Sosyalist İşçi 229 (13 Ocak 2005)
Sayfa
3:
BAŞYAZI
Protesto mu, kazanmak için mücade mi?
Önümüzde bir dizi mücadele var. Sağlığın özelleştirilmesi bunlardan birisi. Emek hareketi bu mücadelede eksik davrandı.
Uzunca bir süredir emek hareketi kazanmak için değil, protesto etmek, kınamak için harekete geçiyor. İkisi arasında dağlar kadar fark var.
Kazanmak için harekete geçenler önce tartışırlar. Tartışmayı bütün topluma yaymaya çalışırlar.
Emek hareketinin tartışması bildiri dağıtımı ile, yüzlerce, binlerce toplantı yaparak olur.
SSK’ların Sağlık Bakanlığına devredilmesi öncelikle milyonlarca ve milyonlarca bildiri ile halka anlatılmalıydı. Yüzbinlerce afiş ile AKP hükümetinin planı teşhir edilmeliydi. Çok somut malzemeler halka ulaştırılmalıydı.
Her mahallede, her işyerinde, her okulda, kentte, kasabada toplantılar yapılmalıydı. Yani binlerce, onbinlerce toplantı yapılmalıydı.
Bütün bunlardan sonra tasarı ortaya çıktığında ya da meclise geldiğinde bütün o anlatılanlara dayanarak harekete geçmek gerekirdi.
İşte o vakit yüzbinler harekete geçmiş olurdu.
Oysa emek hareketini oluşturan örgütlenmeler bunlardan hemen hiçbirini yapmadan, sadece gösteri düzenleyerek taslağa karşı çıktılar, çıkıyorlar. Böyle olunca da gösteriler cılız, çok cılız oluyor. İşte, kazanmak yerine protesto etmek bu.
Emek hareketinin en önemli örgütü KESK. KESK, bugün çeşitli yönlerden saldırı altında. Kamu Personel Yasası, Eğitim-Sen’in kapatılmak istenmesi son derece önemli adımlar.
AKP hükümeti bu alanlarda durdurulamazsa KESK biter. KESK’in bitmesi emek hareketinin çok ama çok ağır bir darbe alması demektir.
Bu aşamada keskin solculuğa gerek yok. Keskin sirke küpüne zarar verir. Eldeki küp zaten çok yıpranmış durumda.
Şimdi, hiç değilse şimdi kazanmak için harekete geçmek gerekir.
Eğitim-Sen’in kapatılması için açılan davayı tersine çevirmek mümkün. KESK AKP hükümetini eğitimi özelleştirdiği için yargılayabilir.
Kapsamlı bir biçimde eğitimin nasıl özelleştirildiği anlatılabilir. SES, sağlığın nasıl özelleştirildiğini anlatabilir. Tüm Haber Sen posta hizmetlerinin nasıl özelleştirildiğini anlatabilir. Bütün bu sendikalar, bu özelleştirmelerin sonuçlarını, halka etkilerini anlatabilirler.
Bu yapılamadan Eğitim-Sen’i, KESK’i savunmak mümkün değil.
Oysa kazanabiliriz. Yeter ki halka güvenelim, yeter ki kazanmak için mücadel edelim.
Tartışılan reform mu,
devrim mi sorunudur
Hareket daima önündeki sorunları çözerek yürümek zorunda. Bugün uluslararası çapta hareketin önündeki temel sorun savaş karşıtı hareketin durumu.
Kimilerine göre hareket gerilemekte. Bunu söyleyenler 15 Şubat ile günümüzün koşullarını karşılaştırıyorlar. 15 Şubat’ta bütün dünya çapında yüzlerce kentte milyonlarca insan “biz bu savaşı durdurabiliriz” inancıyla sokağa çıkmıştı.
Savaş karşıtı hareketin muazzam gücü ve yaygınlığında kuşkusuz ki bu inancın büyük payı vardı.
ABD’nin ve İngiltere’nin savaş gerekçesi olarak öne sürdükleri o denli zayıf iddialardı ki, insanlığın çoğunluğu savaşı durdurabileceğine, Bush ve çetesinin yüzsüzce Irak’a saldıramayacağına inanıyordu.
O günlerde 7 yaşındaki çocuklar bile savaşın asıl nedeninin Amerika’nın dünya hegemonyası kurmak istemesi olduğunu biliyor ve petrol için savaşılacağını söyleyebiliyordu.
Bombardımanın başladığı gün gene milyonlarca insan sokaklardaydı. Öfke ve üzüntü ile. Çaresizce. O denli güçlü bir inançla yapılan eylemlere rağmen Bush ve çetesi gene de saldırmıştı.
Sonra savaş kısa sürdü. ABD Irak ordusunu kolayca ezdi. Hatta denebilir ki bir iki istisna dışında Irak ordusu direnmedi ve çözüldü.
Savaş karşıtları açısından biraz umutsuz bir manzara vardı ortada.
Hareketi nasıl inşa ettik?
Hareketin “biz bu savaşı durdurabiliriz” noktasına gelmesi kolay olmadı. Uzun tartışmalar yaşandı. Hareketin büyükce bir kısmı savaş karşısında ikircikli bir tutuma sahipti. Bush’a karşı diğer alternatifin Saddam olması, Saddam’ın elki kanlı bir diktatör olması durumu karıştırıyordu.
Nitekim daha önceki Körfez savaşlarında, daha sonra hareketi oluşturan güçlerin önemli bir kısmı tarafsız davranmaya çalıştı. Bir kısmı ise ABD saldırısına karşı çıktı ama her iki lafın birinde Saddam’a da karşı olduğunu tekrarlama ihtiyacı duydu.
Bu nedenlerle ilk Körfez savaşlarında güçlü bir savaş karşıtı hareket oluşamadı.
Kimileri işi iyice ileri götürerek İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’yı bombalayan ve örneğin Dresden’de onbinlerce sivili öldüren Müttefik güçlerinin bombalarının Almanya’ya özgürlük getirdiğini, Körfez Savaşı’nda da ABD uçaklarının Kuveyt’e ve Irak’a özgürlük götürdüğünü dahi ileri sürdüler.
Hareket içindeki ikircikli tutum yenildiği anda hareket büyük bir sıçrama yaşadı.
İşte 15 Şubat’ı yaratan tartışma buydu.
Yeni tartışma
Şimdi ise hareketin küçüldüğü iddiasının yanında süren belli başlı iki tartışma var.
Bunlardan birincisi hareketin niteliği üzerine.
Irak direnişi içinde politik islam oldukça güçlü. Bu kimilerini rahatsız ediyor. Aynı güçler savaş öncesinde de politik İslam ile diğer savaş karşıtlarının yan yana olmasından rahatsızlardı.
Bu kaba laikler örneğin Fransa’da da hicaba karşı çıkanlardır.
Onlarla uzun uzun tartışmak zorundayız. Onların etkilediği kesimleri yeniden ve yeniden kazanmak zorundayız.
İkinci tartışma ise savaş karşıtlığının yetersizliği üzerine. Bu iddiayı ileri sürenler sosyal haklar için kampanyanın bugün savaş karşıtlığından daha önemli olduğunu ileri sürüyorlar. Savaşa karşı hareketin gerilediği iddiası da bu fikre güç katmak için kullanılıyor.
Herşeyden önce sosyal haklar için kampanya elbette önemli. Ancak sosyal haklar için kampanyayı savaşa bağlamak gerekli. Çünkü bugün dünyadaki başat mücadele savaşa karşı sürüyor.
Reformlar ve devrim
Aslında bu tartışma derine indirildiğinde ortaya reform mu, devrim mi tartışması çıkar.
Bugün savaşa karşı mücadeleyi küçümseyenler sosyal haklar mücadelesi derken reformları savunmaktadırlar.
Devrimciler reform müc adelelerinin en önünde yer alılar. Reformlar için mücadeleyi küçümsemezler ama reform mücadelesini devrime bağlarlar.
Bugün çeşitli reformlar için mücadele etmek gerekir. Ya da neoliberal saldırılara karşı direnci örgütlemek gerekir. Ancak kimilerinin deyişi ile bu mücadeleler iktidar perspektifine sahip değildir.
Bugün Irak Direnişi kaybederse dünyanın her yerinde reformlar için ya da neoliberal saldırılara karşı verilen mücadelelerin hiçbir kazanma şansı yoktur. Oysa, Irak Direnişi’nin kazanması ve ABD emperyalizminin yenilerek Irak’ı terk etmesi son derece önemlidir.
Vietnam yenilgisi ABD için son derece ağır sonuçlar yaratmıştır. Ancak dünya o zamanlar iki bloğa sahipti ve ABD Doğu Bloku’na karşı Vietnam yenilgisinden sonra da liderliğini devam ettirebildi. Kendi bloğu içinde iktidar mücadelesi verebilecek güçler yoktu.
Oysa bugün dünya çok merkezlidir. Dünyanın askeri ve politik olarak en büyük gücünün Irak’ta askeri ve politik olarak yenilmesi yepyeni koşullar yaratacaktır.
Bu yeni olasılıklardan birisi de devrimdir.
İşte bu nedenle ABD’nin Irak’ta yenilmesi bütünüyle siyasal iktidar perspektifine sahip bir stratejidir ve günümüzdeki tek devrimci stratejidir.
19 Mart’ın inşası
Şimdi en önemli görev 19 Mart gösterisidir.
19 Mart, Irak’ın işgalinin ikinci yıldönümüdür. Direniş o günden bugüne defalarca büyümüştür. Bugün ABD yetkililerine göre Direniş’in saflarında 200 bin kişi örgütlüdür. Gene ABD yetkililerine göre Direniş’in desteği son derece güçlüdür.
Direniş’in kazanma olasılığı büyüktür. Irak halkı dişi ile tırnağı ile direnmektedir. Onların en büyük ihtiyacı uluslararası destektir. Özellikle de ABD’den desteğe ihtiyaçları var. ABD halkı işgale karşı çıktıkça, askerler geri dönsün dedikçe Direniş’in kazanma olasılığı artmaktadır. ABD’deki savaş karşıtı hareketin de uluslararası desteğe ihtiyacı var.
19 Mart gösterisi ABD’deki savaş karşıtı hareketin önerisidir. Londra’da toplanan Sosyal Forum, 19 Mart’ı uluslararası gösteri günü olarak kabul ve ilan etti. Haydarabad’da toplanan savş karşıtları aynı öneriyi onayladılar.
Türkiye’de ise Küresel BAK 19 Mart’ta gösteri yapmayı kabul etti. Kitle örgütleri bu öneriyi kabul ettiler.
Şimdi en güçlü gösteriyi örgütlemek için kolları sıvamak ve gösteriyi inşa etmek zorundayız.
Toplumun büyük çoğunluğu savaşa karşıdır. Kime “işgale karşı birşey yap” dense destek gelmekte. Öyleyse mümkün olan en çok sayıda insana ulaşarak 19 Mart’a çağırmak, 19 Mart’ın inaşı için harekete geçirmek zorudayız.
DSİP bütün güçleri ile 19 Mart’ı örgütlemek için çalışmakta. Ama daha fazlasını yapmamız mümkün.
Doğan TARKAN