöyle: %10.4, %9.6, %9.1,
%8.2, %7.4, %7.7. Bir dünya ekonomik devi olan Almanya'da işsizlik
oranları ise aynı yıllarda şu korkunç oranlarda: %9.9, %9.4,
%8.3, %7.8, %7.8, %8.2. Almanya'da 2003 yılında işsizlik oranının
%10'un üzerine çıkması ise AB'nin Türkiye'de yaşayan işsizlere
umut kapısı olmak bir yana, üye ülkelerde işsizlik sorunun bizzat
teşvik eden bir yapı olduğunu kanıtlıyor. Belçika'da durum daha
da vahim. Belçika'nın Maastricht Anlaşması'nı imzalamasıyla işsizlik
%8'lerden %13'lere fırladı. Üstelkik bu artış bir yıl içinde
yaşandı!
İşçileri bekleyen karabasan
AKP yetkilileri enflasyonu düşürmekle çok fazla şişiniyorlar.
Emekçiler bu durumun kendilerine ne faydası olduğunu sorgularken,
patronlar, enflasyon oranı kadar fiyat artışından faydalanmaya
devam ediyorlar.
Benzer bir durumu yaşayan Belçika, enflasyonu %3'ten %2'ye düşürmeyi
başardı! Bu başarının bedelini kuşkusuz Belçika işçi sınıfı ödedi.
Belçika hükümetinin tırmanan işsizliğe karşı yürürlüğe koyduğu
plan, üç yıl boyunca ücretleri dondurmak oldu. Böylece Belçika'da
patronlar hem %2'lik enflasyon fiyat artışı oranından kar elde
ettiler hem de daha önemlisi üç yıl boyunca dondurulan ücretler
üzerinden muazzam karlar elde ettiler. İşsizlik mi? Tabii ki
azalmadı!
Kamu çalışanlarına %10 zam yapmayı hedefleyen AKP iktidarı AB'ye
Türkiye'yi götüren hükümet olma hevesiyle, her geçen dönem daha
da az zam yapmayı amaçlamakta. Enflasyonun düşmesi ise ne alım
gücünü artıracak ne de işsizliği azaltacak.
Çünkü, işsizliğin artması reel ekonomik büyümeye bağlıdır ve
AB her şey olabilir ama otomatik olarak ekonomik büyüme anlamına
gelmediği çok açık. Yine 1997, 1998, 1999, 2000, 2001, 2002,
yıllarında AB'nin ekonomik "büyüme" oranları sırasıyla
şöyle: %2.6, %2.7, %2.6, %3.4, %1.6, %1.0. pek bir büyüme yaşandığından
söz edilemez!
AB'nin işçi sınıflarına tam bir kazık atma girişimi olduğunu
kanıtlayan, aslında AB'nin üyelik için şart koştuğu kendi ekonomik
kanunlarıdır. Birlik üyeleri arasynda ekonomik ve parasal birliğe
geçiş için şart olan kurallar şunlar: enflasyon, bütçe disiplini,
kamu borçlary, faiz oranlary ve ulusal paranyn istikrary. Ekonomik
uyum kriterlerine göre bütçe disiplini ve kamu borçlanma kriterleri
şöyle işliyor: Üye ülkelerin bütçe açıklarının GSYMİH'nin %3'ünü
aşmaması zorunluyken kamu borçları devlet borçlarının GSYMİH'ye
oranının %60'ını aşmamalıdır.
Bu kriterler, tümüyle işçi sınıfına saldırının soyut ve rakamsal
anlatımıdır. Bu kriterler IMF, DTÖ ve Dünya Bankası politikalarının
tek virgül sekmeden uygulanmasına bağlıdır. Bu yüzden İngiltere'de
13 yaşın altındaki çocuklar kayıt dışıdır, en ağır işlerde çalıştırılabilirler
ve çoğu sakatlanır. Bu yüzden tüm Avrupa'da mahkumlar çok düşük
ücretler karşılığında ve rehabilitasyon adı altında özel sektör
için çalışmaya zorlanırlar. Bu yüzden esnek çalışma denilen çalışma
saatlerini patronların keyfine ve kar amacına göre belirleyen
model dayatılır. Bu yüzden sendikalara yönelik ciddi bir basınç
vardır. Bu yüzden işsizlik vardır. Bu yüzden ırkçılık vardır.
Bu yüzden cinsel taciz vardır. Bu yüzden eğitim özelleştirilmeye
ve yoksul çocukların okumalarının zorlaşması AB ülkelerinde de
bir eğilimdir.
AB'ye evet demek, IMF politikalarına, Dünya Ticaret Örgütü'nün
ekonomik saldırılarına, kısacası küresel kapitalizmin bir bloğunun
rekabet için geliştirdiği siyasi ve ekonomik programına evet
demektir.
Şenol Karakaş
Avrupa Birliği anketi ne gösteriyor?
22 Eylül'de Toplumsal Katılım ve Gelişim Vakfı'nın Belçika merkezli
Europa Vakfı ile birlikte yürüttüğü ve AB'nin de destek verdiği "Avrupa Ajandası
projesi" kapsamında yapılan bir anketin sonuçları açıklandı. 24 bin
571 öğrenciyi kapsayan anket AB konusundaki bir dizi yanılsamayı açığa
çıkartırken toplumun neye özlem duyduğunu da gösteriyor. Anket, alttan
alta insanları AB fikrine ikna etme işlevi görse de bazı sonuçlar çarpıcı.
Ankete katılan öğrencilerin %70.5'i Türkiye'nin AB üyeliğini destekliyor.
Fakat ankete katılanların ancak %7.5'i, "Avrupa Birliği konusunda
ne derece bilgisiniz?" sorusuna "Çok bilgiliyim" yanıtını
verebiliyor. Anketi yanıtlayanların %72.5'inin AB konusundaki bilgileri
dedikoduya dayanıyor.
Bu dedikoduların başında AB'ye girmenin Türk gençlerinin eğitim düzeyini
yükselteceği, daha iyi sağlık hizmeti almayı sağlayacağı, ekonomik durumu
iyileştireceği ve işsizliği azaltacağı geliyor.
Başka bir yanılsama da insan hakları ve demokratik sınırlarda AB ile birlikte
genişleme olacağı düşüncesi.
AB propagandası yapan AKP ve "AB'ye evet"çilerin işlerini kolaylaştıran,
bu toplumdaki güçlü değişim ve demokrasi arzusu. Yoksullar, insanca yaşamak
istiyor. Dilediği gibi örgütlenmek, gösteri ve düşünce özgürlüklerini geliştirmek
istiyor. Çöplük gibi hastaneler değil, gerçekten sağlıklı sağlık hizmeti,
bilimsel ve istediği gibi alabileceği eğitim hizmeti istiyor. İşsiz kalmak
istemiyor.
Ama yanlış adrese bakıyor. Bunun nedeni ise solun bu değişim ve insanca
yaşam arzusunun yaşama geçirilmesine yardımcı olamaması. Meydanın yalancılara
kalması.
Sol silkelenmeli, kendisini yenilemeli ve insanca yaşam için de, demokrasi
için de doğru adresin sokaklar ve mücadele olduğunu göstermeli. AB'ye karşı
mücadele eden Avrupa işçi sınıflarının mücadelesine bakmak, bu mücadelenin
deneylerini paylaşmak bu yönde atılacak en önemli adımlardan birisi.