Sosyalist İşçi 231 (18 Şubat 2005)

 

Sayfa 3:

BAŞYAZI

Emeğin sesinin inşası daha da acil bir görev
3 Kasım seçimleri öncesinde Türkiye’desosyalistler için son derece önemli bir koşul oluşmuştu. DSP-MHP-ANAP koalisyonu yaşanan büyük krizlerin, üstü örtülemeyen skandalların, hortumlamaların sonucu çökmüştü ve bütün toplum yeni bir alternatif arayışı içindeydi.
O dönemde solun en geniş birliği sağlanabilseydi önemli bir alternatif ortaya çıkabilirdi.
Ne var ki bu sağlanamadı.Önemli bir fırsat kaçtı. Büyük emekçi yığınların önüne kısır bir sol birlik çıktı. Bu koşullarda AKP ve popülist söylemi ile Genç Parti büyük sıçramalar yaptılar.
3 Kasım seçimlerinde çok sayıda sol seçmen için çaresizce oy verdikleri diğer seçenek ise CHP’idi.
Bugün Genç Parti yok, CHP ise bütünüyle iflas etmiş durumda. CHP’nin iflas etmiş olması sosyalistler için yeni bir durum değil ama CHP’ye oy vermiş olan büyük yığınlar için daha önce durum bu denli net değildi.
Şimdi hızla yerine getirilmesi gereken bir görevle karşı karşıyayız. Solun yeni bir kitlesel sese ihtiyacı var. Ancak bu eski biçimlerin bir kez daha denenmesi ile gerçekleşemez. Yapılması gereken yepyeni bir örgütlenmenin inşasıdır.
Uluslararası hareketle yanyana olan, işçi emekçi taleplerini sonuna kadar destekleyen, ABD hegemonyasına karşı çıkan, yeni liberal politikalara hayatın her alanında cevap veren, gençleri öne çıkaran bir yeni sese ihtiyaç var.
Böylesi bir yeni örgütlenmeyi gerçekleştiremediğimiz takdirde önümüzdeki dönemde solun bir bütün olarak gerilemesi devam edecektir.
Emeğin sesi olacak bu adım sadece bir grup sosyalisti değil, fabrikalardaki ve işyerlerindeki işçileri, öğrencileri harekete geçirmelidir. Protesto etmek için değil, kazanmak için mücadele etmelidir.
Tüm emek örgütlerini bir araya getirmelidir ve onların politik sesi olabilmeyi onların desteği ile başarmalıdır.


Kerkük kimin toprağı?
Türk milliyetçiliği Kerkük’ü Türk toprağı olarak görüyor. Bunun nedeni burada bir miktar Türkmen’in yaşaması. Çeşitli iddialara göre soydaş olarak kabul edilen Türkmenler Kerkük’de yüzde 30’a varan bir nüfusa sahipler.
En koyu Türk milliyetçisi dahi bu oranı daha fazla arttıramıyor. Öte yandan Kerkük’ün en büyük etnik grubu Kürtler. (Türkiye’deki eski bazı iddialara göre onlar da “soydaş”.)
Bu durumda Kerkük açık ki Türk toprağı değil. Oysa Türkiye’de öyle bir hava yaratılmakta ki sanki Kerkük aslında Türkiye’nin bir parçası olmalı.
Son zamanlarda çıkarılan bazı haberlere göre Atatürk İsmet İnönü’ye “Kerkük”ü alın” demiş. (Böyle birşey söyleyip söylemediği bir yana neden bu zor işi İnönü’ye yıktığı ayrı bir konu.)
Kerkük Türkiye sınırında dahi değil. Sınırdan 200 kilometre daha içerde. Yani, Kerkük’ü almak aslında bütün Kuzey Irak’ı işgal etmek, bir başka deyişle Irak’ın Kürt bölgesini işgal etmek demek.
Yayılmacı Türk milliyetçiliği gözü dönmüş bir biçimde bunu istiyor. Ne var ki Kerkük’ün Kürt, Türk ya da Irak toprağı olmasının yanı sıra asıl önemi zengin bir petrol bölgesi olması. Bu petrol bölgesinin önemi petrolün çok kolay, dolayısıyla ucuza çıkarılması. Bu nedenle emperyalistler için de Kerkük herşeyden önce BP, Exxon gibi petrol şirketlerinin.
ABD’nin Irak’a saldırısı sırasında Irak Kürtleri ABD’nin yanında tutum aldı. KDP ve KYB böylelikle bölgenin geleceğini güvence altına aldıklarını düşünüyorlar. Ne var ki bu tutumları ile KDP ve KYB gelecekte Irak Arapları ile çatışmayı da garanti altına almış durumdalar.
Direnişin bugün Irak’da ulaştığı boyut Irak halkının çoğunluğunun ABD’ye karşı olduğunu yoruma gerek bırakmayacak bir açıklıkla gösteriyor.
Ancak Irak Kürt liderliği şimdilik bütün bunları düşünmüyor. “Ne koparsak kârdır” diye bakıyor ve zaman zaman bağımsızlıktan, fede-rasyondan bahsederken zaman zaman da Irak Devlet Başkanlığı’nı istiyor. Aslında bu isteği yeni Irak’ta Kürtlerin kurucu olması.
Ne var ki Irak’ın bu “yeniden” kuruluşunun hiçbir meşruiyeti yok. Tek dayanağı ABD işgali. Amerikan ordusunun baskısı ve zorbalığı. Açık ki direniş eninde sonunda Amerikan işgalini kıracak. İşgalci pılısını pırtısını toplayarak Irak’tan ayrılacak. İşte o vakit Kürt hareketi için zor günler başlayabilir.
Türk milliyetçileri şimdilik bu konularda düşünmüyorlar. Onlar asıl olarak neden tezkereyi 1 Mart’ta reddettik ve ABD’nin yanında savaşa girmedik. Girseydik şimdi Kerkük bizim olurdu diye düşünüyorlar. Oysa bu hiç bir biçimde mümkün olmayan bir rüya.
Dünya hegemonyasına soyunan ABD hiçbir biçimde Kerkük’ü, yani, petrolü Türkiye’ye bırakmaz. Kerkük petrolü Türkiye için çok büyük bir lokma.
Kerkük’le bağlantılı ikinci sorun ise bölgedeki Kongra Gel güçleri. Irak’ta meşru olan bu siyasi akımın varlığı Türkiye’yi rahatsız etmekte ve ikide bir yetkili ya da yetkisiz bir kişi Türkiye’nin Kuzey Irak’a girerek bu işi bitirmesi gerektiğini ifade ediyor.
Yukarıda anlatılan nedenlerden dolayı Türkiye veya başka bir gücün bugün ABD’nin izni olmadan Kuzey Irak’a girmesi mümkün değildir. ABD’nin ise kendi varlığının yanı sıra bir başka gücün Irak’a girmesine izin vermeye hiç niyeti yok. Geçen sene bölgede dolaşan bir grup Türk askerinin başlarına çuval geçirilerek göz altına alınmaları bunun en iyi göstergesidir.
Böylesi tehditler hükümetten ya da yetkili ağızlardan geldiğinde içe dönük bir propagandadır. Köşe yazarı, muhalefet partisi liderlerinden geldiğinde ise prim toplama çabasıdır.
Bir de ABD’nin Kongra Gel’e karşı operasyon yapması iddiaları var. Bu konuda kesin konuşmak zor. Ancak direnişle başı ciddi ölçüde dertte olan ABD ordusunun bir de Kongra Gel ile çatışacağını düşünmek çok mümkün değil.
Bugün Türkiye için çözüm her türlü yayılmacı siyaseti bir yana bırakarak Kürt sorununu içerde ve dışarda barışçı, siyasi yollarla çözmektir.
Diyarbakır Belediye Başkanı’nın Başbakan’a önerisi bu açıdan yerindedir. Başbakan Diyarbakır’a giderek barış çağrısı yapabilir. Bu doğrultuda adımlar atılacağını anlatabilir.
Milliyetçiler biraz homurdanacak, etkili, yetkili çevreler biraz söylenecektir ama Türkiye’de yaşayanların çoğunluğu bu barış çağrısına destek verecektir.
Doğan TARKAN