Sosyalist İşçi 228 (9 Aralık 2004)
Sayfa 11: Not Defteri
Futbol üzerinden
meşrulaştırılan şiddet
21 Kasım Pazar akşamı oynanan Beşiktaş-Rizespor
maçında taraftarlar arasında çıkan kavgada 16 yaşındaki Cihat Aktaş'ın bıçaklanarak
ölmesinden sonra medyayı futbol ve şiddet bağlantısı tartışmaları kapladı.
Fakat tartışma kısa sürede teknik önlemlere indirgendi.
Medyanın akıllı kafaları şu önemleri talep ettiler:
-Stadyum polisleri oluşturulsun, polisiye önlemler tırmandırılsın,
-Stadyum merdivenleri boş tutulsun,
-Turnikeler bir kişinin geçebileceği hale getirilsin,
Önerilerin özeti, maçları polis baskısı altında izlemek, maçlara polis
kordonu altında girmek.
Bugünlerde ise bir başka öneri öne çıkartılmaya başlandı. Reklamcılar ve
halkla ilişkiler uzmanları, azalan futbol izleyicilerinin sayısını yeniden
artırmak için göreve çağrılıyor. "Haydi kızlar maça". Bu öne
çıkartılan yeni sloganlardan birisi.
Türkiye'de çok uzun bir süredir, devlet-mafya-siyaset-futbol ilişkisinde
suç işleyen her unsur kısa sürede kahraman haline getirildiği için futbol
merkezli bu tartışma tek başına eksik kalmakta. Çılgın bir rekabete, kör
bir kar güdüsüne dayalı çağdaş futbol, olağanüstü paralara hükmettiği için,
futbol uzun bir zaman önce oyun olmaktan çıkıp, savaş arenasına dönüşmüş
vaziyette.
Neo liberal politikalar, futbolu da belirliyor. Hem endüstrileşmiş bir
kar ve rekabet alanı olarak futbolu belirliyor, hem de maçı izlemeye giden
seyircilerin toplumsal koşullarını sarsarak belirliyor. Adı bile anılmayan
iş güvencesi, korkunç boyutlardaki işsizlik, şiddetli bir gelecek kaygısının
yarattığı huzursuzluk… Endüstrileşmiş futbol bu huzursuzluğu bir kar kaynağına
dönüştürmek için biçilmiş kaftan. Küresel kapitalizm, toplumun her düzeyine
şiddeti yaygınlaştırdığı gibi, futbolu da şiddetle ayrılmaz bir bütün haline
getiriyor. Futbol, düzenli bir biçimde izlenen, neredeyse her hafta 3 milyar
kişi tarafından satın alınan bir mal. Futbol pahalı bir mala dönüştükçe,
oyun olma, takım sporu olma ve spor ahlakına sahip olma vasıflarını yitirdi.
Şiddetsiz bir futbol için, şiddetsiz bir hayat gerekir. Statlardaki şiddetin
kaynağı, çeşitli taraftar grupları değildir. Hele hele yoksul ve işsiz "varoş
gençleri" hiç değildir.
Seyircilere hayvan muamelesi yapan stad polisleri, taraftarları kendi çıkarları
için örgütleyen klüp yönetimleri, yani klüplerde yöneticilik yapan egemen
sınıf temsilcileri, futbolun devasa kar payından nemalanan faşist mafya,
dikkatleri sosyal sorunlardan her saniye futbola kaydıran medya, futbolu
bir sanayi haline getiren küresel kapitalizm ve her hafta saçma sapan bir
biçimde futbolun 10 emrini yazan ve bunun karşılığında binlerce dolar kazanan
vasıfsız, fanatik futbol yorumcuları.
İşte şiddetin kanyağı…
Namık Kemal Yurdakul
Küresel Okyanusya ve Günümüzün DoğBak'ı
George Orwell "1984" adlı eserinde gayet açık bir baskı düzeninden
ve sistemin tarihi dolayısıyla insan zihnini kontrol altında tuttuğu bir
dünyadan bahseder. Bir çok insan özelinde stalinizm genelinde iktidar eleştirisi
olarak yazılmış bu kitabın bahsettiği korkunç dünyanın, sosyalist(!) rejimlerin
çökmesi ile bir tehlike olmaktan çıktığını düşünüyor ve söylüyor. Acaba
gerçekten özgür bir dünyada mı yaşıyoruz? Bir sistem olarak küresel kapitalizm
daha sinsi, daha derinden baskı yapan bir Okyanusya yaratmıyor mu?
Soğuk savaşın sona ermesi ve doğu bloku ülkelerinde devlet kapitalisti
rejimlerin çökmesinden sonra burjuva ideologları fırçalarını çektiler ve
kapitalizmin yeni bir aşamasını, küreselleşmeyi yepyeni bir özgürlük kavramı
olarak boyayıp piyasaya rakipsiz olarak sundular-öyle ki küresel kapitalizme,
serbest piyasa ekonomisine karşı çıkmak utanılacak bir şey haline getirildi.
Medya çokuluslu şirketler ve bu şirketlerden rant sağlayan devletler tarafından
en büyük denetim ve kontrol mekanizmasına dönüştürüldü.
Tarihte, kamuoyunun iktidarlar üzerinde etkili olmaya başlamasını sağlayan
medya artık sistemin kamuoyunun belleğini denetim altında tutmaya yarayan
bir araç olarak kullanılmaya çalışılıyor. İletişim teknolojilerinin gelişmesi
televizyon, internet gibi araçların yaygınlaşmasını ve bir ihtiyaç haline
getirilmesini yanında getirdi. Medyanın hayatımızda kapladığı yer her geçen
gün artarken, medya bir sektör olarak büyümeye başladı. Bu büyüme medyada
sermaye yoğunlaşmasının sonucu olarak karşımıza çıkıyor.
Bugün medya sahipleri genellikle gazeteciler, televizyoncular ve radyocular
değil. Medya sahipliğinin büyük sermaye elinde toplanmasının ve tekelleşmesinin
bir sonucu olarak, medya artık tamamen bu sınıfın çıkarları etrafında şekilleniyor.
Yüzyılın başından beri ortaya çıkan iletişim kuramlarının bir çoğu mesajda
etkiyi ele alıyor. Yani iletişim olgusunun altyapısını es geçip tamamen
izleyici üzerinde kurduğu manipülasyonu ölçüyor. Medyada mülkiyet ilişkileri
her zaman üstü örtülen oluyor. Haberleri hazırlayan medya çalışanları da
aslında ezilen sınıfın bir parçası olmasına rağmen çalıştıkları kurumun
çıkarına hizmet edecek şekilde haber hazırlamak zorunda kalıyorlar. Ortaya
çıkan sonuç muhtemelen kendi kendilerini ya da birbirlerini manipüle eden
bir toplum oluyor.(Bkz: 1984 çiftdüşün)
Haberlerde kullanılan dil bir olayı algılamamızda etkili olmakta. Örneğin
Irak savaşı süresince yapılan haberleri düşünün; bir çok medya organında
ABD ve İngiltere işgal kuvvetleri değil koalisyon güçleri olarak geçiyordu.
Irak'taki savaş ise savaş değil sadece "barış için bir müdahale" idi.
(Bkz: 1984, "Savaş Barıştırır"). Hatırladığım en yakıcı iki örnek
Hürriyet gazetesi ve Haber Türk'ün yayınları, Hürriyet gazetesi bir haberinde
üst başlık olarak şu söylemi kullanıyordu : "Çuvalı unuttuk, Irak'ın
geleceği için ABD-Türkiye elele". Haber Türk ise kamuoyunu medyanın
savaş çığırtkanlığına rağmen çok ciddi biçimde etkileyen savaş karşıtı
harekete savaş açmıştı, Haber Türk ekranında tüm gün gördüğümüz başlık "Manken-islamcı-solcu
ittifakı" idi.
Medyanın gerçek sorunların üstünü örtmekteki etkisi sadece savaşla sınırlı
değil. Dünyanın büyük bir bölümünün en büyük sorunu yoksullukken, televizyonlarda
yoksulluğu en üst noktasında yaşayan insanları dramatik bir müzik eşliğinde
gözyaşlarıyla izlerken yapılmaya çalışılan kendi halimize şükredip çenemizi
kapatmamız. Bir yandan da bu insanlar için yardım kampanyaları yapan "hayırsever" medya
organları ve zenginlerimiz ise bize bu konuda ne kadar "duyarlı" olduklarını
gösteriyorlar oysa azınlık olan bir sınıfın zenginliğinin, çoğunluğun yoksulluğu
üzerinde yükseldiği gerçeğinin üzeri örtülüyor. Manipülasyonun tek boyutu
haberler de değil, kapitalizm bütün dünyada sosyal kazanımları yok ederken,
ekonomik saldırının ve sömürünün boyutları her geçen gün daha da artarken,
bizim sorunlarımız Caner'le Tülin'in evliliği, Bayhan'ın katilliği düzeyine
indirgenmeye çalışılıyor.
Neyse ki 1984'ün karanlık dünyasına göre bir avantaja
sahibiz. Bugün dünyada Winston Smithler'in sayısı daha fazla. Winston günlüğüne
şöyle yazıyordu:"Kahrolsun
Büyük Birader". Bugün dünyada milyonların belleği yoğun manipülasyon
karşısında diri kalmayı başarıyor, küresel kapitalizm kendi karşıtlarını(winstonları)
yaratıyor. Bugün dünyada milyonlar aynı anda savaşa karşı, kapitalizme
karşı sokaklara dökülebiliyor, Dünya Sosyal Forumlarında sermayenin iktidarı
dışında yatay iktidar odakları yaratabiliyor.
Medya temsil ettiği çıkarlara ters olmasına rağmen bunu görmezden gelemiyor.
Medya artık insan belleğini denetleyemiyor, denetleyemezdi de zaten. Winston'unkini
denetleyemediler. 1984, bu kara-ütopya sadece bir tehlikeyi resmediyor,
yazıldığı günün koşulla-rından yola çıkarak olmaması gerekeni anlatıyor.
Yarını resmetmek bizim elimizde, günümüzün doğruluk bakanlığı karşısında
sokakta gerçeği görmek elimizde, Okyanusya'yı yok etmek elimizde, başka
bir dünyayı yaratmak elimizde.
Irmak Özinanır
Kıbrıs’ta ABD protesto edildi
Lefkoşa'da 24 Kasım, Çarşamba akşamı Beer Garden önünde buluşan ve Pizza
Pronto önüne kadar yürüyen gençler, ABD askerlerinin Irak'taki operasyonlarını
kınadı
Eylem sırasında oluşturulan simgesel mahkemede, "Sam Amca" yargılandı
ve suçlu bulunarak, T-shirt üzerinde çizilmiş temsili bir resmi yakıldı
Eylem sonrası polis eylem alanında daha önceden tanıdığı Kıbrıslı Rumlara
kimlik sorarak tacizde bulundu. Eylem alanından bulunun kimi Kıbrıs Rumlar
da dönüşte sivil polisler tarafından kaba bir bir şekilde yeniden kimlik
kontrolüne tabi tutularak taciz edildi
Sosyalist işçi’nin Kıbrıs’ta ki kardeş örgütü İşçi Demokrasisi temsilcisi
Dinos Ayiomamidis, iki toplumlu etkinliklerde, Kıbrıslı Rumlara yabancı
muamelesi yapıldığını, etkinliklere katılmalarına engel olunduğunu ve bu
durumu şiddetle kınadığını söyledi. Ayiomamidis, "kendi ülkemizde
bu tür eylemlerde bulunamıyoruz. Kıbrıslı Türklerin bu tür demokrasiyi
kabul ettiğine inanmıyorum" dedi.
20 Kasım neyi gösteriyor?
Aslında 20 Kasım Emek Platformu eylemi açık bir
gerçeği bir kere daha gösterdi.
80 ila 100 bin arasında emekçi Ankara’ya geldi. Ortak bir ruh haliyle.
Mücadele etmek istiyorlardı. Sloganlar ortakdı, talepler ortakdı.
Ama sol her zamanki gibi bu havanın tamamen dışındaydı. Yürüyüşün arkasında
toplam 2000 - 2500 kişi. Sayısız gruba bölünmüş halde. Hepsi birbirini
sayıyor, kaç kişi diye! Oysa ne önemi var. İşte toplam yüzde 2. En kalabalık
olan binde 5. Yaklaşık seçim sonucu. Bir grup diğer gruptan büyük olsa
ne olur. Bir grup diğer gruptan söz gelimi 10 kere daha büyük olsa ne fark
eder. Aradaki fark sayıyla ifade edildiğinde 100 - 150 kişi.
Peki ne yapmak lazım. Açık ki bu sekter sol ortamdan çıkıp harekete bakmak
gerekiyor.
İşçilerin, emekçilerin, toplumun genel havasına katılmak gerekiyor.
Yürüyüşteki işçiler Sosyalist İşçi’yi sevgiyle karşıladılar. Kapaktaki
Irak Halkı Direniyor sloganına katıldılar.
Yapılması gereken açık ki bu emekçilerle buluşmak, bir araya gelmek ve
emeğin güçlü sesini inşa etmek için kolları sıvamak.
C. GENÇ
sosyalist işçi
ne savunuyor?
Aşağıdan sosyalizm
-Kapitalist toplumda tüm zenginliklerin yaratıcısı işçi sınıfıdır. Yeni
bir toplum, işçi sınıfının üretim araçlarına kolektif olarak el koyup üretimi
ve dağıtımı kontrol etmesiyle mümkündür.
Reform değil, devrim
-İçinde yaşadığımız sistem reformlarla köklü bir şekilde değiştirilemez,
düzeltilemez.
-Bu düzenin kurumları işçi sınıfı tarafından ele geçirilip kullanılamaz.
Kapitalist devletin tüm kurumları işçi sınıfına karşı sermaye sahiplerini,
egemen sınıfı korumak için oluşturulmuştur.
-İşçi sınıfına, işçi konseylerinin ve işçi milislerinin üzerinde yükselen
tamamen farklı bir devlet gereklidir.
-Bu sistemi sadece işçi sınıfının yığınsal eylemi devirebilir.
-Sosyalizm için mücadele dünya çapında bir mücadelenin parçasıdır. Sosyalistler
başka ülkelerin işçileri ile daima dayanışma içindedir.
-Sosyalistler kadınların tam bir sosyal, ekonomik ve politik eşitliğini
savunur.
-Sosyalistler insanların cinsel tercihlerinden dolayı aşağılanmalarına
ve baskı altına alınmalarına karşı çıkarlar.
Enternasyonalizm
-Sosyalistler, bir ülkenin işçilerinin diğer ülkelerin işçileri ile karşı
karşıya gelmesine neden olan her şeye karşı çıkarlar.
-Sosyalistler ırkçılığa ve emperya-lizme karşıdırlar. Bütün halkların kendi
kaderlerini tayin hakkını savunurlar.
-Sosyalistler bütün haklı ulusal kurtuluş hareketlerini desteklerler.
-Rusya deneyi göstermiştir ki, sosyalizm tek bir ülkede izole olarak yaşayamaz.
Rusya, Çin, Doğu Avrupa ve Küba sosyalist değil, devlet kapita-listidir.
-Sosyalistler bu ülkelerde işçi sınıfının iktidardaki bürokratik egemen
sınıfa karşı mücadelesini destekler.
Devrimci parti
-Sosyalizmin gerçekleşebilmesi için, işçi sınıfının en militan, en mücadeleci
kesimi devrimci sosyalist bir partide örgütlenmelidir. Böylesi bir parti
işçi sınıfının yığınsal örgütleri ve hareketi içindeki çalışma ile inşa
edilebilir.
-Sosyalistler pratik içinde diğer işçilere reformizmin işçi sınıfının çıkarlarına
aykırı olduğunu kanıtlamalıdır.
-Bu fikirlere katılan herkesi devrimci bir sosyalist işçi partisinin inşası
çalışmasına omuz vermeye çağırıyoruz.