Sosyalist İşçi 230 (2 Şubat 2005)
Sayfa
12:
KESK yazısı okunur mu?
Michael Albert, "Değişimin Yolu" adındaki küçük ama önemli kitabında, kitle hareketlerinin ulaşabileceği bir noktaya dikkat çeker. Örneğinde bir dağcı ekibi tırmanışa geçer. Daha iyi bir uzmanlık geliştirebilmiş olanlar hızlanırlar, ara açılmaya başlar. Geridekiler bir süre daha onları izleyebilir, fakat daha sonra bu da artık mümkün olmaz. "Hızlı" tırmanıcıların da geriye dönüp, ekibin geri kalanına yardım etme şansları fizik olarak ortadan kalkmıştır, geridekilere sadece izlemek düşer. Daha yüksektekilerin tercihinin kendini yenilgiye uğratan bir doğası vardır. KESK'in içinde olduğu durumu, Albert'in örneğine benzeterek ve bunun nedenlerini araştırmaya çalışarak devam edeceğiz.
1 Aralık ve sonrası
KESK'in 11 Kasım 2000 Ankara büyük yürüyü-şünde net bir şekilde ortaya çıkan IMF programına ve o programı uygulayan koalisyona karşı öfke, 1 Aralık'ta doruğa ulaşmış ve genel grev sendika yöneticilerinin bile ummadığı bir katılımla gerçekleşmişti. Bu grev, çözülme eğilimi taşıyan egemen sınıfı ve onun yanında sendika bürokrasilerini de ürkütmüştü. Tüm gelişmeler, somut ve basit bir program etrafında birleştirilebilen bir işçi sınıfının ulaşabileceği gücü kanıtlar nitelikteydi. Keza 1 Aralık genel grevi, EP programı etrafında hayat bulmuştu. Eleştirilebilecek yanları olsa da, ki her programın vardır, bu program, somut bir şekilde neo-liberal uygulamalara karşı çıkıyor, demokratikleşmeyi savunuyor, kamusallığı savunan alternatif bir zemin oluşturuyordu. Grev sonrası EP üzerindeki baskı arttı. Hareketin bazı bileşenlerinde geri çekilme eğilimi başladı. KESK EP içindeki en hareketli unsurdu. Bunu kendi içinde EP'na burun kıvıran ya da açıkça dışlayan pek çok sol eğilime rağmen gerçekleştirmişti. Greve katılım ve pratik önderlik konularında da öne çıkan KESK olmuştu.
KESK'te tutucu "sol" kafalar
Ancak KESK önderliği bu somut durumun çok da farkında değildi. İşyerlerinden 1 Aralık grevine katılım raporları şubelere gelmeye başladığında daha da açıkça kavranabi-lecek bir gerçeklik vardı. Birçok işyerinde neredey-se KESK'li çalışanlar ka-dar herhangi bir sendika-ya üye olmayan çalışanlar da greve katılmıştı! Onla-rın somut talebi IMF'nin kovulmasıydı ve koalisyonun da çekip gitmesiydi.
1 Aralık'tan hemen sonra KESK'te kongre süreci baş-ladı. Kongreler emekçile-rin, sendikaların sorunla-rının tartışıldığı, gelecek mücadele prgramlarının oluşturulduğu yerler ol-madı. KESK kongresi, kongredeki birkaç grup, mil-yonlarca emekçinin sorunlarına sırtını döndü. Kon-gre sonrasında KESK 19 Şubat'la kabaran IMF karşıtı eylemleri örgüt-lemedi. İki ay önce bir mil-yon insanın katıldığı bir genel grevin gücünü arka-sına alıp, bunu yapmadı. Çünkü sınıf mücadelesini kavramış değiller. İşçi sını-fının bir parçası, üstelik önemli bir parçası olduklarını kavrayabilmiş değil-ler. Kapitalizmin seyrini, onun birikim ihtiyaçları sonucu ortaya çıkan yeni sınıf şekillenmesini kavra-yabilmiş değiller. Ezilen-lerin kürsüsü olma olana-ğını tepti. Toparlanması için egemen sınıfa tepside bir fırsat sundu. 26 Hazi-ran'a kadar hiçbir varlık gösteremedi. 26 Haziran 2001, sahte sendikanın KESK'e kabul ettirildiği gündü. O gün, birkaç şeh-rin sokaklarında, her birin-de sadece birkaç yüz sendika üyesi vardı...
Seçimler,
AKP ve KESK
3 Kasım 2002'de gerçekleşen seçimlerden AKP zaferle çıktı. Güçlü AKP hükümeti kaşla-göz (AB ile ABD) arasında IMF programını uygulamaya devam etti. Bu dönemde KESK umulmadık bir performans gösterdi. Geçmiş dönemin tozunu üzerin-den atmış olacak ki, egemen bürokrasi ile AKP'nin her karşılaşmasında, ataklıkla bürok-rasiden yana tutum aldı. Lâiklik tartışmalarını, ileri bir boyuta taşıyarak, ge-nel başkanının ağzından İslam'ın bin yıllık gerici bir ideoloji olduğunu id-dia etti. 10 bin öğrencinin özel okullarda okutulması projesine karşı örneğin, fettullahçılara imkân sağ-lanıyor denilerek itiraz edildi, işin özelleştirme yanı arkalanarak. Her fırsatta, "Şu mahkemeye veririm sizi haa!", "Cum-hurbaşkanına da şikayet ederim" çapsızlığında, sı-nıf mücadelesinin gerçek araçlarıyla alakasız yöntemler benimsendi ve gi-derek üyeler tarafından sendikalar, hukuksal birer kurummuş gibi algılanmaya başlandı.
Başka yerden
başlamak
Şimdi, açıyı "biraz" oy-natıp, aynı tarihsel arka plânda yaşanan başka bir dizi olaya bakalım.
Türkiye'deki 1 Aralık 2000 genel grevinden yaklaşık bir yıl önce, serbest dünyanın bağrında bir-şeyler olmaktaydı. ABD'nin Seattle kentinde, bir hareket, üstelik "tutucu sol kafanın" hiç mi hiç beklemeyeceği bir şekilde boy veriyor ve DTÖ zirve-sini, katılan hükümetlerin temsilcilerine dar ediyordu. Önemli gazeteler, bu hareketin ABD'nin karşı-sındaki tek süper güç ol-duğunu yazdı. Hareket kısa süre içinde ABD'nin savaşına karşı mevzilendi. Dünya tarihinin belki de en büyük gösterilerini gerçekleştirdi. Dünyanın dört bir yanında Sosyal Forumlar örgütledi. İşte KESK asıl olarak bunu göremedi, görmek zorunda kaldığında da anlayamadı. Hareketin birkaç uluslararası toplantısına katılmayı, hareketin par-çası olmak sandı. Dolası-yısıyla, antikapitalist hare-ket sürekli yeni mevziler kazanırken, KESK sürekli mevzi kaybetti. Hareketin sahip olduğu olumlu özellikleri ("şirketleşen demok-rasiyi" teşhir, enternasyonalizm, çok renklilik, daya-nışma ve farklılıklara say-gı, radikalizm ve kazanma arzusu) kavrayamadı.
Genel kurul
gündemi ne olmalıdır?
1. Öncelikli gündem büyüme olmalıdır. KESK hedef kitlesinin çeyreğini bile örgütleyebilmiş değildir. Üstelik varolan üyeler arasında güvensizlik artmaktadır. Peki hızı artırmak ve bağlı olarak büyümek nasıl olur? Yeni hedefler belirlenmelidir. Bunu yaparken kesinlikle küreselleşme karşıtı aktivizme bakmak ve ondan esinlenmek gerekir. Yukarıda değindiğimiz gibi hereket, IMF, DTÖ, Dünya Bankası ve küresel şirketlerin teşhiri üzerinden hızlanıyor. Hatırlarsak, 1 Aralık ve sonrasındaki birkaç aylık büyük mücadelenin ana sloganı "IMF uşağı hükümet istifa!" olmuştu.
2. Savaş bütün yanlarıyla teşhir edilmelidir. Savaşın nedenleri, ABD'nin hegemonya mücadelesi, buna karşı direnişin kamu emekçilerinin çıkarlarıyla olan ilişkisi net bir şekilde ortaya konmalıdır. Irak direnişi ile somut bağlar kurulmalı, her anlamda desteklenmeli ve hükümetin ve Türk şirketlerinin Irak'la ilgili ticari ve siyasi tüm atraksiyonları teşhir edilmelidir.
3. Dünya yoksullarının deneyimleri emekçilere aktarılmalıdır. Tüm dünya yoksullarının, kapitalizme alternatif arayanların yeni deneyimleri üyelerle paylaşılmalıdır. Dünya Sosyal Forumu ve ilkeleri, bileşenleri üyelere tanıtılmalıdır. Uluslar arası dayanışmanın somut anlamı buradadır.
4. Emek Platformu aşağıdan yukarıya inşa edilmelidir.KESK deneyimlerinden de ders çıkararak, EP'nu yerellerden, ilçelerden ve illerden başlayarak mücadele birliği hedefiyle inşa etmelidir. Uluslar arası sendikal harekete "buradan doğru" müdahale etmelidir. Bunun için basit bir "program" yeterli olacaktır.
5. Üyelerin üyelik amaçları hatırlanmalıdır! Sınıf mücadelesi işyerlerinde olan mücadelelerin toplamıyla biçimlenir. Öyleyse işyerlerinin öncelikleri, özgül sorunları ve bunlara dönük çözüm arayışları başlangıç noktamız olmalıdır.
6. Üyelere inisiyatif alanları açılmalıdır. Üyelerimize yaşadıkları yerlerde yapabilecekleri, hayata geçirebilecekleri, eğilimlerine uygun, destekleyeceğimiz öneriler götürülmelidir. O nedenle acilen mümkün olan her yerelde şube lokalleri açılması gerekir ve bunu gerçekleştirebilecek pek çok sendika şubesi mevcuttur. Bunu engelleme eğilimi, korkutucu bir bürokratizm eğilimidir ki, bu eğilimle amansız bir mücadele yürütülmelidir.
7. Seçim karikatürü silinmelidir! Tüm üyelerin katılabileceği demokratik bir seçim düzeni getirilmelidir. Bir an önce tüm üye-lerin oy kullandığı ve oran-sal temsil ilkesine dayanan alternatif bir seçim düzenine geçilmelidir. Ancak bu sayede her aday sendi-kal politikası üzerinden oy isteyebilecektir.
KESK üyeleri böyle yönetilmeyi haketmemektedir. Sıkıştıkça "Ne yapalım, taban duyarsız!" diyenler, unutmamalıdırlar ki, işçi sınıfı devrimcisi ya da halkın öncüsü olma iddiasındadırlar ve gelip dayandıkları, aslında tosladıkları duvar da burasıdır: Geniş emekçi kitleleri ve onların yaşamsal talepleri! KESK, tutucu "sol" kafalara emanet edilemeyecek kadar değerlidir. Ve bir emek örgütü için oldukça ironiktir ama şu söylenmelidir: Açılsın kapılar emekçilere! Çözüm burada, bu yanda, yani ellerimizdedir.
Cem HİRE