Sosyalist İşçi 226 (29 Ekim 2004)

 

Sayfa 12:


Avrupa Sosyal Forumu’nda kadınların kurtuluşu tartışması
Kadınları zincirleyen sistem

Geçen hafta Londra’da gerçekleşen Avrupa Sosyal Forumu'ndaki "Kadınlar ve Küreselleşme" konulu atölye önemli tartışmalara sahne oldu. Atölyenin konuşmacıları, "Cinsiyet, Sınıf ve Sosyalizm" adlı kitabın yazarı Lindsey German, Fransız feminist Christine Delphy ve Hintli aktivist Meena Menon'du.

Lindsey German

Ben 1951 yılında doğdum. Benim kuşağımdan bazılarına göre, bütün dünyada kadınların yaşamlarında meydana gelen değişimler tam anlamıyla şaşırtıcıydı. Belki de en dikkate değer değişiklik, kadınların ev merkezli bir yaşamdan ev dışında çalışma yaşamına geçmeleriydi.
İrlanda, Endonezya ve Tayland gibi birçok ülkede kadınların çalışma alanlarında ki sayısı son 20 yılda ikiye katlandı. Bu durum kadınların yaşamlarında ve kendilerine olan bakışlarında devasa bir etki yarattı.
Fakat bu değişimler kadınların yaşamlarının geliştiği anlamına mı geliyor? Kesinlikle değil. Kadınlara yönelik baskı yaşadığımız toplumun en göze çarpan özelliklerinden biri.
Birçok kadın "çifte yük"ten muzdarip. Evin dışında sürekli daha fazla çalışmak zorunda kalırken, annelik, karılık ve bakıcılık sorumluluklarından kurtulmuş olmuyorlar.
Toplum tarafından bakması gereken insanlara (yaşlılar, hastalar ve akıl hastaları) bugün evde bakılıyor.
Çocuk bakıcılığı İngiltere'de çok pahalı, bu yüzden çocuk bakımı konusunda dönüp ailelere bakılıyor.
Kadınlar arasında bir de azınlık var, bunlar son 30 yılda kendilerini kurtarmayı başardılar. Bazı alanlarda uzmanlaşan ve yönetimsel derecelere ulaşan bu kadınlar, bir zamanlar evde kendilerinin yapmak zorunda oldukları birçok işi bugün para karşılığında yaptırabiliyorlar.
Fakat kadınların ezici çoğunluğu hala baskı görüyor ve sömürülüyor. Ve kadınların kurtuluşu, kapitalist toplumun sınırlarına karşı gelişen bir ideoloji olarak beliriyor.
2004 yılında kadınların çalışma hakları var. Aslında bu sadece erkek işçilerin tabi oldukları aynı koşullarda çalışma hakkından ibaret, bu da uzun çalışma saatleri ve sömürü anlamında geliyor.
Cinsellik konusunda daha fazla açıklık var, ama bunun için bile yüksek bedeller ödeniyor. Cinsellik alınıp satılabilen bir eşyaya dönüştürülüyor. Pornografi milyonlarca dolarlık bir endüstri olarak beliriyor.
Ailenin varlığı da kadınların içinde olduğu koşulları daha da kötüleştiriyor. İnsanlar çalışmak ve sosyal olarak eğitilmek için evlerinden çıkıyor, ama aile özelleştirilmiş bir kurum olarak varlığını sürdürüyor.
Bakım işi kapitalist toplumda en düşük ücretli işlerden biri olarak varlığını koruyabiliyor, çünkü bu işi bedavaya yapabilecek hala çok kişi var. Ve her seferinde bu iş daha da ucuzluyor.
Yine de, son yıllarda kadınların bilincinde ve sosyal varoluşlarında çok büyük bir gelişme de yaşandı.
Grevlerde ve savaş karşıtı hareket gibi politik kampanyalarda kadınlar çok büyük bir rol oynadılar. Küreselleşme farklı ülke ve kimliklerden birçok kadını birleştiren bir eğilim yarattı. İnsanlar hedeflerinin ve ilgilerinin uyuştuğunu gördüler.
Bombay'da bir çağrı merkezindeki bir kadın için "kurtuluş" ne ifade eder? Kuzey İngiltere'de bir ofisteki geçici bir işçi, ya da Meksika'dan göç etmiş Los Angeles'taki bir temizlikçi için?

Kurtuluş, ancak bu sömürüye dayalı sistemi değiştirmek ve kâra değil, gereksinimlere, rekabete değil, işbirliğine dayalı sosyalist bir toplumu getirme amacındaki kolektif bir dünya mücadelesiyle gerçekleşebilir.

Christine Delphy

Ben kadınların özel sömürülme biçimleri üzerinde biraz durmak istiyorum; onları erkek değil de kadın yapan şeyler üzerinde. Radikal bir feminist olarak bu erkekler ve kadınlar arasındaki bu bölünmenin sosyal bir yapı ve hiyerarşik bir bölünme olduğuna inanıyorum.
Özellikle endüstriyel toplumlardaki kadınların çalışma yaşamlarında, çok iyi olduğu sanılan birçok değişim yaşandı.
Fakat son on yılda küreselleşmenin meydana çıkışını ve kapitalizmin şartlarının kötüleşmesini de gördük.
Düşen bir eğri gördük, öyle görünüyor ki, kadınlar kapitalist sistemin sunacaklarının sınırlarına ulaştılar. Ama bundan daha da fazlası var.
Her yerde kadınlar ev işi yapıyor. Bu benim ev üretimi olarak adlandırdığım ev üretiminin, aile tarafından üstlenilen ve ücretlendirilmeyen üretimin sadece bir parçası.
Bir çiftçinin durumunu ele alalım. Küçük çiftliklerin üretim birimi ailedir. Aile içinde erkek bütün kazancı kendine alır. Kapitalist piyasada bir satıcı olarak sömürülüyor olabilir, fakat ailesi bir kuruş bile para almadan çalışır.
Asıl işçilere her hangi bir ücret ödenmiyor. Çiftçilerin karıları kendi üretimlerini ev işi ve çiftlik işi olarak ayırmıyorlar. Onların bakışından hepsi bir ve aynı şey.
İçinde oldukları durum iki kavramla tanımlanabilir: sömürü ve bağımlılık. Bu, kapitalizmden farklı bir şey olan patriarşinin en temel iktisadi kalıbıdır. Kapitalizm ücret ve artık değer üzerinden işler. Patriarşi ise aile üyelerinin ücretlendirilmeyen iş gücünün gaspıdır.
Batıda nüfusun %12'si bağımsız işçidir. Bu erkekler karılarının ücretlendirilmeyen iş güçlerini sömürmektedirler.
Nüfusun geri kalanı ise emeklerini satan ücretli işçilerden oluşmaktadır. Böylelikle karılarının emeklerini satabilecekleri bir üründe birleştirmeyi başaramazlar.
Bu, erkeklerin ve kadınların toplumsal konumları arasında süregiden farklılığın sebebidir. Çifte yük patriarşinin tanımlanabilir bir yapısıdır. Ve kadınların bu şekilde sömürüleri genel ve yaygındır. Batıda bir kadının çalışma saatleri erkeğinkinin iki katıdır.
1950lerden beri çalışan kadınların sayısı artıyor. Ücretli işler kadınlara ev dışındaki çalışma alanlarında birazcık bağımsızlık sağlıyor.
Kadınların çoğunluğu bugün çalışıyor, fakat cinsel bölünmenin yıpratıcılığı bu mudur? Hayır.
Patriarşi iki tür bölünmeye yol açıyor. Biri ev içi üretim alanında, ve diğeri de kapitalist üretim alanında. İkisi birlikte işliyor. Örnek olarak, bir çiftin ilişkilerinde biri diğerinden daha az gelir getiriyor. Mantıksal olarak bu durum birinin diğerine " ev işleriyle ilgilenebilirsin" deme hakkını kazandırıyor.
İşe giden kadınların evdeki işlerinin bölünmesi değişmiyor. Erkeklerin ev içi çalışmaya katılımları yılda sadece bir dakika arttı. Yani kadın ve erkek arasında bu zamanların eşitlenmesi için daha 400 yıl var. Bu farklılık yapısaldır.
Küreselleşmeye ve kapitalizmin kötüleşmesine karşı yollar bulmalıyız. Ama bunun yanında kadınların durumunun erkeklerinkinden daha şiddetli biçimde kötüleşmesinin sebebi olan bölücü güç patriarşiye de saldırmanın yollarını bulmalıyız.

Konuşmaları salonun tartışması izledi. Bazı konuşmacılar patriarşi konseptine karşı çıkarak kadınların gördüğü baskıyı sınıf teorisine göre ifade ettiler. Sonra da Christine Delphy ve Lindsey German da bu tartışmaya katıldılar.

Christine Delphy
Patriarşi konseptine karşı, beni pek fazla mutlu etmeyen, çok sert bir saldırı olduğunu görüyorum. Eğer patriarşi yoksa ayrı bir kadın hareketinin manasını göremiyorum. "feminizm" kelimesinin anlamını göremiyorum.
Eğer hepimiz aynı şeyin içindeysek ve baskının kaynağı sadece tek bir sistemse ve o da kapitalizmse, ne halt etmeye kadınlar üzerine oturumlar yapıyoruz burada?
Bence burada toplumsal bir bölünme var, aynen ırk gibi. Tanrı bizi bu şekilde yarattığı için siyah, beyaz, kahverengi ve kapuçino renklilerin, hepimizin aynı şeyin içinde olduğunu mu söylüyorsunuz? Bu renkler sadece egemenlik, hiyerarşi ve sömürü gibi sosyal amaçlara hizmet eden birer ölçü olarak görünür olurlar.
Kadın hareketi herkesi sadece kapitalizmin sömürdüğü gibi teorilere karşı kendini inşa etmiştir. Bu harekete katılan kadınlar "artık yeter" diyerek sol partilerden gelen kadınlardı.
Biri grev gözcülüğü sırasındaki kadınların bir şeyler değiştirebileceğini söyledi. Oysa ki kadınlar 150 yıldır grev gözcülüğü yapıyor ve tek bir şey bile değişmedi. Cinsiyetçilik bireysel bir tutum değildir, yapısal bölünmenin psikolojik boyutudur.
Kadınların ücretsiz çalışmasından ve çocuk sahibi olmalarından yararlanan kapitalizm değildir. Gerçek, bunun kapitalist sömürünün ihtiyaç duymadığı başka işlerle birlikte gerçekleşmesi. Kadınlar ailenin dışında çalıştıkları zaman bu gerçekleşiyor.
Kadınlar ailenin içinde çalıştıklarında ise patriarşik baskıyla karşı karşıya kalıyorlar. Patriarşiye inanmıyorsak, burada kadınlar, feministler ve kadın dostları olarak bulunmamızın bir anlamı yok.
Çok tehlikeli bir düşünce tarzına giriyoruz. Egemenliğin tek bir sisteme ait olduğu düşüncesi. Bu, bizim gerginlikleri ve muğlaklıkları görmemize engel olur. Biri bir sistemde sömürücü olur, diğerinde ise sömürülebilir. Bütün sistemlere karşı işbirliği içinde bir mücadele yürütemeyiz.
19. yüzyılda erkek sendikaları kadınları eve kapatmaya çalışıyorlardı.
Burjuva erkekleriyle aynı haklara sahip olmak ve karılarının ücretlendirilmeyen emeklerinin kendilerine ait olmasını istiyorlardı.
Şimdi biri kalkıp kadınların ve erkeklerin kapitalizmin gözünde eşit olduklarını ve bizim burada birlikte tartıştığımız konunun sadece cinsiyetçilik olduğunu ve cinsiyetçiliği yok etmemiz gerektiğini mi söyleyecek?
Cinsiyetçiliği yok etmek bireysel temelde imkansızdır. Aynen kapitalizmi bireysel temelde yok etmeye benzer.
Patriarşiyi yok etmek ancak kolektif bir mücadeleyle mümkündür. Bana erkeklerin partileri tarafından yürütülen bu rekabetten, ve bu toplantıda da Socialist Workers Party (İngiliz Sosyalist İşçi Partisi) tarafından yeniden ortaya çıkartılan bu rekabetten baygınlık geldi.
Kapitalizm ve patriyarşi analizleri birbirleriyle rekabet etmezler. Her birinin sömürüyü açıklama modelleri farklıdır.
Küreselleşmeye karşı mücadelemizin kazanmasını istiyorsak bu muğlaklıkları aşmalıyız.
Eğer düşmana sadece tek bir isim verip onun hep aynı şekilde göründüğünü söylersek, egemenliğin çeşitli sistemlerinin koordinasyonu olan küreselleşmeye karşı mücadelemizde başarılı olamayız.
Kapitalizm ve patriarşi arasında bir çelişki yoktur. El ele işlerler, ama aynı sistem değillerdir. Patriarşi kapitalizmden daha önce de vardı.

Lindsey German
Feminizm, sosyalist feminizm ve sosyalizm sorununa bakacak olursanız, SWP'nin dışındaki herkesin patriarşi fikrini kabul ettiğinin doğru olmadığını görürsünüz.
Ünlü bir sosyalist feminist olan Sheila Rowbotham patriarşi teorisini açıkça reddetmiştir. Ben de kendimce bu teoriyi reddediyorum, ama Christine'in toplumun işleyişine ve sosyal yapılarla nasıl yaşayacağımıza ilişkin olarak gösterdiği birçok noktada aynı şekilde düşünmediğimden değil.
Ben patriarşi teorisinin inanılmaz derecede statik bir teori olduğunu düşünüyorum. Christina'nın söylediklerinden bu belli oluyor. Kadınlar için çok şeyin değişmediği fikrine katılmıyorum.
Eğer erkeğin tam gün çalıştığı ve kadının ev dışında çalışmadığı bir çifte bakacak olursanız, ev işi ve çocuk bakımı sorumluluklarının çok değişmediğini görürsünüz.
Fakat her iki eşin de tam gün çalıştığını var sayarsak, erkeğin eve harcadığı zamanda da büyük bir artış yaşandığını görebiliriz. Kesinlikle eşit değil, fakat yine de ev işlerinin bölüşümünde büyük bir değişiklik var.
Bu değişim uluslar arasıdır. Kadınların mutsuz ve baskı altında evde oturduğu 1950’lerin durumuyla karşılaştıracak olursanız, çocuklu kadınların çoğunun işe gittiği bugünkü içinde bulunduğumuz durum, değişen şartları ve fikirleri gösteriyor.
Patriarşi kadınlar arasındaki sınıfsal farklılaşmayı açıklamaz. Bu, küreselleşme döneminde ortaya çıktı. Kadınlar arasındaki bu bölünmenin kaynağı sınıfsaldır.
Bunun kaynağı sömürenlerin mi, yoksa sömürülenlerin mi yanında olduğunuz sorusunda yatar.
İşte bu yüzden kadınların gebelik izni almalarını engelleyen bir kadın olursunuz, bu yüzden evinizi temizlettirerek ya da giysilerinizi ütületerek başka kadınları sömüren bir kadın olursunuz. Bunlar sınıfsal ilişkilerdir, kızkardeşlik ilişkisi değil.
Bence kadınlar kesinlikle baskı altındadırlar. Kadınlar ve erkekler arasında kesinlikle eşitsizlik vardır. Fakat nereden gelmekte bu baskı?
Bütün baskılar kapitalizm tarafından biçimlendirilir. Küresel sermaye kadınların yaşamlarını, bütün ülkeleri, toplulukları ve çok yüksek sayıda insanı yok etmektedir.
George Bush'un Irak ve Afganistan'ı kadınların kurtuluşunu sağlamak için bombaladığını iddia ettiği bir durumda ne yapacaksınız? Bütün kadınları kardeş olarak gören feminist politikanın sınırlarını sorgulamanız gerekir.
Condoleeza Rice kimlik politikalarının somut örneğidir. Milyonlarca beyaz ve siyah kadın ve erkeğe açıkça baskı uygulayan siyah bir kadındır.
İngiltere'de kadın hareketi 1978'den beri birleşmiyor. Bunun hakkında tutarlı bir hareketmiş gibi konuşamazsınız. Bunun sebebi siyasettir.
İnsanlar sınıfa yönelik baskıyı azaltamıyorsunuz diyor. Ben her hangi birşeyi azaltan bir sınıf analizi görmüyorum. Ben bunun, baskıda ideolojinin ne kadar önemli bir rol oynadığı, ve baskıya karşı nasıl direneceğimiz gibi, baskı analizinin iktisadi terimlerle geliştirilmesinin bir yolu olduğunu düşünüyorum.