Sosyalist İşçi 226 (29 Ekim 2004)
Sayfa
7: Dünya
Sosyal forumlar ve Türkiye solu
Filistin doğumlu Yahudi asıllı "İngiliz" devrimci,
Tony Cliff, bir insanı sosyalizmin gerekliliğine ikna etmek için
iki dakikalık bir tartışmanın yeterli olduğunu söylerdi. Bunun
ardından da, derdi Cliff, sosyalizmi gerçekleştirmek için örgütlü
olmanın gerekliliğine aynı kişiyi ikna etmek birkaç dakika daha
sürer. Fakat işin asıl zor tarafı da bundan sonra başlar. Bu
örgüt ne yapmalı, hangi strateji ve taktikleri uygulamalı, hangi
mücadelelere ne zaman girmeli, kimlerle ve nasıl birlikte davranmalı?
Dünyayı değiştirmek gerektiği günümüzde gerçekten de iki dakikalık
bir tartışma. Gereksiz bir savaşta on binlerce insan ölürken,
üretim araçlarının ve teknolojinin inanılmaz ölçüde geliştiği
bir ortamda koca koca kıtalar açlıktan ve hastalıktan kırılırken,
gezegeni imha etmekte olduğumuza Hollywood sineması bile uyanmışken,
aslında iki dakikaya bile gerek yok. Zaten 3-4 yıldır dünyanın
dört bir yanında milyonlarca insan daha adil, daha eşitlikçi,
savaşsız, baskısız, sömürüsüz bir dünya istediğini haykırıp duruyor.
Böylesi bir dünyayı kazanabilmek için örgütlenmek gerektiği konusunda
da uzun boylu tartışmaya gerek kalmıyor günümüzde. Aynı milyonlar
zaten sık sık gösteriler, eylemler, sosyal forumlar düzenlemek
için bir araya geliyor, örgütleniyorlar. Üstelik yöresel ve ulusal
düzeyde örgütlendikleri gibi, uluslararası çapta da örgütleniyorlar.
Dolayısıyla, işin kolay tarafı günümüzde her zamankinden de daha
kolay. İki dakikada sosyalizme, birkaç dakikada da örgütlenmeye
ikna edeceğimiz insanları biz sosyalistler arayıp bulmak zorunda
değiliz. Bu insanlar zaten ortalıktalar, sokaklarda, işyerlerinde
ve okullarda hiç kimseyi beklemeden zaten mücadeleye atılıveriyorlar
ve, en önemlisi, çok, çok kalabalıklar.
Ama işin zor tarafı, her zaman olduğu gibi, bugün de zor. Daha
adil, daha eşitlikçi, savaşsız, baskısız, sömürüsüz bir dünya
nasıl kazanılacak? Bunu isteyen devasa kalabalıkların kafasında
sonsuz sayıda fikir, stateji, taktik, slogan, örgütlenme yöntemi
(ve örgütlenmeme yöntemi) ve çalışma tarzı. Her kafadan bir ses
çıkıyor.
Bundan daha doğal bir şey olamaz. Herkes hemfikir olsaydı, dünyayı
değiştirmek için örgütlü işçi sınıfının gücüne gerek olduğu,
işçi sınıfının kendi iktidar organlarını yaratması gerektiği,
burjuva devletini (ister istemez zor kullanarak) yıkıp yerine
kendi iktidarını kurması gerektiği konusunda egemen sınıflar
dışında herkes anlaşmış olsaydı, zaten çoktan sosyalizm olurdu.
Bizler milyonlar, onlar bir avuç olduğuna göre, kapitalizmi çoktan
elimizin tersiyle silip atmış olurduk. Henüz atmadık, çünkü toplumun
ezici çoğunluğu, kapitalizmi sorgulamağa başladığı anlarda bile,
şu veya bu ölçüde egemen sınıfın fikirlerinden etkilenir. Kimse
bir günden bir güne su katılmadık sosyalist olmaz. 'Sorgulama',
ancak tartışma ve mücadele süreci içinde 'devirmenin gerekliliğine
inanma' haline gelir.
Devrim, sadece işçi sınıfının egemen sınıfa karşı mücadelesi
değildir. İşçi sınıfının ileri, sınıf bilinçli, örgütlü kesiminin
(yani normal koşullarda küçük bir azınlık olan kesiminin) daha
geri, daha örgütsüz, egemen sınıfın görüşlerini daha çok kabul
eden kesimini (yani çoğunluğunu) ikna etme mücadelesidir.
Bu dediklerimi anti-kapitalist harekete, Sosyal Forum'lara uygulayalım.
Hareketi oluşturan milyonlarca insan açık ki kapitalizmi sorguluyorlar.
Sistemin tümünü sorgulayanlar var, şu veya bu dar yönünü sorgulayanlar
var, ve bu iki uç arasında kalan koca bir sorgulama yelpazesi
var; tüm toplumsal muhalefet hareketlerinde olduğu gibi. (Sovyet
Devrimi'ni gerçekleştiren işçi sınıfının ve kitlelerin 1917 yılı
başında tümüyle bilinçli devrimcilerden oluştuğunu zanneden yoktur
herhalde). Bu hareketin içinde, hareketin ileri kesimini oluşturan
(yani bütünsel düşünen, sistemin bütününü yorumlayıp kapsamlı
ve kökten bir "başka dünya" öneren) sosyalistlerin
yapması gereken, hareketin geri kalanını ikna etmeye, kazanmaya
çalışmaktır.
Bunu yapmanın yöntemi basittir. Hareket halindeki kitleler yol
kenarında kürsüye çıkıp "doğruyu" anlatanları dinlemezler;
it ürür kervan yürür. Hareket kendi içinden gelen sesleri dinler,
kendi içinde tartışır, kendi içinde dünyayı en ikna edici şekilde
açıklayanları, en makul ve etkili önerileri yapanları, en kararlı
şekilde hareketi öne çekmeye çalışanları dinler. Onların dediklerine
ikna olur, onların görüşlerine katılmaya başlar. (Bolşevikler,
1917'de ilk İşçi Konseyleri toplantısında küçücük bir azınlıktırlar,
oyları her toplantıda artar ve Ekim ayında devrimden hemen önceki
toplantıda nihayet çoğunluğu kazanmışlardır).
Daha da somutlaşıp Londra'daki Avrupa Sosyal Forumu'na gelelim.
Forum'a ve onu izleyen savaş karşıtı gösteriye Türkiye'den ve
Avrupa'dan pek çok Türkiyeli sosyalist örgüt katıldı. Her zamanki
gibi bunların pek çoğu ya kendi örgüt flamalarını Trafalgar Meydanı'nın
en yüksek yerine asmaya çabaladılar ya da el ilânlarıyla Forum'un
geri kalanına "Başka bir dünya" değil, "Sosyalist
bir dünya" demek gerektiğini anlatmaya çalıştılar.
Oysa, Forum'da hareketin içindeki devrimcilerle sağ kanat arasında
kıran kırana bir tartışma sürüyordu. Bir dahaki eylem günü savaşa
karşı mı, neoliberalizme karşı mı olmalı? Avrupa'da müslümanlarla
birlikte örgütlenmeli mi, örgütlenmemeli mi? Amerika'ya karşı
Avrupa Birliği ilerici bir güç olarak desteklenmeli mi, desteklenmemeli
mi? Ve daha bir dizi canalıcı tartışma.
Bu tartışmalara katılmadan, hareketin içinde devrimci kanadın
büyümesini ve daha etkin olmasını sağlamaya, sağ kanadın görüşlerini
tartışmalarda çürütmeye çalışmadan, hareketi etkilemek mümkün
değildir.
Yüksek yere flamalar asıp kapıda bildiri dağıtanlar belki üç
beş kişiyi etkileyip kazanabilir. Ama dünyayı değiştirmek üç
beş kişinin değil, milyonların işidir. Milyonları kazanmak için
ise hareketin içinde olmak, tartışmalara katılmak, mücadele etmek
gerekir.
Roni MARGULİES
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara karşı kampanya
"Canavar Balon" DTÖ'ye karşı
“Canavar” Balon
1-2 Kasım Ankara
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara Hayır Kampanyası'nın Türkiye ayağı
başladı. Friends of the Earth (Yeryüzü Dostları) adlı örgütün GDO karşıtı
kampanyada kullandığı dev "canavar balon" 2 Ekim'de İstanbul'a
geldi
"Canavar balon" daha önce, Dünya Ticaret Örgütü'nün ABD'nin transgenik
ürünlerini Avrupa'ya sokmak istemesine karşı yapılan eylemlerde kullanılmıştı.
Bu eylemler kapsamında Belçika, İspanya, Hırvatistan, Macaristan, Polonya, Danimarka
ve Fransa'da imza kampanyaları yapıldı. İstanbul'da 2 Ekim'de Taksim Gezi Parkı'nda
başlayan kampanyaya meslek örgütleri, çeşitli yerel çevre örgütleri, TÜKODER
ve GDO'ya Hayır Platformu aktivistleri katıldı.
3 Ekim'de Bakırköy İstanbul Caddesi'nde, 4 Ekim'de ise Kadıköy İskele Meydanı'nda
konuşlandırılan balon eşliğinde toplam 10 bine yakın imza toplandı. İmza ve bilgilendirme
kampanyası basında da geniş yer buldu. Balon Türkiye'nin pek çok noktasına uğradıktan
sonra Ankara'ya ulaşacak. Ankara son durak olacak ve toplanan imzalar kitlesel
bir şekilde TBMM'ne verilecek. İmzaların bir kopyası da Dünya Ticaret Örgütü'ne
gönderilecek.
Frenkeştayn gıdalar soframıza geldilermi?
GDO'lu ürünler 13 ülkede 60 milyon hektar arazide üretiliyor. Bu üretimin büyük
bir bölümü ABD, Kanada ve Çin'de yapılıyor.
Yaşadığımız topraklar üzerinde ise 1998 yılından itibaren patates, mısır ve pamukta
deneme amacıyla transgenik tohumlar ekiliyor. Deneme amacıyla yapılmış bile olsa
bu tür tarım oldukça tehlikeli: Çünkü bu tip ürünlerin tohumları rüzgâr ve polenler
ya da kuş ve böcekler aracılığıyla başka bir tarlaya ya da araziye atlayabiliyorlar.
ABD'de genetik yapısıyla oynanmış tarlaların çevresinde 4.5 km'ye kadar şeritler
bırakılmasına rağmen yapılan testlerde 4,5 km'ye kadar uzandığı da tespit edildi.
Denetim yok
Şu anda GDO'lu tohum yasaklanmış durumda ancak bu ürünlerin ithalatının kontrolü
yok. Gümrük kapılarında İthalatı yapan firmanın beyanı yeterli oluyor. GDO içeren
ürünlerin piyasada satılma riski oldukça yüksek. Biyo Güvenlik Komitesi'nin açıkladığı
rakamlara göre 2002'de ABD ve Arjantin'den ithal edilen soya fasulyesi, soya
yağı, soya küpeştesi, mısır yağında toplam ithalatın %73'ünü transgenik ürünler
oluşturuyor. 800.000 ton transgenik mısır tohumunun ise ülkeye girdiğini artık
herkes biliyor.
IMF, DB, DTÖ ev sahibi, Tarım Bakanlığı kiracı!
Dünya Bankası'ndan alınan tarım kredileriyle GDO'lu ürünlerin yetiştirilmesi
teşvik ediliyor. Bu tür ürünler üreten köylülerden ertesi yıl çok uluslu şirketler
patent hakkı talep ediyorlar. Yerli ürün olan şeker pancarı üretimi kısıtlanması
onun yerine ABD'den transgenik mısır üretimine zorlanması üzerine şeker pancarı
üreticilerinin ayaklandığı bilinen bir olaydır.
Çeşitli toplumsal muhalefetin önderleri gibi belki AB'ne uyum yasaları sürecinde
Gıda Yasası'ndan medet umulabilir.
Ancak işler o kadar da basit değil. Çünkü Avrupa aslında biyo teknolojiye karşı
olmamasına rağmen bu konudaki ciddi muhalefet karşısında bu ürünlerin Avrupa'ya
girişi yasaklanmıştı. Ancak DTÖ nezdinde ABD'nin baskıları sonucunda transgenik
ürünler etiketlenmek suretiyle AB ülkelerine girebilecek. Arıca Bush şu anda
DTÖ nezdinde Avrupa'yı mahkemeye verdi. Eğer dava lehlerine sonuçlanırsa bütün
dünya transgenik ürünlerle karşı karşıya gelecek. Bu durumda Tarım Bakanlığı
yalnızca kiracı, ev sahibi de DB, İMF ve DTÖ.
Asıl uğraşmamız gereken güçler bunlar. Bu yüzden de kazanmamız antikapitalist
hareketin bir parçası olmakla mümkün. Çünkü onları durdurabilecek tek güç bu
hareket.
Kaynaklar:
1- Gen Teknolojisi ve Globallaşme (Çevre Araştırma Grubu)
2- Yaşam Patentlenemez Dergisi
İletişim için: www.gdoyahayir.org