Sosyalist İşçi 231 (18 Şubat 2005)

 

Sayfa 10:

Reformizmin bıraktığı boşluk

Doğu Bloku yıkıldıktan sonra dünyadaki pek çok denge değişti. Önce ABD'nin başını çektiği emperyalist batılı ülkelerle, SSCB'nin başını çektiği 'sosyalist' blok arasındaki rekabete dayalı iki kutuplu dünya ekseninden oynadı. Yerini tek kutuplu, tek süper gücün bulunduğu 'yeni' bir dünyaya bırakacağı sanılan 'tarihin sonu', zorunlu ittifakların dağılmasının ardından sahneyi çok kutuplu 'eski' dünyaya bıraktı.
Değişen dünya dengeleri, elbette, dünyanın algılanışında ve o güne dek kullanılan kavramlarda da pek çok değişikliğe yol açtı. Herşeyden çok da sol ve sosyalizm kavramlarında ve bu kavramların çağrıştırdığı dünya tahayyülünde.
Devlet kapitalisti Blok ülkelerinde süregiden rejimleri sosyalist olarak tanıyagelmiş kitlelerin gözünde sosyalizm içi boşalmış bir kavram olarak orta yerde kaldı. Bu kavramı Sovyetler'e rağmen ısrarla savunan gerçek sosyalistleri bir yana koyarsak; yeni duruma uyum sağlamaya çalışan komünist partiler ya isimlerini de değiştirerek yeni reformist partilere dönüştüler ya da marjinal gruplar haline geldiler. Gerçek reformistler olan sosyal demokrat partiler ise ya tüm dünyada yok oldular ya da Tony Blair'in İşçi Partisi gibi iyice sağcılaştılar.
Alternatif
Türkiye'de de aynı süreç işledi. Zaten klasik sosyal demokrat ideolojiyle daha baştan donanmamış olan en büyük reformist parti CHP önce iyice sağa kaydı, emek hareketiyle varolan cılız bağlarını kopardı, sonra da parçalandı, seçim yenilgilerinden başını kurtaramaz hale geldi ve bu yılın başındaki kongresinin de ispatladığı gibi, bitme noktasına geldi. Bu durum her ne kadar, solun giderek kaybolması anlamında, bir olumsuzluk olsa da, yepyeni olanaklara da işaret ediyor.
Reformizmin cenazesi mi?
Dünyadaki tüm reformist hareketlerin ölmeye yüz tutması reformizmin de ölüyor olduğu anlamına gelmez. Reformizm devrimin şafağına kadar dimdik ayakta kalacaktır. Çünkü kitleler dünyanın hiçbir yerinde hiçbir zaman devrim yapmak için sokağa çıkmazlar. Önce bu bilinci kuşanıp sonra sokaklara dökülmeleri beklenecekse daha uzun yüzyıllar boyunca beklenecek demektir. Rus devrimindeki Bolşeviklerin devrimi önceleyen günlere kadar birkaç yüz kişilik bir grup olarak varlığını sürdürdükten sonra, ancak o günlerde kitleselleşebilmesi buna bir örnektir.
Reformizm ölmüyor, aksine pek çok ülkede ve Türkiye'de de, kitlelerin dünyayı algılayışında giderek güçleniyor. Zaten sözünü ettiğimiz 'yepyeni olanaklar' tam da buradan doğuyor.
Değişim isteği
Ölen gerçekten de reformizm değil onun tarihsel temsilcisi olan siyasal hareketler. Ancak bu hareketlerin ölmeye yüz tutması siyasi arenada büyücek bir boşluk yaratıyor. Bu, sosyalist solun örgütlenmesine olanak tanıyan bir boşluk. Örneğin İngiliz sosyalistleri bu konuda oldukça başarılı bir örnek sergilediler. İngiltere'de İşçi Partisi'nin uyguladığı kraldan kralcı neo liberal saldırı programı ve son süreçte halkının çoğunluğu karşı olmasına rağmen Irak savaşına katılması onun sonunu yaklaştırırken, sosyalist sola, önce Socialist Alliance, sonra da Respect adlı iki yeni oluşum yaratma fırsatı verdi.
Bunlardan birincisine pek yeni denemese de ikincisi, dünyadaki anti kapitalist hareketin yarattığı olanakları kavramış, buna göre örgütlenmek gereğini görebilmiş ve bazı önemli başarılara imza atabilmiş oldukça yeni bir örgütlenme formu.
Fransa'da Le Pen karşıtı cepheyi oluşturan ve Avrupa Parlamentosu seçimleriyle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde umulmadık oylar toplayan sol ittifak da bir örnek. Sonradan, tali bir sorun olan laiklik konusunda bölünmüş olsa da, başarısı bir umut ışığı yakan bu ittifak da büyük reformist partilerin bıraktığı boşluktan yaralanmasını bildi denilebilir.
'Boşluğun' Türkiye ayağı
Elbette ki bu ülke de dünyadaki gelişmelerden bağımsız değil. 1980'lerden itibaren gemi azıya alan neo liberal saldırı dalgası, hatırlanacağı üzere, 1989 Bahar Eylemleri'yle hız kesmişti. Bu mücadele sürecinin sonunda sosyal demokratlar (o zamanki adıyla SHP) hem yerel, hem de genel seçimlerde bolca oy toplayabildiler. Bu gibi durumlarda genellikle olduğu gibi reformistler süreçten kazançla çıktılar. Ancak mücadele dalgası durulur durulmaz (bu gibi durumlarda genellikle olduğu gibi) sağcılaşmaya başladılar ve iktidardan uzaklaştırıldılar.
O zaman da bir boşluk doğmuştu siyasal alanda ve o zaman da bu boşluğu dolduracak sol bir alternatif yoktu. Bugün ise, sol bir alternatif yaratılmasının potansiyel koşulları bakımından, çok farklı bir dünyada yaşıyoruz.
Bardağın öteki yarısı
Dünyanın hemen her ülkesinde kapitalist küreselleşmenin kurumlarına karşı kitleler tarafından dile getirilen bir isyan ve değişim isteğine tanık oluyoruz. Çok çeşitli muhalif kesimlerin bir araya gelerek oluşturduğu ve kendisini anti kapitalist olarak tanımlayan yeni bir hareket tarafından dillendiriliyor bu değişim isteği.
Türkiye'de de bir değişim isteğinin güçlü bir biçimde var olduğu yadsınamaz. Son genel seçimlerde AKP'nin ve Genç Parti'nin aldığı oylarla (ve neredeyse diğer tüm partilerin siyaset sahnesinden silinmesiyle) örneklenebilir bu istek. Hatta CHP'de Sarıgül hareketine verilen destekle de örneklenebilir. Ama, görüldüğü gibi, değişim isteğinin var olması, bu değişimi yapacak gerçek gücün iktidara gelmesiyle sonuçlanmıyor. O gerçek gücün somut bir gerçek olarak varlığını da zorunlu kılıyor.
İşte Türkiye'de bu gücün varlığından maalesef henüz söz edemeyiz. CHP'nin bıraktığı boşluğu dolduracak büyüklükte bir sol örgütlenme bulunmuyor. Son genel seçim sonuçlarında alınan, CHP'nin solundaki %1'lik toplam sol oylar bunun çok açık kanıtı.
Peki hem halktaki değişim arzusu, hem de reformizmin bıraktığı boşluk gün gibi ortadayken oturup halkımızdaki niteliksel bilinç sıçramasını mı bekleyeceğiz?
Buna hayır yanıtını verenler açısından yapılacak bir şey var: halkın artık hiçbir şekilde prim vermediği eski sol kafalarla bağlarını tamamen koparıp, zaten doğmakta olan yepyeni bir solu şekillendirmek. Bu yeni solun nasıl bir şey olacağı ve hangi ilkeleri gözeterek yaratılabileceği ise bir sonraki sayının konusu.

Cengiz ALĞAN



YENİ BİR SOL ÜZERİNE TARTIŞMALAR
Kampanya ve siyasi örgütlenme

Sosyalist İşçi gazetesi sık sık savaş karşıtı hareketin toplumsal mücadelenin diğer alanları ile buluşması gerektiğini vurgulu-yor.
Sosyalist İşçi’nin ve DSİP’in bir başka vurgusu ise solda yeni bir alternati-fin oluşmasının acil gerekliliği.
Bu iki vurgu aslında birbirlerini tamamlıyorlar.
Birçokları savaş karşıtı hareket ile örneğin SEKA işçilerinin veya tekstil işçilerinin mücadelelerini koparmaya çalışıyorlar. Veya böylesi bir bağı kurmanın kampanyalardan çok siyasi partilerin işi olduğunu vurguluyorlar. Bu yanlış. Savaşa karşı çıkanlar bunu sadece hümanist oldukları için asıl olarak sermaye sınıfına karşı emeğin mücadelesinin bugünkü en temel halkası olduğu için mücadele ediyorlar.
Öte yandan çeşitli diğer alanlarda kampanya yapanlar da, örneğin nükleer enerjiye karşı, kadına dönük şiddete karşı veya GDO’lara karşı mücadele edenler de bu mücadele-rini savaşa karşı mücadele ile birleştirmedikleri takdirde eksik bir iş yapı-yor olacaklar.
Bütün bu mücadeleleri birleştirecek olan ise güçlü bir sosyalist parti olacaktır.
Antikapitalist hareketin güçlü olduğu bazı ülke-lerde yeni sol alternatifler mücadele eden hareketin bir ürünü olarak ortaya çıkıyor. Reformist solun işçi ve emekçilerin taleplerine cevap vermek konusunda çok geri bir duruma düştüğü günümüzde bu yeni çıkışlar emekçi yığınların hareketliliğini geliştirme açısından çok ciddi umutlar veriyorlar.
En önemli iki gelişme İngiltere ve Almanya’da yaşanıyor. İngiltere’de Respect önümüzdeki mayıs ayında yapılacak seçimlere oldukça güçlü bir biçimde giriyor.
Almanya’da ise Sosyal Demokrat Partiden kopanlar, sendika hareketinin önemli sayıda militanı ve çeşitli sol örgütlerin unsurları yeni bir seçim alternatifi oluşturmak için çalışıyorlar.
Özden DÖNMEZ