Sosyalist İşçi 230 (2 Şubat 2005)

 

Sayfa 2: Haberler

SEKA işçisi gerçekten kazanabilir
Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun (ÖYK) gerekçe göstermeden aldığı İzmit SEKA fabrikasını kapatma kararı Ankara 9. İdare Mahkemesi tarafından alınan yürütmeyi durdurma kararıyla ertelendi. Kurban Bayramı'ndan beri aileleriyle birlikte fabrikayı işgal eden 734 işçi direnişlerinin ilk meyvesini böylece almış ve direnişin kazanmanın tek yolu olduğunu bir kez daha kanıtlamış oldu.
IMF politikaları doğrultusunda özelleştirmeye ve kamunun tasfiyesine ara vermeden devam eden AKP hükümeti böylece işçilerden bir tokat yemiş oldu. Hükümet, ailelerle birlikte üç bin kişinin ve İzmit ekonomisinin etkileneceği kapatma kararıyla asıl olarak İzmit SEKA'nın çok geniş arazilerinin rantiyeye devrini hedefliyor. Daha önce "SEKA bizim namusumuzdur, kapatılamaz!" diyen Orman Bakanı Osman Pepe'den ise hiç ses çıkmıyor. Selüloz-İş Sendikası'nın açtığı davada şimdilik bir kazanım elde edilmiş olsa da hükümetin bu konuda geri adım atmayacağı çok açık. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı bir üst mahkemeye başvurmaya çoktan hazırlandı bile.
SEKA işçisinin direnişi ve kazanımı elbette önemli. Ancak 1998'de benzer bir saldırıya karşı direnişin içinde yer almış olanlar iyi hatırlayacaktır ki o gün işçi sınıfının çeşitli kesimlerinin birlikte direnişi bu kapatma politikalarını tam yedi yıl püskürtebilmişti. Çünkü o günlerde SEKA kapatılmak istendiğinde, Türkiye'nin çeşitli yerlerinden onbinlerce emekçi otobüslerle İzmit'e taşınmış ve dönemin hükümeti, karşısında birleşik bir işçi sınıfı bulmuştu. Her konfederasyona bağlı işçiler SEKA'dan sonra sıranın kendilerine de geleceğinin bilinciyle sınıf kardeşleriyle dayanışmaya katılmışlardı. Bugün diğer sendikaların yapması gereken de aynı şeydir. İşçileri ziyareti sırasında "Sadece SEKA'yı değil tüm İzmit'i işgal edersek kazanırız. Sadece SEKA'yı değil Türkiye'yi kurtarmak için direnişe İzmit'ten başlayalım!" diyen KESK Başkanı Sami EVREN'in bu haklı sözleri ise ancak, arkasında yalnızca MYK üyeleri değil, onbinlerce KESK işçisi olduğunda gerçeğe dönüşebilir.

Deprem yetmez, polis de gönderin!

25 Ocak günü Hakkari'de meydana gelen depremin korkuttuğu insanların üzerine valilik kar maskeli 'güvenlik görevlileri'ni yollayarak, yardım gelmemesini protesto eden deprem mağdurlarına biber gazlı, coplu ve silahlı bir saldırı düzenledi.
Depremin ardından geceyi soğukta (AKP il binasının camlarını buz atarak kırmalarından ne kadar soğuk olduğu anlaşılabilir) ve sokakta geçiren insanlar, elbette, derhal çadır ve diğer insani yardımları beklediler.
Ancak üç günün sonunda hala yardım ulaşmayınca, doğal olarak sokağa döküldüler. Valilik önüne geldiklerinde, halkın değil devletin güvenliğini sağlayan 'devletin güvenlik kuvvetleri' ile karşılaştılar; coplandılar, gazlandılar ve üzerlerine ateş açıldı.
Demek ki deprem sonucu sokakta kalıp devletten yardım talep etmek bu ülkede yasak!
1999 depreminde onbinlerce insanını kaybeden ve deprem kuşağı üzerinde bulunduğu, her an büyük bir depremle karşılaşacağı yetkili ağızlardan itiraf edilen bu ülkenin yönetenleri depreme değil, sonrasında halk arasında çıkabilecek huzursuzluk ve kargaşaya müdahale et-meye hazır olduğunu bir kez de Hakkari'de kanıtladı.

Subaylarınki can da…

Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral İlker BAŞBUĞ geçenlerde Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin %96'sının yoksulluk sınırı altında yaşadığını ve ma-aşlarının iyileştirilmesi gerektiğini söyledi. Açlık sınırının 520, yoksulluk sınırınınsa 1.562 YTL olduğu Türkiye'de bu açıklama doğrudur. Ancak, bir kez bütün su-baylar için değil, binbaşı ve altındaki rütbeler için geçerli. Yarbay ve yuka-rısındaki rütbeler 1.975 ile 5.465 YTL arasında maaş almaktadırlar. Üstelik tüm personel için geçerli olan, değişik isimler altındaki tazminatlar (şark tazminatı, operasyon tazminatı, makam tazminatı, uçuş tazminatı, gemi tazminatı) bu rakamlara dahil değil.
Orgeneral, askerlerin büyük çoğunluğuna sağ-lanan sınırsız olanaklardan ise hiç söz etmiyor. Örneğin emekçilerin belini en çok büken kira der-dinden askerleri kurtaran lojmanlar, OYAK saye-sinde ucuz araç ve kredi imkanı, Orduevleri'nde çok ucuza yemek ve eğlence, çocuklarına ücretsiz ÖSS, LGS ve İngilizce kursları, kendilerine, eşlerine ve çocuklarına ücretsiz ser-visler, vb. komutanın açıklamasında yer almıyor.
Üstelik bugüne kadar açığa çıkmayan, ama birer birer gün yüzüne çıkarılan yolsuzluklar da, anlaşılan, askerlerin 'ek gelir'leri arasında.
Ayrıca, hepsi bir yana, her askeri darbe öncesi benzer açıklamalar yapan darbeci generaller kerva-nına katılan BAŞBUĞ paşa nüfusun yalnızca %1'inden bahsediyor. Çok daha beter koşullarda yaşamak zorunda bırakılan 2.5 milyon kamu emekçisi generali ilgilendirmiyor anlaşılan.
Dört yıl okuyup mezun olan 20 yaşında bir teğmen 1.125 YTL (tazminatlar hariç) alırken, altı yıl okuyup mezun olan bir doktor 949 YTL alıyor. Subayın %100 iş garantisinden ve hangi mesleğin toplumsal olarak daha gerekli oldu-ğundan ise sanırım söz etmeye gerek yok!
İmza:
668 YTL maaş alan bir eğitim emekçisi


Siirt valisi vali mi?
Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz günlerde Siirt'te iki PKK'linin cenaze törenine polisin saldırması sonucu 25 gösterici yaralanmış, yüz gösterici gözaltına alınmıştı. Bu alışıldık bir durum Türkiye'de. Polisin en küçük gösteriye tahammülü olmadığını, daima azgınca saldırıp insanları coplayıp, kafa göz yararak gözaltına aldığını dünya alem biliyor.
Ancak bu tür olaylardan sonra genellikle dikkatlerden kaçan birşey var: nihayetinde birer devlet memuru olan valilerin ya da emniyet müdürlerinin basına yaptığı açıklamalar. Siirt'teki polis saldırısından sonra Vali Murat Yıldırım, olayların bazı siyasilerin yönlendirmesiyle çıktığını iddia ederek, "Siyasilere sesleniyorum: huzuru bozmayın. Aksi halde devleti karşınızda bulursunuz!" buyurdular.
Birinci olarak sayın vali, devlet memurları yasasına muhalefet etmiştir ve hakkında soruşturma açılmalıdır. Çünkü devlet memurlarının siyasi açıklama yapma yetkileri yoktur. (Bakınız KESK eylemleri sonrası kamu emekçilerine açılan soruşturmalar).
İkincisi, sayın vali işgal ettiği makamın niteliğini bilmemektedir. Bu makamın devletin idari uygulamalarını, bulunduğu şehirle sınırlı olarak, yerine getiren bir kurum değil, hukuki uygulamalarını duyuran bir kurum olduğunu zannetmektedir. Çünkü kendisini mahkemelerin yerine koyup suçu ve suçluyu ilan etmiştir. Kendisine bu konuda gerekli eğitim verildikten sonra uzun süreli bir stajyerlik döneminden geçirilmelidir.
Üçüncüsü, sayın vali ilan ettiği suçluları, nereye varacağı belirsiz tehditlerle korkutmaya çalışmış ve soruşturma konusu olacak bir suç daha işlemiştir. Tek bir olay sonrasında bu kadar çok suç işlemeye meyilli bir devlet memuruna hiç bir şey yapılmayacaksa, devlet memurları yasasında değişikliğe gidilmeli, valilerin görev ve yetkileri konusunda kamuoyuna basın yoluyla açıklama yapılmalıdır.