Sosyalist İşçi 231 (18 Şubat 2005)

 

Sayfa 7: Dünya

FİLİSTİN
Adalet olmazsa barış da olamaz
Filistin’de barış rüzgarları esiyor. Öyle bir hava var ki sanki çok yakında yarım yüzyıllık Filistin sorunu çözülecek. Ve her şey Filistin Kurtuluş Örgütü lideri, Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat’ın ölümüne bağlanıyor.
Arafat her zaman emperyalistler için istenmeyen biri oldu. Çünkü, FKÖ verdiği mücadele ile bütün Arap dünyasını radikalleştirmekte, emperyalizme karşı duyguları körüklemekteydi.
Gerçekte hem Arafat, hem de başında olduğu Filistin Kurtuluş Örgütü gösterildiği kadar radikal örgütler değil. Arafat isteristemez aşağıdan gelen baskılar sonucu uzlaşmaz pozisyonlara girmekte fakat diğer yandan bulduğu her fırsatta da uzlaşmaya çalışmaktaydı.
Filistin Kurtuluş Örgütü’nün tarihi boyunca sayısız kereler gerici Arap rejimleri ile girişilen uzlaşmalar bunun kanıtı.
Son olarak ise Arafat Lübnan’ı terk ederken aslında Filistin hareketi için bir dönemi kapamaktaydı. FKÖ’nün Lübnan’dan çekilmesiyle sürgündeki Filistin halkının direnebilmesi için elinde hiç bir olanak kalmıyordu. teker teker her yerden dışlanmışlardı.
Lübnan’dan çekilmenin hemen ardından iki süreç iç içe başladı. Bir yandan işgal altındaki topraklarda İntifada başladı, diğer yandan ise “Oslo Barış Süreci.”
Yakınlarına “Arafat’tan farklı görünmek için takım elbise giyip, kravat takıyoruz” diyen Mahmut Abbas’ın hazırladığı Oslo Barış Anlaşması’nın binlerce sayfasında tek bir kere bile İsrail işgalinden bahsedilmemekte.
Oysa, Filistin 1948’den başlayarak, giderek büyüyen, genişleyen bir işgal altında. Siyonist İsrail devleti işgali yaydıkça daha fazla Filistinli topraklarını terk ederek göçmek zorunda kaldı. Sonunda göçmen Filistinli nüfus işgal altındaki bölgelerde yaşayan Filistinli nüfustan daha fazla hale geldi.
Oslo’da işgalden bahsetmeyen Mahmut Abbas bu kez de işgalden bahsetmiyor. Bu konuyu sonra konuşuruz diyor. Aynı şekilde Doğu Kudüs’ün Filistin Devleti’nin başkenti olması konusunda da, sayısız Fi-listin kentinin İsrail işga-linde olması da, Filistinlilere bırakılacak topraklardaki Yahudi yerleşim bölgeleri de, Filistin’i çevreleyen duvar da Abbas’ın tek laf etmediği diğer konular.
Arafat’ın ölmesinden sonra Amerikan Yönetimi’nin desteklediği aday olan Mahmut Abbas kısacası Oslo Anlaşmasını tekrarlamaya çalışıyor. “Hele bir anlaşalım, gerisi kolay” diyor. Ama neden anlaşılıyor, o belli değil. Ya da daha doğrusu bu anlaşmada Filistinlilerin yararına olan her ne ise, o da ortada yok.
Mahmut Abbas şu anda herşeye rağmen ABD’nin anladığı anlamda bir barışa doğru adımlar atıyor. Ya da öyle bir görüntü var.
Bölgeye gelen ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice “şiddete son verin” dedi. Ama aynı Rice İsrail’e “şiddete son verin” demedi. Sanki Filistinliler İsrail’i,, işgal etmiş gibi. Sanki Filistin uçakları İsrail kentlerini bombalıyor, Filistin tankları İsrail sokaklarında geziyormuş gibi sanki Tel Aviv sinegoglarında Filistin bayrağı asılıymış gibi.
Abbas şu anda Rice’ın dediğini yapıyor. Kendi subaylarına işten el çektiriyor, sınırına Filistinli askerleri yığıyor. Filistinliyi Filistinliye kıydırmaya hazır olduğunu gösteriyor. Amerikalılar ve Siyonistler mutlu. Abbas’ın terörist şiddet karşıtı çabalarına karşı İsrail de “askeri operasyonlarını” durduracağını söylüyor.
İkinci İntifada başladığından bu yana 4 bin kişi öldü. 3 bini Filistinli. Bini İsrailli.
İsrail düpedüz, aranan 112 Filistinliye suikast gerçekleştirdi. Bu 112 kişiyi öldürürken 500’den çok Filistinli sivil de yaşamlarını kaybetti. Gene de ABD’ye göre İsrail’in bu yaptığı “askeri operasyon”!
Filistin halkı açık ki barış istiyor. Savaşmaktan yorulmuş durumda. 1948’den beri direniyorlar. Tanka karşı, helikopter ve savaş uçağına karşı taşla direniyorlar. Yorgun olmaları anlaşılır birşey.
Ancak acaba barış mümkün mü. Mahmut Abbas’ın tuttuğu yol barışa götürür mü?
Kudüs’ün başkent olmasından vazgeçilebilir. İşgal altındaki bölgelerdeki Yahudi yerleşim bölgelerinin varlığı kabul edilebilir. Yani daha az toprağa razı olunabilir. Ülkenin her yanının duvarlarla örülmesine de razı olunabilir! Ama ya mülteciler sorunu?
Filistin halkının çoğu Filistin’in dışında. Onların geri dönme hakkı olmadan barış mümkün değil. Onlar geri döndüğünde ise (eğer dönebilirlerse) Filistinlilere verilen bir avuç toprakta yaşamak mümkün değil.
İşte bu nedenle barış diye yutturulmak istenen anlaşmada göçmenler sorununa, İsrail işgaline hiç değinilmiyor.
Filistinin takım elbiseli yeni başkanı Abbas, İsrail’in başbakanı Şaron ve ABD’den Bush kendi aralarında bir anlaşma imzalamaya çalışablirler. 2. İntifada Filistinlinin Filistinliye silah çekmesi ile durabilir. Ama barış? Asla mümkün olmaz.
Adalet olmadıkça, topraklarından sürülenler geri dönme hakkına sahip olmadıkça Filistin halkı daima direnmek, mücadele etmek zorunda. Koşullar ne denli ağır olursa olsun direnmekten başka çare yok.
Mahmut Abbas ne yaparsa yapsın, aşağıdan gelen baskıyla yüzleşmek zorunda.
Dün de Arafat uzlaşmak istiyordu ve adımlar atıyordu ama aşağıdan gelen baskı son anda geri çekilmesine neden oluyordu. Aynen Oslo’da olduğu gibi. Abbas’ı bekleyen gelecek de hemen hemen aynısı.
Sinan BULUT


Bush savaşa doymayacak
Savaşkan başkan George Walker Bush yeni bütçelerinde askeri harcamaları artırmış olmasına rağmen, savaş için ek bütçe talebinde bulundu. Üstelik az buz da değil 81.9 milyar dolar.
Bu paranın beş milyar doları da savaşa destek veren ülkelere dağıtılacak. Yani Bush savaş yanlılarına rüşvet verecek. En kısa zamandaonaylanmasını talep ettiği bütçe onaylanınca ABD’nin Irak savaşı için harcadığı para 300 milyar doları bulmuş olacak.
Kongre’ye sunduğu 2006 bütçesinin toplamı 2.57 trilyon gibi devasa bir rakam. Dünya halklarının özgürlüğü ve refahını düşünmekten geceleri gözüne uyku girmeyen Bush’un Tsunami felaketine ayırdığı para ise 950 milyon.


ABD'nin savaş suçları bitmiyor…

İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Ocak ayı raporunda, Washington yönetiminin insan haklarını hiçe saydığı, diğer ülkelerin de bunu bahane göstererek hukuku çiğnediği vurgulandı. İnsan Hakları İzleme Örgütü, ABD'nin insan haklarına ilişkin yasaları ihlal ederek dünyaya kötü örnek olduğunu bildirdi. Merkezi New York'ta bulunan örgütün yıllık raporunda Washington'ın insan hakları yasalarını çiğneyerek ve bu tutumunu haklı göstermeye çalışarak, bu yasaları küçük düşürdüğüne özel bir bölüm ayrıldı.
Örgütün Irak'taki Ebu Garib cezaevinde ve Küba'daki Guantanamo'da işkence yapılmasına ve tutsaklara karşı zalimce, insanlık dışı ve küçük düşürücü uygulamalara katılan, bu yönde emir veren veya emir yetkisi olan tüm yetkililerin soruşturulması için yaptığı çağrı önemli ve desteklenmeli.


Barış süreci Filistinlilere ne getirmişti?
1991’deki 1. Körfez Savaşı bölgede AB’nin ve dolayısıyla İsrail’in gücünü büyük ölçüde arttırdı. Bunun üzerine bazı İsrailliler barıştan bahsetmeye başladılar.
Bunun üzerine 1993’den İkinci İntifada’nın başlamasına kadar geçen görüşmeler ve “barış” sürecinde Filistin halkı “barış”ın ne olduğunu gördü. Yaşam eskisinden daha kötü bir hale geldi.
Gayri Safi Milli Hasıla yüzde 35 düştü.
İşgal altındaki bazı bölgelerde işsizlik yüzde 40’a ulaştı.
1987’de kişi başına gelir 1.750 dolar iken bu rakam 1.050’ye düştü. İsrail’de ise kişi başına milli gelir 12 bin dolar!
İsrail hudutları içinde bir milyon Filistinli yaşıyor. Bunlar ikinci sınıf vatandaş durumunda. İsrail’de bir Yahudinin saat ücreti bir Filistinliden yüzde 33 daha fazla.
1940’dan beri İsrail’de hiç bir Arap köyü inşa edilmedi. Oysa sadece 2001 yılında işgal altındaki bölgelerde 22 bin İsrail konutu inşa edildi.
Filistinliler arasındaki çoçuk ölümleri yahudilerin iki katı.
Filistin özerk bölgesinin ihracatı İsrail’in ihracatının sadece yirmide biri ve onunda yüzde 94’ü İsrail’e gitmekte.
Sık sık kapatılan sınırlarda Filistin mallarının İsrail’e girmesi engellenirken İsrail malları serbestçe Filistin bölgesine akmakta.
İsrail, kullandığı su-yun % 50’sini 1967’de işgal ettiği bölgelerden temin etmekte.


Walden Bello ölümle tehdit ediliyor

Küresel adalet hareketinin önde gelen aktivistlerinden Walden Bello ve hareketin Filipinlerdeki diğer bazı aktivistleri, Liddy Nacpil, Etta Rosales ve Popoy Lagman ölüm tehdidi aldılar. Walden Bello ve arkadaşları hükümetten ya da sağcı siyasal güçlerden değil, Filipinler Komünist Partisi önderliği tarafından tehdit edildiler.
Filipinler Komünist Partisi'nin merkez organı Ang Bayan (Ulus) hareketin bu önde gelen aktivistlerini karşı devrimci olarak ilan etti. Tehdit edilen aktivistlerden Popoy Lagman FKP'nin silahlı örgütü Halk Ordusu tarafında öldürüldü.
Filipinler Komünist Partisi yayın organı Ang Bayan'a göre Walden Bello ve arkadaşları karşı devrimci troçkist ve sosyal demokrat gruplarla ilişki içindedirler!
Küresel Güney'e Bakış adlı örgütün yöneticisi olan Walden Bello küresel sermayenin, savaş taraftarlarının ve tekellerin küreselleşmesinin önde gelen muhaliflerinden birisidir. Sayısız konferansta, çeşitli sosyal forum toplantılarında ABD'nin Irak'taki işgaline koşulsuz destek vermektedir. Bello ile birlikte tehdit edilen Etta Rosales Filipin Parlamentosu'nun İnsan hakları Komitesi üyesidir.
Uluslararası antikapitalist hareket Walden Bello ve arkadaşlarını savunmakta ve Filipinler Komünist Partisi'ni şiddetle kınamaktadır. Bugün ihtiyacımız bölünmek değil birleşmek ve safları sıklaştırmaktır.