Sosyalist İşçi 231 (18 Şubat 2005)

 

Sayfa 14:

Sinema ve toplumsal değişim

Sinema icat edildiğinden bu yana bütün sanat biçimleri içinde en ticari olanı olmasına ve büyük kârlar getirmesine rağmen gene de büyük altüst oluşlardan kopuk değildir. Geçtiğimiz yüzyıl boyunca çeşitli büyük toplumsal olaylar filmler üzerinde büyük etkiler yarattı.
1920'lerin başında, devrimden hemen sonra, Rusya, sinema sanayiinde büyük bir artistik özgürlük ve muazzam bir gelişme gösterdi. Devrimin etkisi ile ortaya çıkan bu yeni özgürlük filmlerde yeni tekniklerin bulunmasına ve hikaye yapıların yeniden düşünül-mesine ve bugün de kullanılan dilin ortaya çıkmasına yol açtı.
Devrimden hemen sonra Troçki "Devrimin temel amacı kimliği olmayan yığınlar içinde insan kimliği yaratmaktı" diyordu. Bu, içlerinde Lev Kuleshov, Dzika Vertov, Vsevolod Pudovkin, Aleksandr Devzhenko ve en meşhurları olarak Sergei Eisenstein'ın de yer aldığı yeni bir film yapımcıları kuşağının önlerine koydukları başlıca amaçlarıydı. Sosyalizm altında eşitlikçi bir toplum yaratmanın neşesi içinde ve sanatçılar için devrimle birlikte gelen yeni olanaklarla bu film yapımcıları eğlendirici olmayı reddederek yığınların bilincinin gelişmesine katkıda bulunacak filmler yaptılar.
Bu dönemin en önemli filmleri Eisenstein'in "Devrim Üçlemesi: Grev, Potemkin Zırhlısı ve Ekim"dir. Bu üç film, hikayenin hızlı çekimlerle anlatılması, oyuncu olmayan kişilerin kullanılması ve örneğin bir köylü karakteri için gerçek bir köylünün kullanılması, ve Marksist Film Teorisi’nin kullanılması (hikaye merkezi bir karakter olmadan, kolektif eylemle ilerlemektedir) ile bu yeni tekniklerin ve ideolojinin en önemli örnekleridir.
Kızıl Ordu'da savaşmış olan Eisenstein dönem için şöyle der: "Devrim bana hayattaki en kıymetli şeyi verdi, beni sanatçı yaptı. Devrim beni sanatla tanıştırdı ve sanat beni devrimle tanıştırdı."
Stalinizmin yükselişi bütün bunlara son verdi. Eisenstein'in 1927'de yaptığı "Ekim" doğrudan Stalin tarafından kontrol edildi ve Stalin Eisenstein'a açıkça "Lenin'in liberalizmi bitti" diyerek Troçki'nin yer aldığı bütün parçaları kesip attı.
Eisenstein yaşamının son 20 yılında 4 film daha yaptı. Dzika Vertov gibi yönetmenler "burjuva formalisti" olmakla suçlandılar. Stalin yaratıcılığı ve deneyimi yok eden propaganda filmlerini, "Sosyalist Gerçekçiliği" getirdi.
1940'larda, Stalin'in bütün deje-nerasyonlarına rağmen Rus Devrimi dünyanın dört bir yanında milyonlarca işçi için bir ilham kaynağı olmaya devam etti. Birleşik Devletler'de, hiç bir zaman büyük bir parti olamayan Komünist Partisi iki alanda iyi bir desteğe sahipti ve o alanlarda iyi örgütlüydü: İşçi sendikaları ve sanat çevreleri.
1940'lar lastik, otomobil sanayilerinde ve madencilikte büyük grevlere sahne oldu ve sendika üye sayısı iki katına çıktı. 1946'da Amerika'da insanlığın gördüğü en büyük grev dalgası yaşandı. Emekçi hareketinin bu militan gelişmesi karşısında gerici yeni sendika yasaları çıkarıldı. Dayanışma grevleri yasaklandı. Ve bu arada McCarthy'nin başkanlığında Amerika Karşıtı Faaliyetler Komitesi kuruldu.
McCarthyizm serbest pazar kapitalizmine karşı bir alternatif öneren, toplumsal değişimden bahseden her ifadeye saldırdı.
Bu dönemde Hollywood dayanışma, sendikacılık, kolektif eylem, anti faşizm, gibi konuları işliyordu. Solcu yazarlar bir tür ‘film noir’ yaratmışlardı.
McCarhy Komitesi yüzlerce filmi inceledi. Sanatçılar üzerinde baskı kuruldu.
Toplam 324 sanatçı kara listeye alındı. Bunların çoğu hiçbir zaman Komünist Partisi üyesi dahi olmamıştı. Listede Dashiell Hammett, Bertolt Brecht, Arthur Miller, Pete Seeger, Joseph Losey ve Clifford Odets'de vardı. 10 sanatçı ifade vermeyi reddettikleri için 12 ay hapsedildiler. Diğer arkadaşları hakkında ifade veren ve kara listeye girmelerini sağlayanlar arasında Elia Kazan, Budd Schulberg, Lee J. Cobb ve Ronald Reagan'da vardı.
1950'ler ABD'de sanatın yavaş yavaş yok edildiği dönem oldu. Ne var ki 1950'lerin sonunda Fransa'da Yeni Dalga (French Nouvelle Vague) ortaya çıktı. Nouvelle Vague Fransız toplumundaki ciddi bir sarsıntıya denk düşer. Fransa Vietnam'da yenilmiştir. Cezayir'de çıkmaz bir savaşa gömülmüştür. 4.Cumhuriyet kriz içindedir.
Fransız toplumunda bir modernleşme ve yenileşme ve eskiyi reddetme dönemidir. Nouvelle Vague bu değişimin sanatsal ifadesidir. Francios Truffuat, Jean-Luc Godard, Claude Chabrol, Jacques Rivette ve Agnes Varda gibi film eleştirmenleri eski film anlayışını reddederek küçük kameralarla, profesyonel olmayan oyuncularla, stüdyo çekimleri yerine dışarda çekimler yaparak ve geleneksel anlatımı terk ederek Nouvelle Vague'u oluşturdular.
Bu yönetmenler kendilerini satın alınacak teknisyenler olarak değil sanatçı olarak görüyorlardı.
Kısa bir süre kendisini Maoist bir küçük grupla özdeşleşen ve "burjuva toplumunu imha etme" üzerin e filmler yapan Godard hariç Nouvelle Vague hiç bir zaman politik bir akım olmadı. Buna rağmen 1968 Mayıs'ında Truffuat ve Godard tarihte ilk kez olarak Paris'de sokaklardaki işçi ve öğrencilerle dayanışma için Cannes Film Festivali’nin kapanmasına neden olan bir greve önderlik ettiler.
Fransız yeni dalgası Avrupa'da başka yeni akımlara öncülük etti. İngiltere'de Lindsay Anderson, Tony Richardson, John Schlesinger ve Karel Reisz ilk kez normal işçilerin hayatlarını sahneye yansıttılar. Çek Yeni Dalgası, Milos Forman, Jiri Menzel ve Jan Nemec gibi yönetmenlerle 1968 Prag Baharı'nda Rus Tankları Dubçek'in reform hareketini bastırmaya çalışırken öne çıktılar.
1960'lar bütün dünyada ama özellikle siyahların medeni haklar hareketi, büyük kentlerdeki ayaklanmalar ve Vietnam savaşı karşıtı hareket ile ABD'de bir yükseliş dönemiydi. Özellikle milyonlarca insanı sokağa taşımış olan savaş karşıtı hareket ABD egemen sınıfı için ciddi bir sorun oluşturdu. Hemen her büyük kentte yürüyüşler yapan savaş karşıtı hareket sonunda Lyndon Johnson'u 1968'de başkanlıktan istifa ettirdi.
Bu hareket Amerikan sinemasında bir devrime yol açtı ve Yeni Hollywood akımı ortaya çıktı. Yeni Hollywood akımı, toplumun değişen özelliklerini yansıtmak ve hareketin parçası olmak isteyen filmler yapmak istiyordu. Eski Hollywood stüdyoları sistemini terk ederek otuz yıl sonra hala gelişmeye devam eden bağımsız sinemayı oluşturmaya başladılar.
Yeni Hollywood sineması gerçek riskleri göze alarak Amerikan sinemasını bir iş değil, sanat olarak yapmaya çalıştı. John Cassavettes, Bob Rafelson, Hal Ashby, Terence Malick, Martin Scorsese, Robert Altman, Robert Towne, Francis Ford Coppola, Peter Bogdanovich ve bir çok başkaları ortaya çıkarak Amerikan sinemasını bütünüyle değiştirdiler. Eski Hollywood'u ortadan kaldırarak Nouvelle Vague gibi film yapımcılarının sanatçı olduğunu kabul ettirdiler.
Onların yaptıkları filmler Amerikan sinamasının geleneksel değerlerini tersine çevirdi. 1940'lardan sonra ilk kez uyuşturucu kültürü, güçlü kadın karakterler, siyah kahramanlar sinemeda yer almaya başladı.
Yeni Hollywood 1990'larda ortaya çıkan ve 1960'ların yönetmenlerinin heyecanı ile anti kapitalist ve savaş karşıtı harekete katılan ‘indie’ sinemasının temellerini attı. Son bir yılda "Fahrenheit 9/11", "Şirket", "Savaşın Sisi", "Şişir Beni" gibi politik dokümanter filmler yeniden ortaya çıktı.
Bu yeni filmler büyük sanatın büyük hareketlerde ortaya çıktığını bir kere daha gösterdi. Ancak sanatı üretmek yerine yapmayı sürekli kılabilmek için her şeyi bir meta haline getiren bu sistemin sınırlarından çıkmak ve 1920'lerin Rusya'sında olduğu gibi sanatı devrime ve devrimi sanata getirmek gerekir.

Roy Hassey



SEKA'ya sanatçı desteği
Sanatçılardan SEKA direnişine anlamlı bir destek geldi. Direnişçi işçileri fabrikalarında ziyaret eden sanatçı grubu adına konuşan tiyatrocu Mahir Günşıray "Bu direniş gerçekten görmeyi arzuladığımız, uzun yıllardır göremediğimiz bir direniş." dedi. Günşıray sözlerine "Sizlerin coşku ve kararlılığıyla eminim ki bu direniş kazanımla sonuçlanacak, "Direnişinizi desteklemek, belki bir söz, belki bir şiir, belki bir şarkıyla sizlerle birlikte olmak istiyoruz" diyerek devam etti.
Sanatçıların ziyareti Şair-yazar Ataol Behramoğlu, annesi ve babası SEKA'dan emekli Hülya Behramoğlu, Deniz Türkali, Edip Akbayram, gazeteci yazar Şahin Artan, Şanar Yurdatapan, yazar Mahir Göktürk, Güven İnce, oyuncu Kadir Kolya, oyuncu Ayça Domgacı, Cezmi Ersöz, Grup Yorum, Birgün gazetesinden Özgür Günleyen ve Volkan Şahin, fotograf sanatçısı Özcan Yurdalan'ın katılımıyla gerçekleşti. Bir çok sanatçının direnişçi işçilere seslendiği ziyarette, müzisyen Şanar Yurdatapan, "Sabah, Hürriyet ve seyrettiğiniz televizyonlar, sizin aleyhinize çalışıyor. Sizleri çalışmayan, üretmeyen, yatan parazit işçiler olarak yansıtıyor. Seçimlerinizi daha dikkatli yapmalısınız siz bu gazetelerin okuru, televizyonların izleyicisi değilsiniz, işçisiniz" diye konuştu.
"Ben fikir emekçisiyim, sizler olmazsanız yazımı yazacak kâğıt bulamam. Benim varlığım sizin varlığınıza bağlı" diyen yazar Cezmi Ersöz sözlerini "Ne olur direnin!" diyerek noktaladı. Daha sonra söz alan Edip Akbayram "Ekmeğimizi ve emeğimizi çalmak isteyenler var. Ben inanıyorum ki SEKA işçileri ekmeklerini ve emeklerini teslim etmeyecekler Hep beraber bugün de, yarın da bunun mücadelesini vermeye devam edeceğiz" dedi.


Arthur Miller öldü

Amerikalı oyun yazarı Arthur Miller geçtiğimiz hafta öldü.
Amerikan edebiyatında çok önemli bir yeri olan Arthur Miller 1940’larda başlayan McCarthyizm döneminde komünist olduğu için takibata uğradı.
Ellia Kazan’ın “komünisttir” demesi üzerine McCarthy’nin “Amerika Karşıtı Faaliyetler Komitesi” tarafından sorgulandı.
1953’de yazdığı “Cadı Kazanı” Amerika’nın McCarthy döneminin kapsamlı bir eleştirisidir.
1965’de Uluslararası Yazarlar Klubü’nün başkanı oldu.
Arthur Miller daha sonra aralarında Pulitzer ödülü de olmak üzere çeşitli edebiyat ödülleri kazandı.
25 yılda 60 oyun yazdı. 1980’lerden itibaren Miller’in oyunları New York Broadway’de yeterince ticari bulunmadığı için, Londra’ya giderek oyunlarını orada sahnelemeye başladı.