Sosyalist İşçi 229 (13 Ocak 2005)

 

Sayfa 15:


Kitle grevi işçi sınıfını daha da güçlendirir

Yüzyıl önce Rusya'da gerçekleşen bir devrimden ne öğrenebiliriz? 2005 yılında yaşadıklarımızdan çok uzakta bir olay olarak görünüyor. Oysa, 1905 yeni bir işçi sınıfının ortaya çıkışıdır.
Çok uluslu bir işçi sınıfı St Petersburg'da, Moskova'da, madenlerde ve tekstil sanayiinde en önde kadınlar olmak üzere ortaya çıkıyordu.
Bir devrim deneyi bu koca yığını bir sınıfa dönüştürürken toplumdaki yerini ve onu nasıl değiştirebileceğini anlatıyordu.
Rosa Lüksemburg Alman sosyalist hareketinin önderlerinden birisiydi ama büyük çoğunluğu Rus imparatorluğunun sınırları içinde olan Polonya'da doğmuştu
Varşova'ya döndüğünde 1905 devrimini yaşadı. Yaşadığı deneyi Kitle Grevi adlı bugün de okunması gereken küçük bir kitapçıkta anlattı.
1905'e kadar devrimciler kaçınılmaz olarak en önemli devrime, 1789 Fransız Devrimi'be bakıyorlardı. Ama O, kapitalist sınıfı iktidara getirmiş olan bir devrimdi.
Büyük bir darbe vurmadan kapitalistler ekonomik ve ideolojik egemenliklerini ari,stokrasi üzerinde de oluşturdular. İktidar eski egemen sınıfın, aristokrasinin elinden kayıyordu. Gelişmeler hızla sokak çatışmalarına, ayaklanmaya doğru ilerliyordu.
Genç burjuvazi yada kapitalist sınıf gibi işçi sınıfının büyük bir ekonomik gücü yoktu. Yaşamımızı etkileyen düşünceler kapitalistlerin genel kabul gören fikirleriydi.
İşçi sınıfının genel grev boyunca kendisiiçin bir sınıf haline gelmesi Rosa Lüksemburg'un 1905 devriminden çıkardığı sonuçtu. Değişim için kollektif eylemin gereğinin farkına varıyordu.
"Bugün, işçi sınıfının kendisini eğitmesi, örgütlemesi ve yönetmesi gereken bir dönemde, bir devrimci durumda, devrim sadece var olan devlet iktidarına karşı değil kapitalist sömürüye karşı olduğu zaman, kitle grevleri en geniş proleter yığınları eyleme çeken, onları devrimcileştiren ve örgütleyen en doğal yoldur.
"Aynı zamanda, hem devlet iktidarını yıkmanın hem de kapitalist sömürüyü durdurmanın yoludur.
"İşçi sınıfının herhangi bir doğrudan politik eyleme girebilmesi için her şeyden önce kendisini bölen, fabrikalar, işyerleri, madenler arasındaki sınırları ortadan kaldırmalıdır.
"Dolayısıyla, kitle grevi bütün büyük devrimci proleter eylemlerinin doğal olarak kendiliğinden biçimidir."
Rusya'da kitle grevi ekonomik konularla başladı, Çar'a karşı politik bir çıkışla devam etti ve mücadeleye kendi taleplerini getiren yeni katmanları kazandı. Topluma giderek daha ve daha fazla yerleşti. Lüksemburg şunları söylüyor:
"Bu ilk doğrudan genel eylem bir elektrik şoku gibi ... milyonlar ve milyonlar arasında ilk sınıf bilincini oluşturuyor...
"Şurada sekiz saatlik işgünü için mücadele ediliyor, orada parça başına işe karşı direniliyor, burada bir acımasız usta başına karşı, bir başka yerde istenmeyen cezalara karşı mücadele ediliyor, heryerde daha iyi ücret isteniyor, ve şurada, burada ev işine karşı çıkılıyor."
Mücadelenin odağı politik konulardan ekonomik konulara ve sonra tekrar geriye dönüşüyor giderek daha ve daha çok insanı kapsıyor ve genel, devrimci bir kimlik oluşturuyor.
Grev komiteleri birleşerek bütün bir kasabayı, kenti yönetmeye başlıyor. Tusya'da köylü ayaklanmalarına neden oldu ve Çarın baskısı karşısında özgürlük isteyen orta sınıf entelektüelleri arasında destek kazandı.
Lüksemburg Almanya'da benzer bir sürecin köhnemiş sendika bürokratlarını ve sosyalist hareketi kontrol eden yöneticileri silip süpüreceğine inanıyordu.
Ne var ki deney bunun otomatik olmadığını gösterdi. Sonuç, bürokrat yöneticilerine karşı güçlü bir taban hareketine ve uzlaşma yerine sınıf mücadelesi diyen bir devrimciler ağına ihtiyaç olduğunu gösterdi.
Bugün dünyanın birçok köşesinde dev bir işçi sınıfının ortaya çıkışını görüyoruz.
İtalya'da geçici işçiler, emekliler, öğrenciler ve işsizler sendikalı işçilerin mücadelesine katılınca genelleşmiş grevler görüyoruz. Bolivya'da, Ekvator'da ve Peru'da kitle grevleri köylülerin ve yerlilerin ayaklanmaları ile birleşiyor.
İngiltere'de savaşa karşı mücadeleye atılmış ama henüz genel bir mücadelede birleşmesi gereken bir işçi sınıfı var.
Rosa Lüksemburg Kitle Grevi, kitabını Marksın "işçi sınıfının kurtuluşu kendi mücadelesinin eseridir" merkezi vurgusunu güçlendirmek için yazdı.
Devrimci bilinç bu sınıfın özgürlükler için mücadelesinin sonucu olarak ortaya çıkar.
1905 Devrimi'ni bir tarih dersi olarak okumayın. Kitle Grevi'ni okuyun ve hazırlanın. Böylesi bir sınıf mücadelesinin koşulları dört bir yanımızı çevirmiş durumda.

Chris BAMBERY
Sosyalist İşçi’nin İngiltere’deki kardeş gazetesi Socialist Worker’ın editörü.


1905'in bolşeviklere öğrettikleri

1905 devrimi, devrimci işçi partisi için de büyük bir eğitim oldu. Devrim, teorilerin ve programların en iyi sınandığı yerdir. Her türlü siyasi belirsizliği ve kurguyu yıkar. Çünkü devrim, ideolojik bir uzlaşmazlık gerektirir. Öncü işçilerin bilinçlerini tek düzelikten, ataletten ve kararsızlıktan kurtarır. Aynı zamanda, mücadelenin uğradığı ani değişiklikler açısından, partiden üstün taktiksel beceriler ve hareketin hızla değişen gereklerine uyabilirlik talep eder.
Devrim sadece öncü partinin sınıfla ilişkisini değil, aynı zamanda parti önderinin partiyle ilişkisini açığa çıkarır. Lenin'in 1905'de partinin kendi kanadının içindeki önderliği tartışma götürmeyecek kadar kesindir. Fakat bu gene de aralıksız bir düşünce ve örgütlenme gayreti gerektirdi - bir bakıma, Lenin hergün liderliğini yeniden kabul ettirmek ve partiyi yeniden kazanmak zorundaydı. 1905'i düşündükçe, ve 1917'yi hatırladıkça, Lenin olmasaydı o zaman leninistlerin önderliği nasyl olurdu konusunda herhalde çok ilginç şeyler yazılabilir. Eğer 1905 bolşevikleri çelikleştirdiyse, Lenin'i hepsinden çok çelikleştirmiştir.
Tony Cliff
Lenin, Cilt 1, Partinin İnşası



NOTLAR
Avrupa birliği üzerine bir-iki düşünce...

Avrupa Birliği’ne ilişkin bir dizi yanlış kanı var. Bunları düzeltmek gerekiyor.
Bunların başında Avrupa solunun Türkiye’nin Avrupa’ya girişini desteklemiş olması geliyor.
Doğru. Sol esas olarak Türkiye’nin Avrupa’ya girişine olumlu destek verdi çünkü karşılarında Türkiye’nin Avrupa Birliğine girişine ırkçı temellerde karşı çıkan bir sağ vardı. Avrupa solu ırkçılığa karşı alınabilecek olumlu tavrı aldı.
Ne var ki Avrupa solu, Avrupa Birliği’ne evet demiyor. Sosyalist sol çeşitli dönemlerde kendi ülkelerinin AB’ye karılması sırasında AB’ye karşı tutum aldı. Ne var ki onların AB’ye katılması sürecinde karşılarında ırkçı bir hayır cephesi yoktu.
Avrupa sosyalist solu bütçe açığının %3’ten aşağıya çekilmesi sırasında da hemen hemen bütünüyle AB’ye karşı tutum aldı.
Şimdi ise Sosyalist sol artık AB’ye katılmış olan ülkelerde faaliyet sürdürüyor ve bu nedenle hala AB’ye hayır demeleri gerekmiyor. Ancak önemli bir kısmı eğer yeni bir referandum vs olsa AB’ye hayır diyecektir.
Bu nedenlerle Avrupa solu ile aynı yerde durmak AB’nin içinde değil, esas olarak dışında mümkündür.

İkinci bir nokta ise Avrupa’nın köklü demokrasi geleneği efsanesi. Bu Avrupalıların çok zaman ABD’ye karşı da savundukları bir tezdir.
Avrupa Amerika’dan daha eski bir uygarlıktır ve daha demokratiktir.
Daha eski bir uygarlık olduğu elbette doğru ama daha demokratik olduğu sadece bir efsane.
Çok değil, 50-60 yıl önce bir dizi Avrupa ülkesi faşizm altındaydı. Almanya’da Naziler, İtalya’da faşistler dünyaya kan kusturuyorlardı.
Yahudi katliamı, Roman katliamı çok değil, 50 yıl önce gerçekleşti. Bedensel veya zihinsel özürlülerin imhası da gene Avrupa’da yaşandı.
Faşizmi bir yana bırakırsak, Cezayir bağımsızlık savaşını hatırlayalım. Fransa’da Araplara karşı oluşturulan ırkçılık, Cezayir’de ki vahşet, Fransız solu içinde Cezayir bağımsızlık hareketinden yana olanlara karşı uygulanan şiddet veya Basklılara, İrlandalılara karşı İspanya ve İngiltere’de hem geçmişte hem de günümüzde yapılanlar demokrasi olarak adlandırılabilir mi?
Polisin grevlere ve gösterilere karşı uyguladığı şiddet veya hapishanelerdeki ölümler, işkence. Avrupa bunlardan arınmış toplumlardan mı oluşuyor?
Yabancı düşmanlığı, “Avrupa Kalesi”, yani Avrupa’nın göçmenlere karşı kapılarını sıkı sıkaya kapatması.
Bütün bunlar Türkiye’ye oranla göreceli olarak daha az olabilir ama yok olarak görülemez. Dolayısıyla Avrupa üzerine boş bir hayale kapılmamak gerekir.

Avrupa Birliği’ni oluşturan ülkelerin işçi sınıflarının kazanımlarının ise oldukça çok olduğunu görmek gerekir. Bu kazanımlar bu toplumların göreceli olarak “daha demokratik” olmalarına yol açıyor.
Bunun bir sonucu olarak AB’nin Türkiye’den siyasal taleplerini desteklemek gerekir
“Kıbrıs’ı tanıyın ve Kıbrıs’tan çıkın”, desteklemek gerekir!
“Ermeni katliamını tanıyın”. Desteklemek gerekir.
“Kürt sorununa barışçı bir çözüm bulun.” Desteklemek gerekir! vb
Kısacası, Türkiye’de demokratik hakların genişlemesi doğrultusundaki her adımda açıkca tutum almak ve siyasal demokrasinin gelişmesi için mücadele etmek gerekir.
Örneğin AB’ye evet diyenlerle birlikte Türkiye Kıbrıs’tan derhal çıksın kampanyası yapabiliriz. Ermeni katliamı konusunda da derhal bir kampanyaya başlayabiliriz. Bunlar AB’ye giriş sürecini hızlandırı mı yoksa hızlandırmaz mı, o başka sorun.
Çünkü AB’nin asıl derdi bunlar değil. AB, Türkiye’den bir dizi ekonomik tedbir bekliyor ki (içme suyunun fiyatının 3 misli artması gibi) asıl karşısına geçip mücadele edilmesi gereken alan o.

Sinan BULUT