Sosyalist İşçi 231 (18 Şubat 2005)

 

Sayfa 6: Dünya

Avrupa Birliği şirket kuşatması altında
Çokuluslu şirketlerin Brüksel çıkarması
2003 yılında Avrupa Parlamentosu tarafından yayınlanan bir raporda, Brüksel'de lobi faaliyeti sürdürenlerin yüzde 70'inin faaliyetlerini şirket çıkarları adına yürüttüğü-ne, sadece yüzde 20'sinin sivil toplum kuruluşları (sendikalar, sağlık hizmetleri örgütleri, çevre grup-ları, vb) ve toplumsal yarar için çalıştığına işaret edi-yor. Geriye kalan yüzde 10 ise AB içindeki bölgelerin, kentlerin ve uluslararası kurumların temsilcilerin--den oluşuyor.
Hemen her ticari alanda, Avrupa Şişelenmiş Su Soğutucuları Derneği gibi en küçüklerinden, Brük-sel'deki bürosunda 140 ki-şiyi çalıştıran Kimya Sana-yi Federasyonu'na kadar, tüm sektörlerden lobi grupları bulunuyor. Brüksel'de faaliyet sürdüren "halkla ilişkiler" şirketlerinin binden fazla çalışanı var. Bu tür şirket-ler, parayı bastıran serma-ye grupları adına AB bürokrasisi ile doğrudan görüşmeler, stratejik danışma ve bilgi paylaşımı gibi hizmetler veriyor.
Sosyalist İşçi'nin geçtiğimiz sayılarında da belirtildiği gibi, AB'deki karar mekanizmalarının karmaşıklığı ve antide-mokratik karakteri, seçimle değil, atamayla gelen bü-rokratların kimseye hesap verme zorunluluğu ol-madan karar alabilme yetkileri, lobi gruplarının kapalı kapılar ardında diplomatik pazarlıklarla alınan kararları önemli ölçüde etkileyebilmelerini sağlıyor. Brüksel, son yıllarda lobi konusunda başı çeken Washington'u geçe-rek dünyanın bir numaralı lobi merkezi olma yolunda ilerliyor.
AB'nin merkezinde binden fazla lobi grubu, yüzlerce halkla ilişkiler şirketi, çokuluslu şirketler tarafından finanse edilen onlarca "think-tank" kurumu ve yüzlerce şirketin "AB işleri sorumlusu" bulunuyor. Avrupa Parlamentosu'nun web sitesinde 5 binden fazla akredite olmuş 'lobici' listeleniyor. Brüksel'de günü-müzde büyük çoğunluğu çokuluslu şirketlerin çıkarlarına hizmet eden 15 -20 bin arasında profesyonel lobi çalışanı olduğu tahmin ediliyor. Hill & Knowlton gibi tek bir halkla ilişkiler şirketi bile, Brüksel'de sos-yal meseleler ve çevre gibi konularda lobi faaliyeti ya-pan sivil toplum kuruluş-larının toplam çalışanlarından fazla kişiyi çalıştırıyor. Bu nedenle STK'ların lobi faaliyetlerinin şirketlerin etkisini kırması ve AB kararlarının sosyal olandan yana çıkması pek olası değil.
AB'nin büyük yetkilerle donanmış bürokrasisi şirketlerin ablukası ve etkisi altında.
* Bu sayfanın hazırlanmasında Corporate Europe Observatory'nun yayınlarından yararlanıldı.


Militarizm Brüksel'de kamuflajda
Yeni Savunma Ajandası (NDA), Brüksel'de silah şirketlerinin lobi faaliyetlerini yürütüyor, bağış karşılığı, istenilen içerikte raporlar yayınlıyor ve diğer halkla ilişkiler işlerini yürütüyor. Müşteri tarafından veril-mek istenen mesajı içeren bir rapor veya açık bir toplantının fiyatı 15 bin ile 30 bin euro arasında değişiyor.
Silah şirketleri açısından kendi çıkarlarını doğrudan gündeme getirmek yerine, bu işi dikkat çekmeden halletmeleri önemli bir avantaj sağlıyor. Diğer tüm sanayiciler gibi, silah şirketleri de AB'nin rekabetçi politikalar yürütmesi konusunu, özellikle savunma harcamalarının artırılması beklentisi nedeniyle önemsiyor. AB'nin günümüzdeki savunma harcamaları ortalama GSMH'nın yüzde 3'ü dolayında. ABD'nin harcaması GSMH'sının yüzde 6'sına varan harcaması karşısında oldukça düşük. Silah şirketleri bu durumu rekabet güçlerinin önündeki en büyük engel olarak gösteriyor!
NDA, hem Brüksel'deki NATO sekreterliğiyle, hem de Avrupa Komisyonu'nun askeri araştırmalarıyla ilgili kuruluşlarıyla yakın ilişki içinde. Brüksel'de bir çok silah lobisi bulunuyor. Bunlar arasında en önemlileri Avrupa Havacılık Sanayi Derneği ve Avrupa Savunma Sanayileri Grubu sayılabilir.


Biyoteknoloji şirketleri bastırıyor
Brüksel'de biyoteknoloji konusunda lobi yapan en büyük iki grup, tüm biyoteknoloji sektörünü temsil eden EuropaBio ve Avrupa Tohum Derneği. En büyük dört biyoteknoloji şirketi olan Monsanto, Syngenta, Pioneer (DuPont) ve Bayer bu her iki grubun da üyesi, ancak aynı zamanda Brüksel'de kendi lobi büroları var.
1998 yılında biyoteknoloji şirketleri, Avrupa'nın gördüğü en pahalı ve en çıkarcı lobi kampanyasının ardından, genler, hücreler, hayvanlar, bitkiler, insan vücudunun parçaları ve insan embriyosu üzerinde patent hakları tanıyan AB Yaşam Patent Direktifi'ni geçirmeyi başardı. Ancak bunu izleyen yıllarda bu şirketler, GDO'lu (Genleriyle Oynanmış) ürünler konusunda tüketicilerin verdiği mücadeleler sonucu, istedikleri ölçüde hızlı adım atamadı. Son yıllarda Avrupa Komisyonu, biyoteknolojiler konusunda oldukça destekleyici bir tavır içinde olmasına karşın, ulusal hükümetler, tüketicilerin tepkisinden çekinerek yeni biyoteknolojik ürünler konusunda daha temkinli adımlar attı.
O günden bu yana biyoteknoloji şirketleriyle çevrecileri karşı karşıya getiren bir çok önemli mücadele yürütüldü. Ancak, AB'nin "bir arada var oluş" (organik ürünlerle GDO'lu ürünlerin bir arada, yan yana var oluşu) konseptiyle, GDO'lu ürünlere izin veren yeni uygulamalar gündeme geldi. Daha önce GDO'lu ürünlerin üretimi ve dışalımı konusunda direnen AB, etiketlenmesi koşuluyla tüketimi konusunda, şirketlerin lehine geri adım attı.


Sermaye: 1 İnsanlık: 0

AB'nin ekonomi-politikasının re-kabeti temel alması için iki dev lobi grubu kıyasıya mücadele etti. 2000 yılında "Lizbon Stratejisi" adıyla rekabeti AB'nin resmi ekonomi-politikası haline getirmede önemli rol oynayan bu gruplardan biri Türkiye'den TİSK ve TÜSİAD'ın da üyesi olduğu Avrupa Sanayici ve İşverenler Konfederasyonları ve diğeri de Avrupa Sanayicileri Birliği. O günden bu yana bu iki kuruluş rekabetin AB ülkelerinin gündeminden düşmemesi için elinden geleni yapıyor.
Bu durum, ekonomik rekabetin önünde bir engel olarak görülen Kyoto Protokolü ve sağlık gibi konularda geri adım atılması anlamına geliyor. Avrupa Komisyonu'nun yeni başkanı José Manuel Barroso, başkanlığı döneminde önceliğin Lizbon'da karara bağlanan rekabet gücünün artırılması olduğunu açıkladı.
Şaşırtıcı, ama gerçek: AB'de satılan tüm kimyasalların yüzde 99'u herhangi bir çevre veya sağlık denetiminden geçmiyor. Avrupa Komisyonu 1999 yılında tüm kimyasalların denetimine yönelik uygulamalar önerdi. Ancak kimya sanayicileri buna şiddetle karşı çıktı.
Avrupa Kimya Sanayicileri Derneği (CEFIC), önerinin yumuşatılması ve geciktirilmesi için milyonlarca euro'luk lobi faaliyeti yürüttü. Bu kampanya ABD'li kimya sanayicileri ve Bush yönetimi tarafından da desteklendi. Colin Powell doğrudan devreye girerek, bir çok AB hükümeti üzerinde baskı yaptı. CEFIC, BASF'ın liderliğinde rekabet koşullarını ileri sürerek, öneriye karşı duruşunu daha da sertleştirdi. Kimyasalların denetiminin, 2010 yılına kadar ulaşılması hedeflenen Lizbon Stratejisi'ndeki rekabetçi koşulları zedeleyeceği ileri sürüldü.
İnsan sağlığını hiçe sayan tüm bu baskılar sonucu, 2003 yılı sonunda gözden geçirilerek yeniden gündeme alınan denetim önerisi, büyük oranda kimya şirketlerinin istekleri doğrultusunda yumuşatıldı. AB'de henüz kimyasalları denetleyen yasal bir düzenleme yok. Avrupa Parlamentosu'nun önerinin son derece yumuşatılmış halini bu yıl onaylaması bekleniyor.