Sosyalist İşçi 232 (4 Mart 2005)

 

Sayfa 13:

Orhan Pamuk başımızın tacıdır!

Ülkücü faşistlerin yayın organı Ortadoğu gazetesi Orhan Pamuk'a baş sayfadan saldırarak "Susturun şu haini!" manşetini attı. Gösteriler düzenleyip, Pamuk'un kitaplarını (Hitler'den devraldıkları gelenekle) meydanlarda yaktılar. Şimdi Orhan Pamuk hakkında halkı kışkırtmak ve devlet organlarına hakaretten dava açılması gündemde.
Milliyetçi damar
Türkiye Cumhuriyeti için tabu olan ve tartışılmasından bile rahatsızlk duyulan bazı konular vardır. Mustafa Kemal, Kürtler, Ermeni soykırımı, azınlıklara uygulanan baskılar bunların başında gelir. Örneğin Latife Hanım'ın mektuplarının yayınlanması gündeme gelince resmi ideolojinin has savunucuları hemen paniğe kapılır ve engellemeye çalışırlar, ki hangi gerçeklerin açığa çıkmasından korktuklarını allah bilir.
Ermenilere soykırım uygulandığı yönünde en küçük bir söz edemezsiniz. Resmi ideologlar ve onların satılık kalemleri hemen sizi vatan haini ilan ederler. Zaten uzun yıllardır soykırımın dünyada tanınmaması yönünde lobi faaliyetleri sürdürmektedirler. Tanıyan ülkelerle ilişkilerini kesmek isterler, onların mallarını boykot ederler.
Resmi ideoloji
Soykırım konusunda en ileri söylem "Soykırım değil, tehcir var. Onların yaptığı zulüm karşısında ne yapsaydık. Savaş ortamında kötü uygulamalar olmuş olabilir" diye 'kıvırmaya' çalışanların sözleridir.
15 yıl süren savaş konusunda ise, karşılarında muhatap bile kabul etmedikleri 'üç-beş terörist'ten başka bir şeyden söz etmezler. Ama Kürt hareketinin liderini yakaladıklarında, yüzyılın en önemli başarısını elde etmişler gibi, bas bas bağırmaktan da geri durmazlar. Böyle bir ikiyüzlülükle davranan resmi ideologlar Kürt isminin 'karda yürürken çıkan kart-kurt seslerinden türediğini' anlatıp bütün dünyayı kendilerine güldürmekten bile korkmazlar. Sanki Finlandiya'da karda yürüyenler 'fin, fin' diye ses çıkarıyormuş da isimleri ondan Fin kalmış gibi...
Solun milliyetçiliği
Sol bütün dünyada her türlü özgürlüğün (en baştada fikirleri ifade etme özgürlüğünün) savunucusu olarak bilinir. Hatta insanlar ifade özgürlüğünü savunduklarında 'solculuk'la suçlanır. Oysa Türk solu biraz gariptir. Bu örnekte solcular, Orhan Pamuk bir fikrini açıkladığında ve saldırılara maruz kaldığında onu savunacaklarına, resmi ideologlar ve faşistlerle birlikte Pamuk'a saldırdılar. Örneğin yurtseverleri saflarına çağıran milliyetçi TKP'nin bir yayın organında Orhan Pamuk'a cepheden saldırılıyordu.
Soykırım vardır
Orhan Pamuk'a aydın çevrelerden hiç destek gelmedi. Gazete köşelerinden saldırmayanlar, ifade özgürlüğünü savunuyor görünüp, konuyu ideolojik zemine çekerek, Pamuk'a yalancı yaftasını uygun gördüler.
Ona tek destek Sabancı Üniversitesi'nden Prof. Halil Berktay'dan geldi. Sorumluluk sahibi bir tarih bilinciyle hareket eden Berktay "1915-1916 yıllarında Türkiye'de kesinlikle 800 bin ile bir milyon arasında Ermeni öldürülmüştür" açıklamasını yaptı.
Türkiye eninde sonunda tarihi boyunca işlediği suçların hesabını vermek zorunda kalacaktır. Öldürülen bir milyon Ermeni'nin de, 30 bin Kürt'ün de, 1970-80 arası katledilen beş bin insanın da, üç bin faili meçhulün de, bin kontrgerilla operasyonunun da...


Adı Heranuş
"... Tanrım, bu ne acı yazgıydı? Biz burada Richard olmuşuz; Deborah olmuşuz. Nancy, Sylvia olmuşuz, Virginia olmuşuz. O da orada kalmış, Fethiye olmuş, Mahmut olmuş ve 1915 yılı bir kez daha tüm korkuçluğu ile çökmüştü ailemizin tepesine..."
Fransa'da yayınlanan Haraç Gazetesi'nde Mesrob Aşçıyan'ın yazısı bu satırlarla sona eriyordu.
1915 yılında üçüncü sınıfı bitiren Heranuş (Gadaryan) mutlu bir çocukluk geçiriyordu. Memleketleri Elazığ- Maden'de ( iki kilise, bir manastırı olan büyükçe bir köy ) köklü kalabalık bir aileye sahipti. Dedesi Hayrabed Efendi çevrede saygıdeğer, sözü dinlenen bir eğitimci olarak tanınıyordu. Yüzyılın başında o bölgede ilköğretim sonrası kolejler vardı ve çocuklar eğitimlerine devam edebiliyorlardı.
Heranuş'un babası ve iki amcası 1913 yılında para kazanmak üzere Amerika'ya gittiler. Böylece 1915 yılı kırımından kurtuldular. Memleketlerinde kalanlar hiç şanslı değillerdi. Yüzyılın büyük trajedilerinden birini yaşadılar.
1915 yılında, sıcak bir yaz günü jandarmalar köyü bastı. Köy muhtarı Nigoros Ağa meydanda toplanan köylülerin gözü önünde öldürüldü. Sonra köyün bütün yetişkin erkekleri elleri bağlanarak götürüldüler. Kendilerinden bir daha haber alınamadı. Basılan tek köy Heranuşlar'ın köyü değildi. Bütün Ermeni köyleri aynı yöntemle basılmış, erkekler götürülmüştü. Götürülen erkekler kah kurşunla- süngüyle, kah bıçak ve baltalarla katledildiler. Dereler akıtılan kanlardan kızıla döndü. Kadın ve çocuklara ise sürgün göründü.
Bütün köyler yağmalanmış, değerli olan ne varsa el konulmuştu. Genç Ermeni kızları kaçırılıp tecavüz edilip öldürülüyordu. Kadın ve çocuklar sürgün yeri olarak Halep'e doğru yönlendirildiler. Açlık, kıtlık ve hastalıkla birlikte yola düştüler. Hasta düşen geride kalan kadın ve çocuklar süngüyle öldürülüp oldukları yerde bırakılıyordu. Sürgünden çok az sayıda kadın ve çocuk hayatta kaldı. Çok küçük bir kısmı Halep'e ulaştı. Bir kısmı da ailelerinden zorla kopartılan ermeni çocuklardı. Bunlardan biride Heranuş'tu. Bir jandarma onbaşısı tarafından annesinden koparılarak zorla kaçırıldı. Heranuş'un adı, dili, dini değişti. Seher oldu, müslüman oldu, türkçe konuştu. Ama o 95 yıllık hayatında soydaşlarını hiç unutmadı. O soykırımı, o trajediyi hiç unutmadı. Ve bir gün torununa anlatmaya başladı.
Torun Fethiye Çetin o etkileyici kitabında işte bunları anlatıyor. Anneannesinin anlattıklarının izinden giderek Fransa'daki, Amerika'daki akrabalarını buluyor. Heranuş nene 95 yıl beklemesine rağmen o akrabalarından (birde kardeşi olmak üzere) hiç birini göremeden öldü, 1915 yılının soykırımını, acısını görmüş- yaşamış biri olarak.
İnkar politikalarına, resmi palavralara karşı Fethiye Çetin'in "Anneannem" kitabı tokat niteliğinde. Hemen herkese tavsiye edilir.
Anneannem, Fethiye Çetin
Metis Yayınları, Anı, 115 sayfa



Kimden alışveriş ettiğinizi biliyor musunuz?
Bayer
1863'te Almanya'da 3 kişi ile faaliyete geçen Friedrich Bayer şirketi dünyanın en büyük kimya ve sağlık ürünleri firmaları arasında yer alıyor. Şirketin dünya çapında 110 binden fazla çalışanı, 350 şirketi, 5 kıtada 100'den fazla üretim sahasında üretilen 10.000 civarında ürünü bulunuyor. 136.000'den fazla patente, 26.000'den fazla ticari markaya sahip olan Bayer'in 2000 yılı satışlarının toplamı 30 milyar dolar civarında gerçekleşti.
Dinlediğiniz CD'den, üzerinde uyuduğunuz yatağa, giydiğiniz elbiselerden, doktorunuzun verdiği ilaçlara, evinizde veya tarlalarda kullanılan (ve böylece gıdalarınıza karışan) böcek ilaçlarından, tükettiğiniz gıdalardaki oynanmış genlere kadar ortak olan bir şey varsa, o da Bayer şirketinin ürettiği bir ürün olma olasılığı. Türkiye'de şirketin ürünlerinden en çok bilineni Aspirin.
Şirket sadece yaşamımızın hemen her alanında kullanılan ürünleri üretmekle kalmıyor, kamuoyunda pek az bilinen bir dizi de suç işledi ve işlemeye devam ediyor. Bayer, ABD'de yayınlanan Multinational Monitor dergisi tarafından '2001 Yılı Dünyanın En Kötü On Şirketi' listesinde de yer aldı.
Bayer 2001 yılının sonunda 7.2 milyar euro ödeyerek, Aventis şirketini satın aldı ve böylece dünyanın en büyük ikinci tarım kimyasalları ve tohum üreten şirketi oldu. Bu satın almayla birlikte Bayer aynı zamanda İngiltere ve Avrupa'da en büyük GDO'lu ürünler üreten firma oldu.
Şirket Türkiye'de üretime 1955 yılında başladı ve 800'ün üzerinde çalışanı var.
Savaş suçlusu
Bayer bir çok savaş suçu işlemiş olan bir şirket. I. Dünya Savaşı sırasında kullanılan çok sayıda zehirli gazın üretiminden sorumlu. II. Dünya Savaşı sırasında devam eden kimyasal silah üretimi, savaş sonrasında da durmadı. 1989 yılında Bayer'in, ABD ordusu tarafından kullanılan bir kimyasal silahın patentine sahip olduğu ortaya çıktı.
Bayer, II. Dünya Savaşı sırasında diğer Alman kimya devleri olan BASF ve Höchst ile birlikte IG Farben grubunun bir parçasıydı. IG Farben, Auschwitz toplama kampının yakınlarında bir üretim tesisine sahipti. Kamptaki tutsaklar bu fabrikada köle emeği karşılığı çalıştırılıyor ve çalışamaz hale geldiklerinde gaz odalarında ölüme gönderiliyordu. IG Farben'ın bir yan şirketi, toplama kamplarının gaz odalarında toplu ölümler için kullanılan Zyklon B gazını üretiyordu.
Bu arada meşhur Nazi doktor Dr. Josef Mengele'nin yürüttüğü insanlık dışı ilaç deneyleri, IG Farben tarafından da izleniyor ve denetleniyordu. Bu deneylerde, zararlı tarım ilaçları ve virüsler tutsaklara verilerek, ilaçların ve kimyasalların etkileri üzerine gözlem yapılmaktaydı. Bayer'in işbirliği yaptığı Nazi Mengele, süper Aryan bir ırk yaratmak üzere tutsakların genleri üzerinde deneyler yapmaktaydı.
II. Dünya Savaşı sonrası kurulan Uluslararası Savaş Suçluluları Mahkemesi, şirketi savaşa ve Nazi katliamlarına ortak olmak suçuyla mahkum etti. Savaş ve kitle katliamı yapmaktan suçlu bulunarak 7.5 yıl hapse mahkum edilen Dr. Fritz ter Meer, 1960'lı yıllarda Bayer'in Yönetim Kurulu Başkanı oldu.
Bayer'in suçları savaş sonrası da sürdü. Yakın zamanda Kongo Cumhuriyeti'nde gerçekleşen ve 250.000 kişinin ölümüne yol açan iç savaş, bu ülkenin madenlerinin üzerinde denetim kurmak üzere Avrupalı çokuluslu şirketler tarafından kışkırtıldı. Bayer, Kongo'da çıkarılan ve elektrik aksamında kullanılan bir madenin yüzde 80'ini satın alıyor. Çeşitli alıcılar arasında rekabeti kızıştırarak, daha elverişli fiyat elde etmeye çalışan Bayer, iç savaş kışkırtıcılarının başında geliyor.
Bayer'in yol açtığı toplu ölümler sadece savaş suçlarıyla sınırlı değil. Şirket kârlarını maksimum artırmak amacıyla patent haklarını da bir silah gibi kullanıyor. 1997 yılında Güney Afrika'da başlanan bir uygulama, Sağlık Bakanlığı'na gereksinim olduğu durumlarda jenerik AIDS ilaçlarının patent haklarını kaldırma yetkisi veriyordu. Dünyanın en çok AIDS hastasına sahip ülkelerden biri olan Güney Afrika'da halkın yoksulluğunu görmezden gelen Bayer, 1998 yılında diğer ilaç tekelleriyle birlikte Güney Afrika hükümetine karşı dava açtı. Ancak tüm dünyada aktivistlerin kampanyaları karşısında direnemeyerek, üç yıl sonra davadan vazgeçmek zorunda kaldı.
Bayer'in sabıka listesi tekel konumunu kullanarak yasadışı yollardan fiyatları şişirmek, rüşvet vermek, lisanssız satış yaparak, insanların sağlığını tehlikeye atmak, IMF ve Dünya Bankası'nın yoksul köylülere dayattığı üretim programlarına ortak olmak, Aspirin'in sık alınması durumunda özellikle yaşlılar üzerinde tehlikeli sonuçlar doğurabileceği bilinmesine rağmen, 'kalp hastalıklarına karşı yararlı' gibi gerçek dışı propaganda yapmak, ürettiği kimyasal atıkları Ren Nehri'ne ve Kuzey Denizi'ne salarak, çevreye zarar vermek, vb şeklinde uzayıp gidiyor.

Hazırlayan: F. Levent ŞENSEVER