Sosyalist İşçi 227 (19 Kasım 2004)
Sayfa
4:
Baykal Sarıgül’e karşı
CHP’de kirli oyunlar
Baykal ve ekibinin elinde giderek yıpranan CHP yerel seçimlerde aldığı
ağır yenilgiyi bazı ilçe belediyesi seçimlerinde AKP’ye büyük fark yapmasıyla
kapamaya çalışmıştı.
İstanbul’da Kadıköy, Beşiktaş ve özellikle de Şişli bu belediyeler arasında.
Ankara’da Çankaya, İzmir’de Konak gene CHP’nin iftaharla öne sürdüğü belediyeler
arasında.
Bu iftahar vesilesi olan belediyelerden Şişli Belediye Başkanı Mustafa
Sarıgül CHP’nin genel yenilgisine karşı kendi kazandığı başarıya dayanarak
CHP içinmde liderlik yarışına girdi.
Sarıgül bir süredir Türkiye’nin çeşitli bölgelerine giderek şaşalı gösteriler
düzenletiyor. Basına ise CHP liderliğinde iddialı olduğu söylüyor.
Doğrusu, Baykal’ın elinde iyice yıpranan ve gerileyen CHP, Sarugül’ün bu
çıkışı ile oldukça sarsılıyor.
CHP yönetimi bir süredir Sarıgül’e karşı bir kampanya başlattı. Bu kampanya
esas olarak Sarıgül’ün mafya ile işbirliği yaparak büyük kazançlar elde
ettiğine ilişkin.
Baykalcı CHP yönetiminin iddialarının ne denli doğru olduğunu bilmek mümkün
değil. Hemen her yerel yönetici gibi Sarıgül’ün de mutlaka kirli bir çıkısı
vardır. Ancak acaba bu iddiaları yapmak CHP’ye mi düşer?
CHP’ye göre Sarıgül uzun süredir rüşvet almaktadır ve yolsuzluklara bulaşmıştır.
Yani CHP kendisini aday gösterdiğinde de, en çok oy alan belediye başkanı
diye sevinç gösterileri yaptığında da bütün bu işlere bulaşmıştı.
Sarıgül Baykal’a karşı aday oluncaya kadar yaptıkları CHP’yi ilgilendirmedi
ama adaylık açıklanınca onlar da derhal yolsuzlukları açıkladılar.
CHP yönetimi, Baykal bu hesaplarla hiçbir şeyi kurtaramaz. Olsa olsa CHP
desteğini biraz daha kaybeder.
CHP’ye karşı emeğin sesi olacak bir siyasi parti acil bir ihtiyaç.
Kirli kokular
Mafya’nın hangi şefi yakalansa ardından olağanüstü kirli kokular ortaya
çıkıyor.
Son olarak da Sedat Peker denen ülkücü mafya şefi ile birlikte aynı şey
gerçekleşiyor. Çetenin ilişkileri spordan, bankalara, siyasetten haraca
kadar her alana yayılıyor. Bütün Susurluk “kahramanları” bu mafya çetesi
ile de sıkı fıkı ilişkiye sahip.
Bu çeteler aslında çok daha büyük bir gizli devlet gücünün ortaya çıkan
küçük görüntüleri. Ne var ki bu küçük görüntüler dahi çok korku verici.
Elleri toplumun her alanına uzanmış durumda.
Susurluktan sonra ortaya çıkan toplumsal muhalefetin yeniden örülmesi çok
önemli. Çetelerle ve onların üstündeki gizli devletle hesaplaşmadan özgürlükleri
kazanmak mümkün değil.
Dil Tarihte faşist saldırı
Faşizmi teşhir etmeliyiz
4-5 Kasım tarihlerinde Ramazan'ın gelmesiyle artan faşist saldırılar iyice
yoğunlaştı. Marmara ve Ege üniversitelerinde yaşanan olaylarla beraber
DTCF’de de faşistler, barışa ve her türlü özgürlüğe düşman olduklarını
bir kez daha gösterdiler.
4 Kasım günü ülkücülerin kurduğu DTCF Tarih Topluluğu, bir iftar yemeği
düzenliyordu. İftar yemeğine okulun dışından da faşistler çağırılmıştı.
Kalabalık bir güruh olmalarından güç alan faşistler, iftar öncesi, okulun
avlusundaki öğrencilere saldırmaya çalıştılar. Kısa sürede avluda toplanan
öğrenciler, taş ve sopalarla saldıran faşistlere karşı koymayı başardılar
ve faşistler avluya giremedi. Planlı bir saldırı olduğu anlaşılan olayda,
en az 5 faşist yaralandı. Birkaç kez daha saldırmaya çalışıp başaramayan
faşistler, diğer okullardan gelen yüz civarında öğrencinin ana kapıyı aşıp
okula girmesi üzerine, paniğe kapılıp, çoğunluğu Gazi Üniversitesi'nden
olan faşistleri okula çağırdılar. Bu sırada çevik kuvvetin okula girmesiyle
gerginlik tırmandı. Çeşitli sol yapıların çevrelerinden çok, bağımsız anti-faşist
öğrencilerin yer aldığı grup, sık sık "Türkeş'in itleri, yıldıramaz
bizleri", "Dil-Tarih faşizme mezar olacak", "Faşizme
karşı omuz omuza" sloganları attı. Polisin önce faşistleri uzaklaştırması
ve ardından Yüksel'de basın açıklaması talebinde ısrar eden öğrenciler,
taleplerini kabul ettirdiler. Ülkücülerin okulu terk etmelerinin ardından
okuldan çıkan ve sayıları bine yaklaşan öğrenciler Yüksel Caddesi'nde basın
açıklaması yaptıktan sonra dağıldılar.
Ertesi gün YÖK'ün kuruluş yıldönümü eylemi için Sakarya Caddesi'nde yapılan
basın açıklaması sırasında, DTCF'de faşistlerin katları gezdiği haberi
geldi. Özellikle bazı sol gruplar, "bize burada polis saldırsa onlar
gelecekler mi? Eyleme gelmeyen adamları biz mi koruyacağız" gibi "politik" söylemleriyle,
DTCF'ye yürümeyi isteyen kitleyi engellemeye çalıştılar. Bunun üzerine,
büyük bir çoğunluğu bağımsız olan DTCF öğrencileri ve birkaç sol grup,
DTCF'ye geç de olsa gitti. Ancak, faşistlerin okuldan ayrıldığının anlaşılması
ve polisin okula girmesi üzerine okuldan topluca çıkan öğrenciler, Yüksel'de
basın açıklaması yapmak üzere yürümeye başladı. Yine özellikle bir sol
grubun "Kızılay'a girelim", "yolu işgal edelim" gibi
hedefi ve amacı olmayan önerileri dikkate alınmayıp, Yüksel'e gidildi.
Ancak, Yüksel'in girişinde kim olduğu bilinmeyen bir kişinin eliyle ülkücü
işareti yapması üzerine, öğrenciler, bu kişiyi linç etmeye çalıştılar.
Linç girişimi sırasında, daha önce "Kızılay'a yürüyelim" diyen
grubun "şef"lerinden birinin, bir kişi olduğunu bilmesine rağmen, "sopaları
çıkaralım arkadaşlar" diye bağırması ise oldukça dehşet vericiydi.Zor
da olsa durdurulan linç girişiminin ardından basın açıklaması yapıldı ve
dağılındı.
Ne yapıldı? Ne yapılmalıydı?
Ne yapılmalı?
Bütün bu eylemler sırasında solcular, "faşistlerin gerçek milliyetçi
olmadığını", saldırının "devrimci-demokrat" öğrencilere
olduğunu anlatıp durdular. Oysa, faşistler gerçekten milliyetçiler ve saldırılar,
bütün öğrencilere yönelik. Kendilerinden farklı olanlara; muhaliflere,
savaş karşıtlarına, kadınlara, eşcinsellere, oruç tutmayanlara, uzun saçlı-küpeli
erkeklere... Yapılması gereken şey, hedefi şaşırmadan, kapsamlı, kapsayıcı
bir anti-faşist hareket örmek. Faşistlerin saldırılarının, bütün öğrencilere
olduğunu; onların herkese ve barışa düşman olduklarını anlatmak ve faşistleri
teşhir etmek. Oysa solcular, her faşist saldırının ardından gerçekleşen
eylemlerde "yaşasın devrimci dayanışma", "yaşasın devrim
ve sosyalizm" sloganlarını bütün bir kitleye dayatmaya çalışıyorlar.
Kendilerince eylemi "solcu"laştıryorlar. Anti-faşist mücadele
etmek için bir araya gelmiş yüzlerce insanınsa solculaşmaya ihtiyacı yok.
Onlar, solcuların önemsemediği okulda kalan arkadaşlarını önemsiyorlar.
Onlar, bir başka okulda faşist saldırı olduğunda, "ya o okulun öğrencileri
yok mu?" gibi sorular sormuyorlar.
Anti-faşist mücadele, temelini kitlesellikten alır. Eğer ki, "sıradan" öğrencileri
yanımıza kazanamazsak, belki faşistleri püskürtebiliriz, belki geçici çözümler
sağlayabiliriz ama nihai olarak faşistleri yenemeyiz. Faşist olmayan bu
nedenle de doğasında anti-faşizm olan herkesi kazanmayı hedeflemek ve faşizmin;
ülkücülerin ve MHP'nin gerçek yüzünü teşhir etmek gerekiyor.Bu nedenle
hedefini şaşırmayan, her faşist saldırıya yığınsal cevap verebilen ve faşizmi
kitlesel olarak teşhir edebilen bir kampanya birliğine ihtiyacımız var.
MHP barışa düşman"
Cebeci Kampüsü
Anti-Faşist Birlik
deneyimi
"Bu yılın başında, DTCF'de faşistlerin saldırılarının ardından, Cebeci
Kampüsünde anti-faşist bir birlik oluşturmak için toplandık. MHP'nin düşmanının
bütün özgürlükler olduğunu; MHP'nin barışa,muhaliflere, savaş karşıtlarına,
kadınlara, eşcinsellere, ülkücü olmayanlara düşman olduğunu anlatan afişler
astık. Yaptığımız toplantıya, soldan katılanların hemen hepsi, "bu
okulda faşist yok ki", "sadece faşistlere değil, kapitalist kültüre
karşı bir araya gelinmeli ama o da olmaz" vb. gerekçelerle çekildi.
Bağımsız anti-faşistlerin bir çoğu ise kampanyanın ve teşhirin gerekli
olduğunu, kapsayıcı temelde yürütülecek bir kampanyaya ihtiyaç olduğunu
belirttiler. DTCF'de de AFB'nin kurulması için çabalar yoğunlaşmaya başladı.
AFB, henüz yeni bir örgütlenme. Öğrenmeye ve deneyime ihtiyacı var. Ancak
birkaç günlük deneyimimiz ve astığımız birkaç afiş, DTCF'de yaşananlar
ve solun tutumu değerlendirildiğinde; AFB gibi, kapsayıcı, teşhir eden
ve hedefini "solculaşmak" uğruna muğlaklaştırmayan kampanya birliklerine
ihtiyacımız olduğu daha da netleşiyor. Önümüzdeki dönem, üniversitelerde
faşizme karşı birleşik mücadelenin yükselebilmesi için, AFB ve benzeri
kitlesel birliklerin yaygınlaşması gerek. Özellikle de son dönemde MHP'nin
savaş yanlısı tutumu, barış yanlılarına dönük tutumu göz önüne alındığında,
anti-faşist birliklerin işi daha da kolaylaşıyor.
Unutmamak gerek, faşizmi, bir avuç "militan" solcu değil, faşizme karşı
bir araya gelmiş yığınlar, öğrenciler, emekçiler durdurabilir. Tartışan, teşhir
eden, gerektiğinde mobilize olabilen yığınlar. Bu yığınların da, onları solculaştıranlara
değil, onlarla yan yana duran, onlara güvenen ve güven verenlere ihtiyacı var.
Eğer biz, bahsettiğimiz kampanyalara giden ilk adımları atabilirsek, açık ki,
üniversiteler ülkücü faşistlerin istediği gibi değil; savaş karşıtlarının, anti-kapitalistlerin;
onlara direnenlerin istediği gibi olacak.
Ersin DOĞU