Sosyalist İşçi 225 (8 Ekim 2004)

 

Sayfa 8-9: Orta sayfa

Kapitalizm açlıktan öldürüyor
1.5 milyon kişinin geliri
günde 1 dolardan düşük

Türkiye'de nüfusun yüzde 2'si, yani 1.5 mil-yon kişi günde 1 doların altında, yüzde 10.2'si, yani 7 milyon kişi ise günde 2 doların altında gelire sahip.
Nüfusun yüzde 18'i sağlıklı içme suyuna ulaşamıyor. 5 yaşının altındaki çocukların yüzde 8'i yetersiz besleniyor. Nüfusun yüzde 14.5'i ise okuma yazma bilmiyor, bu oranın yüzde 22'sini kadınlar oluşturuyor.
Açlık ve yoksulluk sınırı sürekli artıyor
Türk-İş'in yaptığı araştırmaya göre, bu ay, 4 kişilik ailenin açlık sınırı 483 milyon 896 bin liraya, yoksulluk sınırı ise 1 milyar 470 milyon 814 bin liraya yükseldi. Buna göre, 4 kişilik ailenin dengeli ve sağlıklı beslenebilmesi için yapması zorunlu olan ve açlık sınırı olarak adlandırılan tutar, bu ay, geçen aya göre yüzde 1.5, son bir yılda ise yüzde 12.1 oranında arttı.

Açlık sınırı
Ocak 2003 401.369.000
Aralık 2003 460.000.000
Ocak 2004 473.000.000
Eylül 2004 483.896.000

Dört kişilik ailenin gıda harcamasının yanı sıra, kira, ulaşım, yakacak, elektrik, su, haberleşme, giyim, eğitim, sağlık, iletişim, kültür gibi temel ihtiyaçları için yapması gereken ve yoksulluk sınırı olarak da ifade edilen harcama tutarı ise 1 milyar 470 milyon 814 bin liraya yükseldi.

Yoksulluk sınır
Ocak 2003 1.300.000.000
Aralık 2003 1.390.000.000
Ocak 2004 1.437.000.000
Eylül 2004 1.470.000.000

Gelirden kim pay alıyor?
Türkiye'de, en zengin yüzde 10'unun toplam gelirden aldığı pay yüzde 30.7 iken, en fakir yüzde 10'un gelirden aldığı payın oranı %2.3. En zengin yüzde %20'nin toplam gelir-den aldığı pay yüzde 46.7, en fakir yüzde 20'nin payı ise yüzde 6.1.
2004 yılında gelirin yüzde 13.5 oranında arttığı söyleniyor. Bunun karşılığında devletin maaş ve ücret harcamaları yüzde 1.2, halkın gıda harcaması ise yüzde 0.6 (yüzde 1 bile değil, binde 6) oranında artmış. Demek ki bu gelir halkın değil, yine en zenginin cebine gitmiş.
Asgari ücret
Açlık sınırının 483 milyon 896 bin lira olduğu Türkiye'de 16 yaşından küçükler için asgari ücret brüt 378 milyon, net 278 milyon lira; 16 yaşından büyükler için ise net 418 milyon, brüt 318 milyon lira. Şu anda Türkiye'de 7 milyon kişi asgari ücretle geçinmek, yani açlık sınırının altında yaşamak zorunda.
Enflasyon düşüyor mu?
2003 yılı enflasyon oranı yüzde 13.9 olarak açıklanırken, bu yıl sonunda enflasyonun yüzde 10 olacağı tahmin ediliyor. Bu rakamlar hükümet, sermaye ve IMF tarafından bir zafer olarak anlatılıyor. Fakat hükümet bu hesaplamaları yaparken sadece bir yıllık verileri temel alıyor. Halbuki 2001-2004 arasında enflasyon yüzde 121 oranında artarken, gerçek ücretler sadece yüzde 82.4 oranında artmış.
Kimin bütçesi
Devlet, gelir vergisi adı altında çalışanlardan yüzde 18.1 oranında vergi alırken, sermaye sınıfından yüzde 7.4 vergi alıyor. Yani bütçeye katkısı en çok olan emekçiler aynı oranda gelir elde edemiyorlar, sermaye sınıfı ise bütçeye katkısı en az olan kesim olmasına rağmen toplam gelirden en yüksek payı alıyor.
2004 bütçesinin yüzde 42'si alınan borçların faiz ödemesine ayrılmış durumda. Bu da sermaye sınıfına aktarılan kaynağın ne kadar büyük olduğunu gösteriyor.
AKP hükümetinin IMF'nin denetimi ve tavsiyeleri doğrultusunda hazırladığı 105.5 katril-yonluk 2004 bütçesinin 66 katrilyon lirası faize, 5.2 katrilyonu silahlanmaya, 13.2 katrilyonu (8.7) Milli Savunma Bakanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı'na ayrılmış durumda. Bunun karşısında, sağlığa ayrılan pay 4.7 katrilyon (%7), sosyal hizmetlere ayrılan pay ise 298 trilyon.
Kapitalizm öldürüyor, kapitalizmi öldürelim
Dünyada olduğu gibi Türkiye'de, kapitalist sistem devam ettiği sürece zengin daha zenginleşi-yor, yoksul ise daha yoksullaşıyor. Çünkü dünyada da, Türkiye'de de bu sistem zenginlerin çıkarını koruyor ve onlara hizmet ediyor. Fakat kapitalizm bir kader değil. 1999 yılından beri devam eden küreselleşme ve savaş karşıtı hareketin sürekli haykırdığı gibi, başka bir dünya, yoksulluğun, açlığın olmadığı bir dünya mümkün. İşte o zaman başka bir Türkiye de mümkün!


HABERİN ARKASI
Zenginlerin hükümeti

AKP hükümeti, tam 20 yıl önceki Özal hükümetlerinden bu yana bu memleketin gördüğü en popüler hükümet. Bunu, 28 Mart seçimleri de gösterdi, sokaktaki hava ve insanların gelişmeler karşısında tepkileri ve (tepkisizlikleri) de gösteriyor. Maddi refah değil elbet, ama elle tutulur bir rahatlama, "başarılı olma" havası var. İnsanlar ya seve seve ya da istemeye istemeye, bu hükümetin büyük ölçüde iyi işler yaptığını (hatta "devrimci" işler yaptığını), daha dürüst olduğunu, "memleket için hayırlı" olduğunu düşünüyor.
Bu hükümetin başarısının bir göstergesi de, muhalefetsiz bir hükümet olması. Tek ve ana muhalefet partisi CHP, hepimizi etkileyen hükümet siyasetlerine muhalefet etmeyi tümüyle unutmuş, sadece laiklik bekçiliği yapıyor; AKP'nin yeterince laik, yeterince milliyetçi olmadığını kanıtlamaya çalışıyor. CHP'nin başka hiçbir konuda hemen hemen hiçbir itirazı yok. Hükümetin çaktırmadan şeriat düzeni getirmeye çalıştığına Cumhuriyet gazetesi yazarları, İşçi Partisi üyeleri ve Çağdaş Bilmemneciler Derneği gibi kurumlar dışında hiç kimse inanmadığına göre, CHP'yi kimse ciddiye almıyor. Bu durumda, AKP'nin adeta alternatifsiz olduğu, muhalefet edilmesi gereken hiçbir şey yapmadığı düşüncesi daha da yaygınlaşabiliyor.
AKP hükümetinin gerçekten başarılı olduğu, gerçekten çok hayırlı işler yaptığı bir alan var ve muhalefet edilmesi gereken alan zaten tam da bu. AKP, Türkiye egemen sınıfının tüm taleplerini tıkır tıkır hayata geçiriyor, tüm ihtiyaçlarını tıkır tıkır karşılıyor. Önce, 20 yıla yakın bir zamandır ilk kez istikrarlı (parlamentoda büyük çoğunluğa sahip olan, hiç kimseyle ve hatta askerlerle bile fazla itişmeyen, istikrarı bozmamak için gerektiğinde geri adım atabilen, ideolojik ilkelere takılmayıp pragmatik davranan) bir hükümet kuruldu ve sermaye sınıfının en temel ihtiyacı karşılandı.
Ardından, egemen sınıfın 1960'lardan beri katılmak için çabaladığı Avrupa Birliği'ne giriş doğrultusunda kararlı adımlar atıldı, gereken her şey yapıldı. Buna bağlı olarak, IMF siyasetleri sorunsuzca, hemen hemen hiç tepki uyandırmadan, bir bir uygulanmaya başlandı. Özelleştirme, batık bankalar, enflasyon, memur maaşları, sendika yasaları gibi bir dizi konuda egemen sınıfın yıllardır dayatmaya çalıştığı çözümler doğrultusunda çözülmeye başlandı. TÜSİAD yönetim kurulu memleketi bizzat kendisi yönetseydi, işte böyle yönetmek isterdi!
Dünyaya "memleketin uluslararası saygınlığı", "ülkenin başarısı", "genel ekonomik durum" gibi kıstaslar temelinde bakmak, egemen sınıfın çıkarları açısından bakmak demektir. Öyle bakınca, AKP gerçekten de başarılı bir hükümettir. Muhalefet edecek bir şey yoktur.
"Ülke", "ekonomi" gibi soyut kavramlarla değil de, işçi sınıfının, çalışan kesimlerin çıkarları açısından bakıldığında ise, AKP hükümeti büyük sermayenin, zenginlerin hükümetidir, şiddetle muhalefet edilmesi gerekir.
Roni Margulies


AKP hükümeti IMF'nin hizmetinde
Geçtiğimiz günlerde Ankara'ya gelen IMF heyeti Çalışma Bakanı'nı ve TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) Başkanı'nı ziyaret etti. "Yılın ikinci yarısında işçi ücretlerine zam yapmayın" dedi.
Bu doğrultuda hükümet, bir haftadan beri kamu çalışanlarına istedikleri ücret artışını vermiyor. KESK en düşün memur maaşının 840 milyon (yani aslında yoksulluk sınırının altında) olmasını istiyor. Fakat hükümet IMF ile yaptığı anlaşmada, kamu çalışanlarına yüzde 10'dan fazla zam yapmamaya söz verdi.
Şu anda Türkiye'nin toplam 148 milyar dolar dış borcu var. Bunun 26 milyar doları IMF'den alınmış borç. Dış kaynak olmadan bu borcun ödenmesi mümkün değil. Bu kaynağın bulunabileceği yerlerin başında ise IMF, Dünya Bankası gibi, liberal yapısal programların dünyaya zorla kabul ettirilmesi konusunda anlaşmış finans çevreleri geliyor. Bu yıl 11 milyar dolar olması beklenen dış ticaret açığıyla birlikte Türkiye'nin dış kaynaklara olan bağımlılığı daha da artıyor. Dolayısıyla bu hükümet de diğerleri gibi IMF'nin dediklerini yapmak zorunda.
Çalışanlar açısından IMF politikaları ise, daha fazla yoksulluk, işsizlik, özelleştirme anlamına geliyor.


AKP’yi ve kapitalizmi teşhir
Bugüne kadar, CHP de dahil olmak üzere Türkiye'de sol, AKP'ye karşı hep 'laiklik' temelinde muhalefet etti. Halbuki bu yaklaşım AKP'nin muhalif bir görünüm kazanmasına yol açtığı için, onun daha da güçlenmesine, böylece egemen sınıfın dediklerini daha kolay yapabilen bir parti haline gelmesine neden oluyor.
AKP hükümetine 'şeriatçı' olduğu gerekçesiyle muhalefet etmek bir işe yaramaz, çünkü AKP şeriatçı bir parti değil, egemen sınıfın, büyük sermayenin, IMF’nin partisi.
Bu nedenle AKP hükümetine karşı sınıf muhalefeti yapılmalıdır. Milli gelir yüzde 13.5 artarken kamu çalışanlarına neden yüzde 10 ücret artışı verildiği sorulmalıdır.
Neden Türkiye'de en zengin ile en yoksul arasındaki farkın 34 kat olduğu sorulmalıdır. İşte o zaman AKP'ye değişim istedikleri için oy veren milyonları kazanmak mümkün olabilir.


AKP sermeyenin partisidir

Son zamanlarda gazetelerin ekonomi sayfalarındaki verilere bakılarak AKP hükümetinin ne kadar başarılı olduğundan bahsediliyor. AKP'nin devrimci bir parti olduğu bile kimi yazarlar tarafından söyleniyor.
Bu tamamen saçma bir iddia. AKP devrimci değil, sadece sermayenin dediklerini iyi yapan bir hükümet. Koç ailesi bile seçimlerden sonra AKP'ye oy verdiğini açıkladı.
Çünkü bu hükümet ilk günden itibaren orduyla çatışmayacağını, istikrarsızlık yaratmayacağını gösterdi. Böylece egemen sınıfın güvenini kazandı. Ardından, istikrarsız koalis-yon hükümetlerinin bir türlü başaramadığını yapıp, özelleştirmeler, kamu reformu yasası, ücretler, gibi konularda IMF'nin, dolayısıyla sermayenin isteği doğrultusunda somut adımlar atmaya başladı.
Kıbrıs sorununda, Kürt sorununda sermayenin istekleri doğrultusunda hızlı adımlar atmaya başladı. Çünkü bu hükümet her an yıkılmaya hazır koalisyon hükümetleri gibi değil, Turgut Özal hükümetinden bu yana kurulan en istikrarlı hükümet.
Önemli olan ise hükümetin yaptıkları hakkında çizilen pembe tablonun, yukarıda anlatıldığı gibi, çalışanlar açısından ne ifade ettiğini iyi görebilmek.