Sosyalist İşçi 231 (18 Şubat 2005)

 

Sayfa 4:

Dünyayla birlikte yoksullaşıyoruz
‘Turşuyu kaynatıp çorba yaptım’

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener geçenlerde Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) verilerine dayanarak basına bir açıklama yaptı. Buna göre 2002 yılı itibariyle Türkiye nüfusunun % 30'u (yaklaşık 21 milyon insan) yoksulluk sınırı altında yaşıyor. Ayrıca bir milyon kişi 'gıda yoksunu', yani tamamen aç! Üstelik DİE'nün açıkladığı yoksulluk sınırları sendikaların verdiği rakamların neredeyse üçte biri kadar.
Türkiye genelinde 931 adet Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı bulunu-yor. Bunlar, 21 milyonu bulan yoksulluk sınırı altında yaşayan insanın yalnızca 6.3 milyonuna bazı maddi yardımlarda bulunabiliyor. Bu yardımın miktarı 2002 yılında kişi başına yıllık 96 milyon TL, 2003'te 103 mil-yon TL, 2004'te 168 milyon TL. Yani geçen yıl, bu vakıflar kişi başına günde 46 yeni kuruş yardımda bulunmuşlar. Eğer tüm yoksullara yardım etmeye kalksalardı 46 kuruşu 3.5'e bölmeleri gerekecekti ki bu da kişi başı 13 kuruş ederdi. Yani kimse verilen yardımla bakkala gidip 'yarım ekmek versene' bile diyemezdi. Çünkü yarım ekmek 15 kuruş. İstanbul'da vapurla bir yakadan diğerine geçmek için verilen yardımı 9 gün biriktirmesi gerekirdi. Geri dönmek için de bir 9 gün daha!
Hükümet bize ekonomik başarılarını anlatadursun, devlet kurumlarının verdiği resmi rakamlara göre bile Türkiye'de yoksulluk dayanılmaz boyutlara varmış durumda. Bir yanda toplam gelirin yarısına el koyan en zengin yüzde yirmilik kesim ve milyon dolarlık transfer ücreti alan futbolcu, 'sanatçı', 'enkırmen', şovmen, manken ve benzerleri, diğer yanda toplam gelirin yalnızca yüzde altısından yararlanan en yoksul yüzde yirmilik nüfus.
Bakanın verdiği rakamları baş sayfadan ve manşetten veren Radikal gazetesinin (4 Şubat 2005) röportaj yaptığı yoksullardan birinin söyledikleri bu yazının başlığı. Tek göz bir 'ev'de yaşayan ailenin annesi içme suyunu üç ayda bir gelen tankerden sağlayabildiklerini, ısınmamaya artık alıştıklarını, yağmura sevindiklerini, çünkü yağmur yağınca evin önündeki kovaların dolduğunu da söylüyor. Bu suyla çamaşır, bulaşık (çıkarsa tabii), banyo gibi temel ihtiyaçlarını giderdiklerini anlatıyor.
Bu manzaralar geçtiğimiz yılın sonunda Tsunami ve deprem felaketiyle yıkılan yoksul ülke insanlarının yaşadığından hiç de farklı değil. Dünyanın üçte biri de yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Tıpkı Türkiye gibi... Çünkü içinde yaşadığımız(ı sandığımız) sistem yaratılan tüm zenginlikleri az sayıda zenginin elinde toplamak üzerine kurulu. Çünkü dünyayı babalarının çiftliği gibi gören birkaç bin zengin, dünyanın hiçbir yerinde ayrım yapmaksızın, yoksulların sırtından büyük bir lüks içinde yaşıyor. Büyük çokuluslu şirketlerin her yıl yalnızca reklama ayırdıkları paralarla bile kıtalar dolusu yoksul insanın karnı doyabilir, sağlık ve barınma sorunları çözülebilir, temiz içme suyuna kavuşabilirler, çocuklar okula gönderilebilir. Ya da silahlanma harcamalarında yalnızca kısıntıya bile gidilse bu sorunlar ortadan kalkar.


Nüfusun gelirden aldığı pay (%)

Birinci 20 (en yoksul) .............................................. 6.0
İkinci 20 ...................................................................10.4
Üçüncü 20 ................................................................14.5
Dördüncü 20 ...........................................................20.9
Beşinci 20 (en zengin) ............................................48.


Yoksul dünya
n 54 ülke şu an 1990'a göre daha yoksul. Bunların 20'si Sahra altı Afrika'da, 17'si Doğu Avrupa ve üçüncü dünya ülkelerinde.
n 3 milyon insan geçen yıl dünyada AIDS'den öldü. Bunun iki milyonu Sahraaltı Afrika'da.
n 21 ülkenin nüfusu 1990 yılından daha aç.
n 100 milyon dolar en yoksul ülkelerin günlük dış borç ödemesi. Örneğin Endonezya'nın 2004'te yaptığı borç ödemesi sağlığa yaptığı harcamanın 10, barınmaya yaptığı harcamanın 33 katı.
n 587 kişinin kişisel serveti bir milyar doları aşıyor. 2003'te bu sayı 476 idi.
n 3=48 dünyanın en zengin üç kişisinin serveti, en yoksul 48 ülkenin toplam gelirinden fazla.
n 1 dolar günlük gelirle yaşamaya çalışan bir milyar, 2 dolar gelirle yaşamaya çalışan iki milyar insan var.
n 10 milyon çocuk her yıl tedavisi kolay hastalıklardan ve yoksulluktan ölüyor. En çok çocuk ölümünün yaşandığı 20 ülkeden 19'u Afrika'da, diğeri ise Afganistan.
n 1 milyar insan teneke, karton vb. malzemeden ürettikleri 'barınak'larda yaşıyor. 30 yıl içinde bu sayı iki milyara çıkacak.
n 170 en yoksul ülkenin toplam yıllık gelirine eşit serveti birkaç yüz zengin elinde tutuyor.
n 300 milyar dolar Tsunami'nin vurduğu beş ülkenin dış borçları toplamı. Yıllık ödemeleri 32 milyar dolar. Yapılan yardımlardan onlarca kat fazla.
n 3 bin 450 milyar dolar en yoksul ülkelerin en zenginlere 1982'den beri ödedikleri dış borç miktarı.


Kapitalizmin suç dosyası

Zorla fahişelik
'Sosyal Avrupa'nın en sosyal devletlerinden Almanya'da basına da yansıyan bir kapitalizm suçu: daha önce fahişelik yapmasını teklif ettiği bir kadın teklifi kabul etmeyince İş ve İşçi Bulma Kurumu işsizlik parasını kesti. Almanya'nın sosyal güvenlik yasasına göre işsizlere bir süre işsizlik aylığı ödeni-yor. Ancak 55 yaşın altındaki kadınlar devletten bir yıldan fazla işsizlik aylığı aldıklarında, kendilerine sunulan herhangi bir işi kabul etmek zorundalar. Daha önce garsonluk yapan 25 yaşındaki bu kadına da kuruma başvuran genelevlerden biri önerilmişti.

Teneffüs bitti, haydi işbaşına!
Türkiye'de çeşitli bölgelerde yapılan bir araştırmaya göre, ilköğretim öğrencilerinin %23'ü ders çıkışında ve tatillerde aile bütçelerine katkı için, marangozluk, seyyar satıcılık, oto tamirciliği, tornacılık gibi işlerde çalışıyor. Yani okula gidebilen her dört çocuktan biri ödevlerini yapmak yerine, çalışmak zorunda. Yoksul semtlerde bu oran %45'e kadar çıkıyor.

Hayırlı kardeş Ergezen
İzmir'de üç yıldır 320 bin ortaöğretim öğrencisine yönelik uygulanmakta olan bir seviye tespit sınavı var. Bu sınavı bu yıl üstlenen şirket 150 milyar TL. kar elde etti. Ancak ihale, altı şirket arasından nedense (!), en düşük fiyatı verene değil de, Bayındırlık ve İskan Bakanı Zeki Ergezen'in kardeşine ait Sarakusta adlı şirkete verildi. İl Milli Eğitim Müdürlüğü daha önce "Sınav organizasyonunun altından kalkamıyoruz" açıklamasını yapmıştı.


AKLA KARA
AKP hükümeti, aslında pek çok başka hükümetten farksız olarak, çalışanlar, işsizler veya yoksullar sözkonusu olduğunda söylediğinin tam tersini uyguluyor. İşte buna gündemdeki iki kısa örnek.
Grev hakkını veririm, çalışma hakkını alırım!
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) Uzmanlar Komitesi’nce hazırlanan raporda, Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ile polislerin dışında kalan tüm memurlara sendikaya üye olabilme ve grev hakkı verilmesi istenmişti. AB müzakere sürecinin de önemli kalemlerinden biri olacak "memura grev hakkı" için hükümet düğmeye bastı. Çalışma Bakanı Murat Başesgioğlu, bu konudaki hazırlıkların Personel Rejimi Kanunu ile birlikte ele alındığını açıkladı. Hükümetin hazırlığını yaptığı Personel Rejimi Kanunu tasarısında, Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ile polisler, bir de yargı mensuplarının dışında kalan kamu çalışanlarının "memur" statüsünden çıkarılarak "sözleşmeli personel" statüsünde çalıştırılması öngörülüyor. Böylece AKP ILO'nun önerisini yerine getirmiş oluyor. Bir farkla. Grev hakkına sahip olacak kimseyi bırakmadan!
Domatesin suçu ne?
Geçtiğimiz ay TAGEM'de (Tarımsal Araştırma Genel Müdürlüğü), sessiz sedasız bir toplantı yapıldı. Toplantıya GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) yanlısı "akademisyenler"le gdo'lu ürün ithalatçısı ve üreticisi şirketlerin sözcüleri katıldı. Dünya GDO pazarının çoğuna hakim olan ve Amerikan Senatosu içinde dahi ortakları bulunan Monsanto şirketinin bir temsilcisi de herhalde "geçerken uğramıştı". Edinilen bilgiye göre toplantıda Ulusal Biyogüvenlik Kanun Taslağı çerçevesinde GDO'lu tarım ürünleri için Türkiye pazarının genişletilmesi ve gerekli hukuki düzenlemeler tartışıldı. Oysa henüz hafızalarda, Tarım Bakanı Sami Güçlü GDO'ya Hayır Platformu'nun "Canavar Domates" kampanyasına neredeyse destek veren açıklamalar yapmış, Türkiye'ye GDO'lu ürün sokulmayacağı ve ürün analizleri yapacak labaratuvarlar kurulacağı konusunda Platform’a ve kamuoyuna söz vermişti. TAGEM'deki toplantıya GDO karşıtı akademisyenlerin ve Platform temsilcilerinin çağırılmamış olması, dahası Monsanto'nun "Ulusal" Biyogüvenlik konusundaki bir tartışmaya dahil edilmesi, hükümetin kime hizmet etmek istediğinin de en güzel kanıtı.