Sosyalist İşçi 228 (9 Aralık 2004)

 

Sayfa 3:

BAŞYAZI

Avrupa Birliği Emekçiler için değil

Bir hafta içinde AB Bakanlar Kurulu Türkiye ile üyelik görüşmelerinin başlayıp başlamayacağına karar verecek. AKP hükümeti işbaşına geldiğinden bu yana Türk sermaye sınıfının istekleri doğrultusunda Avrupa Birliği’ne Türkiye’nin katılması için yoğun bir çaba harcadı.
Bir denilen iki edilmedi. Toplumda öyle bir hava var ki Türkiye AB’ye gireceği için demokratikleşiyor, daha insani koşullara ulşıyor. Daha girme çabasındayken durum böyle olursa bir de girince neler olacak?
Büyük yığınların büyük beklentileri var. AB’ye girince Türkiye çok daha demokratik olacak, zenginlik artacak, işsizlik bitecek.
Oysa bunlar büyük bir hayal. Türkiye’nin AB’ye girmesi bir yana yaklaşması bile esas olarak yeni-liberak politikaları en yoğun bir biçimde kabul edip uygulamasına bağlı. Yeni liberal politikalar ise esas olarak tüm kamu hizmetlerini, kamunun elindeki tüm şirketleri pazara açmak. Yani işsizlik ve yaşamın daha da pahalılaşması.
Türkiye AB’ye daha yakınlaştıkça AB’nin talepleri daha da artacak. Kemerler sıkılacak, emekçiler çok daha zor koşullar yaşayacak.
Demokrasiye gelince, bilmek lazım ki hiç bir demokratik hak tepeden gelmez.
AB’ye girmek emekçiler için değil, sermaye sahipleri için, patronlar için gerekli. Bu nedenle sosyalistler AB’ye hayır diyor.


Irak direnişi
Direnişleri bizim de direnişimiz

Felluce’de, Musul’da, Bağdat’ta direnen Iraklı aynı zamanda Türkiyeli emekçi için de direniyor.
Irak direnişinin yenilgisi, dünyanın her yerinde emperyalizmin tam hakimiyeti demektir. Dünyanın her yerinde pazar ekonomisinin en keskin biçimde uygulanması demektir. Bu nedenlerle Irak direnişini desteklemek aynı zamanda yeni liberalizme karşı da mücadele etmektir.
ABD Irak’ta hergün biraz daha batıyor. Direniş her gün güçleniyor. Ancak direnişin kazanması için büyük bir uluslararası destek gerekir. Savaş karşıtı harekete bu nedenle büyük görev düşüyor.
Giderek kimi ülkelerde politik sese de sahip olmaya başlayan savaş karşıtı hareket bir yandan, Irak direnişi diğer yandan ABD emperyalizmini Irak’da yenilgiye uğrattığında dünya halklarının önü Latin Amerika’dan Afrikaya, Asya’dan Avrupa’ya kadar açılacaktır.

SSK
Özelleştirmeyeceğiz!

AKP iktidarı tüm sağlık hizmetlerini özelleştirmeye hazırlanıyor. SSK hastanelerinin devri bu planın ilk adımı.
Sağlık hizmetlerinin bütünüyle özelleştirilmesi tüm emekçi halk için bir felaket olur.
Sendikalar, emekçi örgütleri, sosyalistler şimdi bütün olanakları ile AKP’nin bu planını en geniş yığınlara naltamalıdır. Sağlıkta özelleştirmeye karşı dişe diş bir mücadele gerek. Bu özelleştirmeye geçit vermemek gerek.



“Yığınlar nerede?”
Savaş karşıtı hareket içinde, özellikle Türkiye’de bir tartışma var. Bazıları nerede bu savaşa karşı çıkanlar diye soruyorlar. Hemen her eylemden sonra katılım lüçük bulunuyor ve hayıflanılıyor.
Burada iki soruna değinmek gerekir. Birincisi gerçekten de sık sık “basın açıklamaları” yaparak sokağa çıkmanın bir yararı yok. Savaşa karşı çıkan büyük yığınlar her önemli ya da önemlice olayda protesto etmek için sokağa çıkamazlar. Böylesi bir tutum ancak profesyonel politikacıların işi. Zaten bu nedenle de sık sık yapılan “basın açıklaması” türü gösterilere sadece çeşitli örügtlerin bindirilmiş hazır kıtaları, ve hatta onlarında ufak bir kısmı gelmekte.
Ancak savaş karşıtı hareketin eriyip yok olduğunu bu “basın açıklamaları”nın küçüklüğü ne bakarak söylemek yanlış olur.
Hareketin gerilediğini söyleyenler daha büyük eylemleri de, örneğin 15 Şubat’la karşılaştırarak küçümsüyorlar.
Bilindiği gibi, 15 Şubat’ta, dünyanın her tarafında, yüzlerce kentte, milyonlarca insan ABD’nin Irak’a savaşına karşı çıktı. Roma’da, Londra’da 2’şer milyon, Barcelona’da, Madrid’de birer milyon, Almanya’nın bir çok kentinde, Paris’te yüzbinler sokağa çıktı.
Bugün gösterilere katılım elbette bu sayılara ulaşamıyor.
Ancak bu sayısal farka bakarak da savaş karşıtı hareketin gerilediğini söylemek mümkün değil.
Eğer, bugünkü gösterileri 15 Şubat ile değil fakat 2002 Aralık ayı ile karşılaştırırsak, büyük bir ilerleme var. 2002 Aralık ayında savaş karşıtı hareket dünya çapında yeni yeni mücadele sahnesine çıkıyordu.
Şimdi, yeni bir dev harekete çıkacak olanları hazırlayan, örgütleyen çok daha geniş bir kesim var. Bu nedenle hareket gerilemedi, tam tersine güç kazanıyor.
Türkiye için de aynı şeyi söylemek mümkün. 1 Aralık 2002, savaşa karşı ilk gösteriydi. Katılım oldukça düşüktü ama bir ilk olduğu için önemliydi, çok önemliydi. 1 Mart gösterisi hareketin en yüksek olduğu noktaydı. Ondan sonra sadece,NATO zirvesi nedeniyle sürdürülen “Gelme Bush” kampanyası aynı sayıya ulaştı.
Ancak bugün, savaş karşıtı hareketi inşa eden güçler 1 Aralık’a oranla çok daha örgütlü, çok daha yaygın ilişkilere sahipo ve sonuç olarak daha güçlü.
Peki neden katılım küçük?
Yukarıda da değindiğimiz gibi hemen her hafta yapılan “basın açıklamaları”na büyük kalabalıkların katılması mümkün değil. Bu nedenle ya bu tür eylemlerden vaz geçmek gerekir ya da yapılmaya devam ediliyorsa şikayet etmemek gerekir.
Öte yandan Türkiye’de büyük yığınların eylemlere katılmakta zorlandığı biliniyor. Devletin kolluk kuvvetlerinin kullandığı aşırı şiddet, bu güçler tarafından yaratılan terör ortamıkatılımı azaltıyor. İnsanlar demokratik tepkilerini dile getirmekten çekiniyorlar. Bir de buna solun sekter tutumları eklenince katılım doğal olarak daha da azalıyor.
Sık sık yapılan ve her biri sol grupların bayrak yarışı içinde geçen gösterilerde bu grupların üyesi olamayan sadec vatandaş için katılım olanaksız.
Büyük gösterilerde de durum aynı. Arka arkaya dizilen, çoğu askeri disipline sahip, çoğu gösterinin ana amacı yerine “Mahir, Hüzeyin, Ulaş” türünden sloganlar atan kortejlerde felluce’deki katliama kızan, sesini duyurmak isteyen bir ev kadınına, bir emekliye, sol siyasetlerden birisinin militanı olmayan bir kişiye yer yok.
Bu durum değişmedikçe de katılımın azlığından hep şikayetçi olacağız.
Son iki yıldır Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu kortejleri farklı bir havaya sahip ve bu nedenle katılımı giderek çoğalıyor. Çünkü yürüyüşe gelip katılmak isteyen sol örgüt militanı olamayanlar ancak orada kendilerine bir yer bulabilmekteler.
Küresel BAK kortejinde sosyalistler, anti-emperyalistler ve barış yanlıları yan yana, birliket yer alıyorlar. Birliket oturup, koşuyorlar. Savaşa karşı, emperyalist işgale karşı birlikte ses çıkarıyorlar.
Önümüzdeki dönemde savaş karşıtı hareket için önemli bir tarih var: 19 Mart 2005 gösterisi.
19 Mart ABD ve ortaklarının Irak’a saldırısının yıldönümü. Uluslararası hareket aldığı bir dizi kararla bu gösteriye hazırlanıyor. Avrupa Sosyal Forumu bu gösteriyi onayladı. Şimdi yerel savaş karşıtı platformlar, koalisyonlar, örgütlenmeler aynı kararı alıyor. Birçok ülkede gösterinin yeri ve saati bile belirlendi. Bildiriler, çağrılar, afişler çıkmaya başladı. Önümüzde 3.5 ay var. 3.5 aylık yoğun bir faaliyet ciddi güçlerin bir araya gelmesi için yeterli bir zaman.
Türkiye’de de aynı tutum içinde olmalıyız. Ne yazık ki Türkiye’de solun geleneği bu konuda da olumsuz. Hatırlanacağı gibi 27 Haziran gösterisinin yeri ve saati 25 Haziran günü belli olmuştu. Sonuç olarak iki günde ancak örgütlü sosyalist militanlar gösteriye katılabildi. Savaşa karşı olan, Bush’un Türkiye’ye gelmesine karşı olan büyük çoğunluk 27 Haziran gösterisine katılamamıştı.
Bu kez de böyle olmamalı. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu en kısa zamanda gösterinin yerini, saatini ilan etmeli, bildiriler, çağrılar ve afişler çıkmalı ve gösterinin inşaasına başlamalıyız. Bütün bunlar gerçekleşirse ve katılım gene düşük, çok düşük olursa o vakit savaş karşıtı hareketin momentinin kaçtığı iddiası biraz daha fazla haklılık kazanır.
Şimdi bize düşen görev 19 Mart gösterisini inşa etmektir. Merkezi ve yerel düzeylerde ABD’nin Irak’ı işgalinin boyutlar, maliyeti anlatılmalı, savaşa karşı yığınlar çevreleri ile birlikte, 19 Mart’ta “ABD Irak’tan defol” demek için gösteriye katılmaya çağırılmalıdır.
Yoğun bir kampanya ile Küresel BAK savaş karşıtı hareketin gücünü herkese bir kez daha gösterebilir.