Sosyalist İşçi 233 (18 Mart 2005)
Sayfa
12:
“Kadife devrimler”
Bunlar gerçekten devrim mi?
Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopan Orta Doğu savaşın galibi İngiltere ve Fransa arasında bölündü. Suriye ve Lübnan Fransa’nın sömürgesi olurken geri kalan bölgeler daha güçlü olan İngiltere’ye kaldı. İngiliz egemenliğindeki bütün bölgede krallıklar kurulurken Fransa’nın elindeki bölgeler 1946’ya kadar doğrudan Fransa tarafından yönetildi.
Irak, Filistin ve Suriye’de sürekli ayaklanmalar oldu. Güçlü komünist örgütler kuruldu ama iki emperyalist ülkenin bölgeden çekilmesi esas olarak İkinci Dünya Savaşı’na denk düşer.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünyadaki dengeler değişmişti. Bir tarafta devlet kapitalizminin hakim olduğu SSCB’nin liderliğindeki Doğu Bloğu, diğer tarafta ise ABD’nin liderliğini yaptığı Batı Bloğu vardı.
Ortadoğu’da geri çekilen İngiltere ve Fransa’nın yerine ABD yerleşti.
Ne var ki ABD’nin bölgeye girdiği yıllarda Arap milliyetçi liği yükselmekteydi. Mısır’da Cemal Nasır’ın liderliğindeki Arap milliyetçiliği için tercih edilecek gelişme yolu serbest pazara dayalı Batı değil, devlet kapitalizmiydi.
Mısır, Irak, Suriye, bu ülkeler sermaye birikiminin cılız olduğu ve hızlı sermaye birikimine ihtiyaç duyulan ülkelerdi. Bu nedenle yükselen milliyetçi akımlar tercihlerini Doğu Bloğu’nun devlet kapitalizminden yana yaptılar. Aynı Mustafa Kemal Türkiyesi’nin de tercih ettiği gibi.
Türkiye 1950’lerde devlet kapitalizminden koparken Ortadoğu devlet kapitalizminin etkisi altına girmekteydi.
Devlet kapitalizmi bu ülkelerde sermaye birikimini yeterince hızlı bir biçimde gerçekleştiremedi. Hepsi petrol zengini olan bu ülkeler bu arada giderek güçlenen bir bürokrasiye sahip oldular. Her birinde krallıklar devrilirken yerlerine Arap milliyetçisi Baas (sosyalist) Partileri-nin diktatörlükleri kuruldu.
Baas yöneticileri devlet kapitalizminin sağladığı sermaye birikiminin başında oturuyorlardı.
Petrol geliri bir yandan bu bürokrasinin cebine akarken diğer yandan da iyi kötü sosyal hizmetlere gidiyordu ve tabii en büyük parça diktatörlüğün devamını sağlayan ordu, polis ve muazzam güçlü gizli servislere akıyordu.
Sosyal hizmetlere giden para diktatörlüğün sosyal tabanını oluşturuyordu.
Doğu Bloğu ülkelerinin 1989’da ard arda yıkılmaları ve sonunda 1991’de SSCB’nin dağılması Orta Doğu diktatörlükleri için de devlet kapitalizmi modelinin çökmesine neden oldu.
İster istemez hepsi ABD’ye yaklaşmak, ABD ile ilişki kurmak zorundaydı.
Doğu Bloğu’ndan Batıya
Öte yandan aralarındaki bölgesel hakimiyet savaşı da hızlanmaktaydı.
Doğu Bloğu’nun yıkıldığı günlerde ABD için bölgede yeni bir tehdit ortaya çıkmıştı: İran. İşte Irak bu yeni düşmana karşı savaş açtığında arkasında ABD’yi buldu. Ne var ki Irak İran karşısında yenildi. Savaş her iki tarafta da çok ağır kayıplara neden oldu.
Bu kayıpların ABD tarafından karşılanmasını bekleyen Irak bu desteği bulamayınca Kuveyt’i işgal etmeye karar verdi.
Kuveyt’in Irak’a katılması ABD için bölgedeki güçlerin olumsuz etkilenmesi demek olacaktı. Bu nedenle ABD kurduğu geniş bir koalisyonla Irak’a saldırdı. Bu savaşta Suriye ordusu ABD’nin yanında yer aldı.
Her iki rejimde de pazar ekonomisine açılma ABD’nin istediği hızda gerçekleşmiyor. İktidardaki diktatörlükler ve onların çevresindeki bürokrasi devlet kapitalizminin kendilerine sağladığı ayrıcalıkları terk etmek istemiyorlar.
İşte ABD’nin Irak’a saldırmasının bir nedeni de bu. Şimdi Irak’ta yaşanan “demokratikleşme” aynı zamanda Irak ekonomisinin ardına kadar yapısal uyum programları aracılığı ile dünya pazarına katılması. En önemli olarak da elbet petrolü düşünmek gerekiyor.
Irak’da ABD direnişle karşı karşıya. Dolayısıyla Irak’ın dünya pazarına eklemlenmesi süreci aynı hızda ilerlemiyor.
“Sedir devrimi”
Bu gelişmelerin ortasında Lübnan’da yeni liberal politikaların uygulayıcısı dolar milyarderi Hariri’nin öldürülmesi ABD ve onun bölgedeki bekçi köpeği İsrail için kaçırılamayacak bir fırsat oluşturdu.
Halkın Irak’da Saddam, Suriye’de Esad rejimine karşı olması gibi Lübnan’da da halk Suriye’nin askeri varlığına karşı.
Bu nedenle kısa zamanda Suriye karşıtı gösteriler, “sedir devrimi” başladı. Sedir devrimi bütünüyle Lübnan egemen sınıfının bir operasyonu. Onlar hala devlet kapitalizminin koşullarında yaşayan Suriye’ye karşı bölgede İsrail’den sonra emperyalizmin ikinci temel üssü olmayı, eskiden olduğu gibi bölgenin finans ve ticaret merkezi olmayı istiyorlar. Bu nedenle de Suriye’nin Lübnan’dan çekil-mesini istiyorlar.
Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi aynı zamanda bu ülkenin en yoksul kesimini oluşturan Şiilerin politik ve askeri desteklerini kaybetmesi anlamına geliyor. Oysa Şiilerin askeri örgütlenmesi Hizbullah, İsrail’in Lübnan’dan çekilmesini sağlayan askeri bir zafer kazanmıştı. Zaten tam da bu nedenle Hizbullah’ın siyasi kanadı Emel Suriye karşıtı gösterilere karşı çok daha büyük güçleri seferber ederek Suriye yanlısı bir gösteri düzenledi.
Lübnan’ın “sedir devrimi” aslında ABD ve Fransa’nın Lübnan üzerindeki etkisini arttırma operasyonundan başka birşey değil.
Özgürlük isteği
Ancak sosyalistler bütün bu gelişmelerin içinde Lübnan halkının özgürlük isteğini, Suriye işgalinden kurtulma isteğini de anlamak zorunda.
Emekçiler diğer diktatörlüklerden de nefret ediyorlar. Yıkılan Saddam diktatörlüğünü geri getirmek isteyen Iraklı yok. Ama Irak halkı işgalcilerin de çekilmesini istiyorlar. Direnişin temel nedeni bu. Yoksa dünyada ve Irak’ta kimse Saddam rejimi devrildi diye ağlamıyor.
Esad rejiminin de Saddam’dan farkı yok. O da eli kanlı bir diktatörlük. Yıkıldığında kimse arkasından ağlamayacak ancak bu yıkılış bir dış müdahale ile -olursa bu Suriye’ye özgürlük getirmeyeceği gibi Suriye’yi, Irak’da olduğu gibi tam bir yıkıma ve kargaşalığa sürükleyecek.
Ayrıca devlet kapitalizminden serbest pazar ekonomisine geçen bütün diğer ülkelerde olduğu gibi var olan sosyal hizmetler bütünüyle tahrip olacak. Özelleştirme dalgası sadece petrol ve sanayi ile sınırlı kalmayacak fakat eğitimi, sağlığı, ulaştırmayı da kapsayacak.
Ukrayna ve Gürcistan
Ukrayna ve Gürcistan’da ise “kadife” devrimler biraz daha farklı bir süreç olarak yaşandı.
Her iki ülkede de SSCB’nin yıkılmasından sonra o güne kadar hakim olan bürokrasi özelleştirmenin kaymağını yerken bu tam bir mafya ekonomisi de oluşturmakta. Öte yandan emekçi halk sahip olduğu bütün sosyal hakları kaybetmekte.
Mafya türü rejimler gene kendi benzerleri olan Rusya’ya da bağlılar. Pazar ekonomisine sonuna kadar açılkaya ise hep birlikte direniyorlar. Büyük halk yığınları ise yolsuzluklardan, sosyal hakların neredeyse tamamen ortadan kalkmış olmasından, ülke yönetiminin ve ekonomisinin hemennhemen bütünüyle mafya çetelerinin eline geçmiş olmasından bıkmış durumda. Halk özgürlük istiyor ve özgürlüğün sahip oldukları rejimden değil, Batı tipi bir demokrasiden geleceğini düşünüyolar. Bu nedenle ABD’ye, Rusya’ya göre daha bir sempati ile bakıyorlar.
Hem Ukrayna’da hem de Gürcistan’da hareketin hızla büyümesi ve militan bir biçimde eski rejimi yıkmasının başlıca nedeni bu.
Ne var ki bu hareketin liderliği aslında yıkılanların bir zamanki yol arkadaşları. Onların mafyasına karşı başka bir mafya çetesi durumundalar. Tek farkları Rusya yerine çözümün ve kendi ceplerini daha hızlı doldurma yolunun ABD ile işbirliği olduğunu fark etmiş durumdalar.
ABD ise dün SSCB’nin ve Doğu Bloğu’nun yıkılmasını sağlayan ayaklanma yönetimini bugün ABD’nin dünya çapındaki hegemonyasını güçlendirmek için kullanıyor.
Bu süreç kesintisiz birbiçimde böyle ilerleyebilir mi? Bu sorunun cevabu kolay bir evet değil. Lübnan’da olduğu gibi Batı türü bir demokrasi isteyenlere karşı Suriye’nin Lübnan’da kalmasını isteyen Emel karşı çıkarken bu ülkenin ilerde neler yaşayabileceğini de gösteriyor. Yenib ir iç savaş, yeni bir kargaşalık ve belki de yeni güçler tarafından işgal. Aynı tehdit Suriye’nin de önünde duruyor.
Gürcistan için Abhazya, Rusya’nın bu ayrılıkçı eğilimi desteklemesi, Ukrayna için ülkenin Doğu ve Güney bölgelerinin ülkenin diğer kesimlerinde çok farklı olarak Rusya’dan yana tutum alması (bu bölgede yaşayanların Rus olması da önemli bir etken) ileride bu ülkede de sancılı süreçlerin yaşanmasına neden olabilir.
Kısacası Rus imparatorluğunun yukılmasına neden olan ayaklanmalar aynı hızla ABD imparatorluğunun güçlenmesine yol açamayabilir.
Sosyalistler ise bütün bu süreç içinde emekçi halkın kendi sorunlarını kendisinin çözmesi gerektiğini vurguluyorlar. Irak’da, Suriye’de, Gürcistan’da ve Ukrayna’da çözüm emekçilerin elinde.
Savaşa karşı mücadele aynı zamanda ABD’nin bütün dün-yaya hakim olma sürecine karşı bir mücadele. Bu nedenle dire-nişlerle elele yürümek zorunda.
Ve eğer ABD Irak’ta yenilirse bu bütün dünya için çok yeni ko-şulların ortaya çıkması demektir.
Bu nedenle savaşa karşı (Irak’ın işgaline karşı) mücadele bugün bütün dünyada belirleyici olan, bütün diğer mücadelelerin birleştirilmesi gereken noktadır.
Doğan TARKAN
Bu yazıdan sonra Sayfa 6’daki “Suriye karşıtları kim?” başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz.