Sosyalist İşçi 231 (18 Şubat 2005)

 

Sayfa 8-9: Orta sayfa

SIRA İRAN’A GELİYOR

Dünyanın bir numaralı katili Bush hem ikinci başkanlık dönemi yemin töreninde hem de Ulusa Sesleniş konuşmasında “ABD'nin kendisini dünyaya özgürlük yaymaya adadığını” anlattı. Ayrıca Ulusa Sesleniş konuşmasında "Bugün, İran dünyada terörü destekleyen ülkeler arasında başta geliyor- halkını aradığı ve hak ettiği özgürlükten nükleer silah geliştirerek mahrum bırakıyor", diyerek İran'ı yeni hedefi olarak gösterdi. Diğer potansiyel tehlikelerin de Suriye ve Kuzey Kore olduğunu söyledi. Üstelik "Kendi özgürlüğünüzden yana davranırsanız, Amerika da sizin yanınızda olacaktır" diyerek, tıpkı 11 Eylül'den sonra yaptığı gibi aslında bütün dünyayı tehdit etti.
Bütün bu konuşmalar ikinci Bush döneminin, ilk dört yılda izlediği politikalara daha da saldırganlaşarak devam edeceğinin göstergeleri. Peki amaç ne? En son söyleyeceğimizi en başta söylersek, dünyaya hakim olmak.
Afganistan, Irak, şimdi de İran…
11 Eylül'den sonra Bush, Afganistan'a saldırdığında, gerekçesi ‘dünyanın bir numaralı teröristi’ Bin Ladin'i yakalamaktı. O zaman da Bush, Afganistan'a saldırmanın terörizme karşı mücadelede bir adım olduğunu, dolayısıyla desteklenmesi gerektiğini söylemişti.
Ardından Irak geldi. Gerekçe Saddam Hüseyin'in kitle imha silahlarına sahip olduğu, bu nedenle etkisiz hale getirilmesi gerektiğiydi.
Şimdi ise sıra İran'a geldi. Bir yandan Bush her fırsatta İran'ı hedef olarak gösterirken, bir yandan da Condoleezza Rice Amerika'nın şu anda İran'a saldırmak gibi bir planı olmadığını söylüyor. Ancak, bundan iki yıl önce Irak'ın işgaline giden süreçte de Bush Irak'a saldırmayı amaçladığını her fırsatta yadsıyordu. Ancak sonuç, Irak'ın iki ay içinde işgal edilmesi ve bugüne kadar 100 bin Iraklının ölümü oldu.
Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi
Ne Afganistan'a, ne Irak'a yapılan saldırılar, ne de şimdi İran'a ve Kuzey Kore'ye yöneltilen tehditler birbirinden bağımsız. Bütün bu saldırıların temelinde, ilk defa 1997 yılında, Amerika'da aşırı sağcı bir derginin editörü olan William Kristol tarafından hazırlanan Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi yatıyor. Bu projenin mimarlarının çoğu Ronald Reagan döneminde görev almış isimlerden oluşuyor ve şu anda bunların çoğu Bush yönetiminin içinde yer alıyorlar. Bu isimler arasında başkan yardımcısı Dick Cheney, Donald Rumsfeld ve Paul Wolfowitz. Ayrıca şu anda Afganistan'da Amerika'nın temsilciliğini yapan Zalmay Khalilzad da bu metni imzalayanlar arasında bulunuyor. Bu ekip, aynı zamanda, Reagan döneminde silah harcamalarındaki büyük artışın ve 1980'ler boyunca Şili, Peru, Nikaragua gibi ülkelerdeki darbelerin ve ölüm timlerinin mimarı olan ekip.
Amerika neden korkuyor?
1990'ların başında, Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi'ni oluşturanların en büyük korkusu, Avrupa ve Japonya ile karşılaştırıldığında Amerika'nın ekonomik gücünü kaybediyor olmasıydı. Amerika Rusya'ya karşı "Soğuk Savaş"ı kazanmıştı, fakat şimdi küresel gücünü kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyaydı.
Çünkü Amerikan ekonomisi, on yıl öncesine göre daha güçlü olmasına rağmen, 1945'ler ile karşılaştırıldığında çok daha zayıf durumdaydı. 1945'de Amerika dünya üretiminin yarısını gerçekleştirirken, bugün sadece %22'sini gerçekleştiriyor. İşte bu değişim Amerikan egemen sınıfı içerisinde uzun süreden beri devam eden bir tartışmaya yol açtı.
1997'de yayınlanan Yeni Amerikan Yüzyılı projesinde şöyle deniyordu:
"Geçmiş yönetimler tarafından oluşturulan sermayemizi -hem maddi yatırımlar anlamında hem de dış politikadaki başarılarımız anlamında- kaybetmeye başlıyoruz. Amerika'nın dünyadaki etkisini koruması giderek güçleşiyor."
Bu ekip, dünyaya gücünü kabul ettirmek için Amerika'nın askeri harcamalarını artırması gerektiğini düşünüyordu. Ne kadar güçlü olduğunu göstererek, Amerika'nın sözünü dinlemeyen "yaramaz" devletlere ders vermek için Irak'a saldırmak da bu projenin yaratıcılarının fikriydi.
Potansiyel rakipler: Avrupa, Çin, Japonya…
Ve proje şöyle devam ediyordu:
"Şu anda Amerika, her anlamda dünyanın tek süper gücü. Ve küresel düzeyde herhangi bir rakiple karşı karşıya değil. Amerika'nın büyük stratejisi bu avantajlı pozisyonunu mümkün olabildiğince uzun süre korumayı ve geliştirmeyi hedeflemeli. Fakat, şu andaki durumdan memnun olmayan ve bunu değiştirmek isteyen bazı devletler var. Amerika'nın dünyadaki askeri varlığı ve yetenekleri sayesinde şu ana kadar bunu yapamadılar. Fakat eğer Amerika'nın bu gücü değişirse, bizim açımızdan şu anda olumlu olan bu koşullar böyle kalmayabilir."
Bu potansiyel tehlikenin başında Çin geliyordu:
"Eğer ekonomisi bu hızla gelişmeye devam ederse, Çin'in ne kadar güçlü bir hale gelebileceğini gözümüzün önüne getirmenin bir başka yolu da, onu, Amerika Birleşik Devletleri ile karşılaştırmaktır. Amerika'nın GSMH'si 7,9 trilyon dolardır. Eğer Çin'in kişi başına düşen GSMH'si Güney Kore'nin GSMH'sine eşitse, Çin'in GSMH'si hemen hemen 10.66 trilyon dolar olmalıdir ve bu Amerika'nın GSMH'sinden aşağı yukarı 1,5 kat daha büyüktür. Eğer Çin'in kişi başına düşen GSMH'si Japonya'nın GSMH'sinin yarısı ise, Çin'in GSMH'si Amerika'nın GSMH'sinin 2,5 katı olmalıdır. Soğuk Savaş döneminde, Sovyetler Birliği'nin, hemen hemen Amerikanın yarısı kadar bir zenginliğe sahip olduğunu düşünürsek, Çin'in, Amerika'dan bile daha güçlü olma potansiyeline sahip olduğunu görürüz."
Diğer potansiyel rakipler ise, Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle artık Amerika'nın sözünü dinlemek zorunda olmayan Almanya ve Japonya, bunlara ek olarak da askeri olarak hala büyük bir güç olmaya devam eden Rusya idi.
Ulusal Güvenlik Stratejisi
Aslında son 15 yıldan beri Amerikan egemen sınıfı içerisinde Amerika'nın dünyaya tek başına nasıl hakim olabileceğine dair bir tartışma devam ediyor. Baba Bush ve Clinton döneminde Amerika aynı saldırgan politikalara sahip olmasına rağmen, en azından diğer ülkeleri de yanına alma konusunda daha dikkatli davranırken, son Bush yönetimi, egemen sınıf içerisinde Amerika'nın gerekirse tek başına müdahale etmesi gerektiği fikrini savunanların iktidarını temsil ediyor. Bu da yeni bir aşırı silahlanma dönemine girişi gösteriyor.
2002 yılında, Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi'nin mimarları tarafından yayınlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi ise yeni Bush yönetiminin nasıl bir politika izleyeceğinin somutlanmış halini oluşturuyor:
"Bizim güçlerimiz, Amerika'nın gücü ile eşit güce sahip olmaya ya da onu geçmeye çalışan rakiplerimizi caydırmak için yeterince güçlüdür"
11 Eylül ve fırsatlar
11 Eylül'de gerçekleşen trajedi Bush yönetimine bu politikalarını hayata geçirmek için tarihi bir fırsat sundu. Bush 11 Eylül'den hemen sonra yaptığı konuşmada:
"Geçen yüzyılın önemli bir bölümünde Amerika'nın savunması Soğuk Savaş doktrinine bağlı olarak oluşturulmuştu. Bu savunma stratejisi savunma ve kontrol altına almaya dayanıyordu. Bazı durumlarda bu stratejiler halen geçerli. Fakat yeni tehditler yeni fikirleri getiriyor…Vatan savunması ve misilleme sağlam bir güvenliğin parçalarıdır ve bunlar Amerika'nın temel öncelikleridir. Fakat teröre karşı verilen savaş savunmayla kazanılmayacak. Teröristler meydana çıkmadan önce onlara karşı savaş açmak, planlarını bozmak ve yaratacakları tehlikenin önünü kesmek zorundayız. Güvenliği sağlamanın tek yolu harekete geçmektir ve Amerikan ulusu gerekirse tek başına harekete geçmekten kaçınmayacaktır."
Bu gerekçeyle önce Afganistan'a, ardından Irak'a tek başına saldırarak hem Çin, Japonya, Avrupa gibi rakiplerine kendi gücünü gösterdi, hem de dünyanın en büyük petrol rezer-vine sahip Irak'ı işgal ederek dünyadaki en önemli hammadde olan petrolün kontrolünü ele geçirdi.
Ancak bu saldırganlığın altında yatan amaç sadece askeri gücünü kanıtlamak değil, aynı zamanda Amerikan tipi serbest piyasa kapitalizmini tüm dünyaya kabul ettirmekti. Bush'un kendisi Ulusal Güvenlik Stratejisi'ne yazdığı önsözde şöyle diyordu:
"Amerikan tipi serbest piyasa kapitalizmi ulusal bir başarı için tek sürdürülebilir modeli temsil eder." Yine aynı belgede Bush "ortak değerler"i -yani serbest ticaret değerleri- kabul ettikleri sürece Rusya ve Çin'in büyük güçler arasında yaşanabilecek olası bir çatışmayı engelleyebileceklerini söylüyordu.
Yani Bush yönetimi, Amerika'nın askeri gücünü sadece Amerika'nın askeri egemenliğini değil, aynı zamanda Amerikan modeli neo-liberal kapitalizmi kabul ettirmek için de kullanıyor.
Amerikan saldırganlığı durdurulabilir mi?
İşgalin üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen bugün Irak'ta işler hiç de Amerika'nın istediği gibi gitmiyor. Bir yandan Irak'ta devam eden direniş, bir yandan da dünyadaki savaş ve işgal karşıtı hareket hem maliyet açısından hem de Amerika'nın politikalarının dünya kamuoyunun gözündeki meşruluğu açısından Amerika'yı büyük bir çıkmaza sürüklüyor. Seçimler hiçbir şekilde Irak'a istikrar getirmediği gibi direniş de devam ediyor. Bugün hem Irak'ın işgalini durduracak, hem de Amerika'nın İran'a saldırmasını engelleyecek tek bir yol var; o da Irak ve İran halkının mücadelesi ve uluslararası savaş karşıtı hareketin başarısı. Ancak bu ikisinin bir arada varolması Bush yönetiminin içine düştüğü açmazları derinleştirip, yeni savaşları engelleyebilir.


Amerikan müdahalesi her yere felaket getirdi
Amerika'nın askeri müdahale politikası Afganistan ve Irak ile başlamadı. Vietnam Savaşı sırasında iki milyondan fazla Vietnamlı öldü.
Baba Geroge Bush Aralık 1989'da sözde "şeytan" diktatör Noriega'yı durdurmak için Panama'ya saldırı emri vermişti. Bu işgal sırasında 10 bin Panama'lı öldürüldü. Bu işgalin asıl amacı Panama Kanalı'nın kontrolünü elde tutmaktı.
Bir yıl sonra, yine baba Bush Güney Afrika'daki Somali'ye girmek için Birleşmiş Milletler'in desteğini aldı. Bu işgalin sonucunda Somali'de korkunç bir iç savaş çıktı ve 10 bin Somalili öldü.
Amerika’nın 1991'de Irak'a saldırısı 150 bin Iraklının ölümüyle sonuçlandı.
Üç yıl önce NATO'nun Yugoslavya'yı bombalamasının sonucunda binlerce insan öldü ve bölgede tam bir kaos ortamı oluştu. Sırp güçleri ile Kosova Özgürlük Ordusu arasında yaşanan çatışmalar sonucunda 33 bin kişi evlerinden oldu.
Bugün Irak'ta yaşanan işgal, şu ana kadar 110 binden fazla Iraklının ölümüne neden oldu ve bu rakam, işgal sürdükçe, artmaya devam edecek.


ABD'nin İncirlik'te 90 nükleer bombası Var
İran ve Kuzey Kore'yi nükleer silah üretmekle tehdit eden Amerika'nın Avrupa genelinde 480 nükleer bombası var. Bu bombalardan 110 tanesi İngiltere'de, 150 tanesi Almanya'da, 90 tanesi İncirlik üssünde, yine 90 tanesi İtalya'da, 20'şer tanesi ise Belçika ve Hollanda'da bulunuyor. Bu silahların potansiyel hedefleri ise Rusya, İran ve Suriye.
İngiltere'nin elinde 200 adet nükleer savaş başlığı bulunurken, Fransa'nın elinde ise 350 adet nükleer silah var.



Yurtta savaş, cihanda savaş

İnsan bazen Amerika'nın sınıflı bir toplum olduğunu unutuyor. "Amerika" veya "Amerikalılar" deyip geçiyoruz. Oysa, Irak savaşının en çarpıcı etkilerinden biri Amerika'daki sınıf mücadelesine etkisi.

Seçim döneminde bütün dünya heyecanla Amerika'yı izledi, Bush'un yeniden seçildiğini gördü, dehşet ve küçük görme arasında değişen hisler içinde gözlerini çevirdi ve yine Amerika'nın içini görmez oldu. Bu arada, biz bakmazken, geçen hafta Bush bütçesini ve önümüzdeki dört yıl için ekonomik hedeflerini açıkladı.

Bütçe planlarının amacı, 2004 yılında 500 milyar dolar olan bütçe açığını 2008'de 251 milyar dolara indirmek. Beyaz Saray görevlileri, övünerek, bu bütçe paketinin Ronald Reagan döneminden bu yana açıklanan en "sert" paket olduğunu söylüyor.

Bütçe açığını kapatmak, devlet harcamalarını kesmek demektir. Nitekim, bütçenin iki kalemi dışında tüm harcama kalemleri önümüzdeki 4 yıl boyunca kısılacak. Kısılmayacak olanları tahmin etmek isteyen var mı? Biri "savunma" (yani saldırı), diğeri "iç güvenlik" (yani Amerikalıların Bush'a oy vermesini sağlayan korku ve terör havasını sürdürme çalışmaları). Kısacası, silahlanmaya ve genel askerî harcamalara ayrılan para dışında, tüm devlet harcamaları azaltılacak.

Örneğin neler azaltılacak? Sosyal harcamalar, sağlık, eğitim, çevre ve toplu konut alanlarında harcamalar azalacak. Yoksullara gıda dağıtan devlet programından 1,1 milyar dolar kesilecek. Devletin çevre koruma kurumunda 500 milyon dolar (toplam bütçesinin %6'sı) kesilecek. Yoksullara sağlık sigortası sunan sistem, okuma yazma kursları sunan sistem, asker emeklilerine ucuz ilaç sunan sistem kesilecek. Kentlerin en yoksul bölgelerini canlandırmayı ve toplu konutlar inşa etmeyi amaçlayan programdan 3,7 milyar dolar (toplam bütçesinin %11,5'i) kesilecek.

Bütün bunların ortak paydası, yoksullara hizmet sunmayı amaçlayan harcamalar olmaları.

Öte yandan, askerî harcamalar %5 artarak 2006 yılında 419,3 milyar dolara yükselecek.

Rakamlara dikkatinizi çekeyim. Yoksullara sunulan hizmetlerin beş yıl boyunca kısılması ve milyonlarca insanın hayatının zehir edilmesi sonucunda bütçe açığı 500 milyar dolardan 251 milyar dolara düşecek. Yani 249 milyar dolar azalacak. Salt bir yıl içinde, 2006'da, askeri harcamalar 419,3 milyar dolar. Demek ki, salt bir yıl, salt 2006'da, askerî harcamalar yarıya indirilse, devlet hizmetlerinde hiçbir kesinti yapmaya gerek kalmayacak!

Peki, bütçe açığı niye bu kadar büyük? İki nedeni var. Biri Irak savaşı elbet. Diğeri ise, Bush'un ilk başkanlık döneminde yüksek gelirlilerin ödediği vergi oranlarının muazzam ölçüde azaltılmış olması.

Özetlersem, Bush hükümeti zenginlerden vergi almıyor, aldığı kadarını savaşa harcıyor ve bunun sonucunda yoksullara ve çalışanlara verdiği hizmetleri daha da azaltıyor.

Amerika'nın sınıflı bir toplum olduğunu biz zaman zaman unutabiliriz, fakat Amerikan işçi sınıfının unutması zor. Unuttuğu anda Bush hükümeti hemen hatırlatıyor. Bu hükümetin kendi sınırları içindeki saldırganlığı, sınırlar ötesi saldırganlığından geri kalmıyor çünkü.

Amerika'daki savaş karşıtı kampanyanın bütçe ile ilgili bildirisinin başlığı şöyleydi: "Sınırsız Savaş ve İmparatorluk için Milyarlar - Sağlık, Eğitim ve Sosyal Güvenlikte Kesintiler". Alt başlık ise şöyleydi: "Hükümetin çalışanlara karşı savaşı".

Eğer Amerikan işçi sınıfı uzaylılardan veya benim bugüne dek hiç rastlamadığım garip bir insan türünden oluşmuyorsa, Amerikan egemen sınıfını önümüzdeki dönemde zor günler bekliyor.

Roni Margulies